Nevruz nedir, nasıl ortaya çıkmıştır sorusunda kalmıştık. O zaman başlayalım.
A) NEVRUZ YUNUS PEYGAMBERİN BALIĞIN KARNINDAN ÇIKTIĞI GÜNDÜR.
Hz. Yunus, insanlara ilâhi hakikatleri anlatmış; ama insanlar bunu anlamayınca, anlatılanlara riayet etmeyince, o da kızmış, onları bırakmış, bir gemi ile yolculuğa çıkmış…
Bir müddet sonra, açık denizde iken gemidekilerden birinin eşyası kaybolmuş… Aramışlar eşyayı, Yunus’un torbasında bulmuşlar… Ve “bunu sen çaldın” demişler…
Tabii ki, Yunus Nebinin hiçbir şeyden haberi yok!. Ama, gemi yetkilileri, suçun cezası olarak onu denize atmışlar…
Hz. Yunus’u, büyük bir balık yutmuş…
Balığın karnında iken Hz. Yunus, “Ben ne yaptım?.. Bir nebi olduğum halde niçin insanlara tebliğ görevimi terk ettim?..” diye hayıflanmış… Ve “Lâ ilâhe illâ ente subhaneke inni küntü minez zâliymin.” “Ya Rabbi, ben nefsime zulmettim, zâlimlerden oldum!” cümlesini söylemiş..
Bunun üzerine balık karaya yanaşmış… Hz.Yunus, balığın karnından çıkarak insanları irşâd görevine devam etmiş…
İşte bir inanışa göre Yunus Peygamberin balığın karnından tekrar karaya çıktığı gündür Nevruz.‘’ O Aşure günüdür. Muharremin onudur yani.’’ Diye itiraz edecekler olabilir ve haklılardır da. Zaten Nevruz, Aşure Günü( On Muharrem ) ve Hıdırellez aslında o kadar çok birbirinin içine girmiştir ki ayrılması nerede imkansızdır.
B) İRAN MİTOLOJİSİNE GÖRE CEMŞİD'İN ATEŞİ BULDUĞU GÜNDÜR NEVRUZ.
Türk edebiyatında bile mesela Nedim'in şiirlerinde 'Sâkî meded sun câm-ı Cem ' Diye ismi zikredilen Cem, yani İran Hükümdarı Cemşid , efsanelere göre bin yıl kadar yaşamış bir hükümdardır. Onun hakkında pek çok efsaneler vardır ki bu efsaneler içinde onu Hz. Süleymanla karıştıranlar bile olmuştur vat tabii ki bu tamamen yanlıştır çünkü Hz. Süleyman'ın şarabı bulması diye bir şey düşünülemez elbette ama Cemşid şarabı bulan kişi olarak bilinir.
Esaneye göre Pişdadiyan sülalesinin ünlü hükümdarı Cemşit, bol bol asma diktirerek meyvelerinin halka dağıtılmasını emreder. Fakat bir senenin mahsulü çok olunca, halk tarafından kapalı kaplarda saklanan üzümlerin bazıları değişik bir tad alır; şırası acıdır ve zehirli sanılıp içilmez. Rivayete göre Cemşit’in en güzel ve en gözde cariyesi, şiddetli baş ağrıları çekmektedir. İyice canından bezen cariye, bu zehirli sudan içip canına kıymak ister. Fakat zehir sanıp içtiği şey onu öldüreceğine diriltir ve neşeli bir uykuya dalar. Uyandığında baş ağrısı kalmamıştır ve ruhunun dinlendiğini hisseder. Durumu Cemşit’e anlatır. Cemşit şırayı denedikten sonra ona "Ab-ı Hayat" (hayat suyu) adını verir. Böylece şarap olayı patlar gider.
Evet..Aslında Nevruzla ilgili pek çok efsane işte bu Cemşid ile bağlantılıdır.
Cemşid ilk başlarda çok iyi ve adil bir hükümdardır fakat bu bin yıla yakın süren hayatı boyunca hiç hastalanmamış olması zamanla kafasını karıştırır. ' Ben insandan farklı bir varlık olmalıyım ' Diye düşünmeye başlar. İşte böyle düşünmeye başladığı andan itibaren şeytan da olaya müdahil olur ve Cemşid'e ' Sen bir tanrısın ' Diye fısıldamaya başlar.Sonunda Cemşid de kendi yalanına inanmaya başlar. ( Tıpta buna mitomani deniliyor )
Evet Cemşid artık tanrı olduğuna inanmaya başlar ama bunu halkına duyurması lazım. İşte o noktada yine devreye Şeytan girer. Efsanenin bu kısmı şöyle anlatılıyor:
Şeytan bir gün kuşluk vakti Cemşid'in karşısında beliriverdi ve ona bir melek olarak göklerden geldiğini söyledi.
Cemşid sordu;
"Göklerdeki melekler benim için ne diyorlar?"
"Ah Cemşid! keşke kim olduğunu bilseydin!"
Cemşid ' ben kimim ki' deyince, şeytan secde ederek ,ona yerlerin ve göklerin tanrısı olduğunu söyledi.
Cemşid sordu; "Ben bu halimi halka nasıl bildireyim?"
"Bir ovaya bin yük kuru odun yığsınlar, o odunları ateşe versinler, halkı bu büyük ateşin etrafına topla. en kuvvetli sesli adamlarına "bugünden sonra tanrı'nız cemşid'dir. yerin ve göğün tanrısı o'dur. o'na secede edin, o'na tapın." dedirt. askerlerin halkın arasında dolaşıp secde etmeyenleri de ateşe atsınlar.'
Yüreğine hem kendi nefsinin sapık duyguları, hem de lanetli şeytanın bu kötü telkinleri dolan Cemşid söylenenleri aynen yaptı ve böylece her tarafta "Cemşid tanrı'dır!" sesleri yükselirken Cemşid büyük bir gurur içinde bütün dünyaya tanrılığını kabul ettirmek gibi bir sapık hırsa kapıldı.
Beş kumandanına binlerce at, katır, deve, çadırlar, yüz binlerce asker ve silah vererek onları beş ayrı ülkeye gönderdi. altından, gümüşten, türlü mücevherden kendi heykellerini yaptırarak bunlara verdi. "gidin ,ülkeler fethedin o ülkelerin halkına bu heykelleri göstererek benim tanrılığımı onlara kabul ettirin "dedi.
Beş kumandan doğuya batıya, kuzeye ve güneye yürüdüler, ülkeler fethettiler. halkı büyük meydanlarda toplayıp bu altından, gümüşten, türlü mücevherden heykeli ortalık yere diktiler. dediler ki; "işte tanrınız Cemşid budur, ona varıp secde edemeyenler bu heykele secde edebilirler" dediler.
Böylece yeryüzünde yüz binlerce insanı azdırdılar. Aradan nice nice yıllar geçti, nice nice yıllar bu batıl dinde kaldılar.
Cemşid'in ateşi getirdiği gün ile ilgili başka bir şey bulamadım o bakımdan da kafama takıldı. Bir insanın tanrılığını ilan ettiği bir günde özel ve güzel ne var ki öyle bir gün bayram olarak kutlanır? Dolayısıyla bu Cemşidin ateşi olayının bir başka versiyonu olmalı diye düşünüyorum ama ben bulamadım.
Herneyse..Cemşidin akıbeti de korkunç olur zaten. Bir sonraki bölümde ona da yer vereceğim inşallah. Ama Cemşid ve onun kumandanları öldükten sonra putlar başka insanların ellerinde kaldı. Cemşid'in putlarına secde ederek, o'nun dinini terketmediler. öyle oldu ki o beş heykele ayrı ayrı o beş kumandanın isimlerini verdiler, o beş heykel onların ayrıca putları oldu.
Bu putlar sua, yogus, yeuk, ved ve nesr diye adlandırıldılar.
C) DEMİRCİ KAVA'NIN ZALİM DEHHAK'I ÖLDÜREREK İNSANLARI BÜYÜK BİR ZULÜMDEN KURTARDIĞI GÜNDÜR NEVRUZ.
İran Hükümdarı Cemşid'in son zamanlarında Dehhak adında bir büyücü İran'a gelir. Dehhak çeşitli hilelerle hükümdarlığı ele geçirir. Efsaneye göre Cemşid'in iki türlü sonu vardır 1- Kaçarak Çin'e gitmiştir ( Ki Çinde de boş durmamış bir Çinli Prensesle gönül ilişkisi filan olmuş diyorlar ) 2- Çine mine gidememiş garibim. Bu zalim Dehhak onu testere ile dilim dilim doğramış. ( Ya da Çin'e gitmiş, sonra tekrar ülkesine dönüp tahtını geri almak istemiş ama Dehhak onu öldürtmüş) Her neyse...
Dehhak dünyanın gördüğü, göreceği en büyük zalimlerden biriymiş. Bu herifin sırtında korkunç yaralar olduğu gibi iki tane de korkunç yılanı varmış. Hem kendisine çok acı veren o yaraları tedavi etmek, hem de yılanlarını beslemek için her gün iki tane çocuk kurban edilir , beyinleri bu yaralara sürülür, sonra da yılanlara verilirmiş onların beslenmesi için.
Her gün iki çocuk böylece kurban verilirken Dehhakın sarayına halktan iki aşçı girmiş. (Armayel ve Garmayel ) Bunlar çocukların hiç olmazsa birini kurtarabilmek amacıyla sadece bir çocuğu kesip beynini alıyor ve bir de koyun beyni karıştırarak Dehhak ve yılanları için kullanıyorlarmış. ( Dehhak salağı ve onun salak yılanları madem ki insan beyni ile koyun beynini ayırt edemiyor o halde Armayel ve Garmayel neden iki çocuğu birden kurtarmıyor da ille ikisinden birini kurban veriyorlar, işin o kısmını anlamadım. Bir kayıt da bulamadım.) Kurtardıkları bir çocuğu ise Demirci ustası Kava'ya gönderiyorlarmış. Kava demirden silahlar yapıp bu çocukları savaşçı olarak yetiştirmeye başlamış.
Gel zaman git zaman sıra Kava'nın çocuğuna gelmiş. Kava çocuğunu bizzat kendi elleriyle Dehhak'a vereceğini söyleyerek onun huzuruna gelmiş çocuğu ile birlikte. Tam Dehhak'ın karşısına geçince de kaftanı içinde sakladığı Gürz-ü Kemberi (Bir çeşit çekiç ) Dehhak'ın kafasına indirdiği gibi bu zalimi öldürmüş. Bu sırada Kava'nın yetiştirdiği çocuklar ve halk da Dehhak'ın öldüğünü haber alınca isyan etmişler ve böylece esaretten kurtulmuşlar.
İşte Demirci Kava'nın Dehhak'ı öldürdüğü o gün 21 Martmış..Yani Nevruz... Ateş ne alaka diye soracak olursanız: İki alaka var 1- Demirci Kava'nın askerleri birbirleriyle haberleşmek için dağlarda ateş yakıyorlarmış. 2- Demirci Kava Gürz-ü Kember denilen çekicini zalim Dehhak'ın kafasına indirdiği anda Dehhak'ın senelerden beri yaktırdığı ateş kendiliğinden sönmüş efsaneye göre.
Aslında Firdevsî'nin Şehnamesinde de anlatılan ve bir olaydır Demirci Kava efsanesi. Ancak hemen şunu belirtelim ki bizim bazı yazar-çizer takımının dediği gibi bu efsane 'Ergenekon Destanının değiştirmiş hali' - kesinlikle- değildir. Tamamen farklı bir destandır. Peki bir Kürt destanı mıdır? Oldukça tartışmalı bir konu çünkü bu efsane Hz. Nuhtan da önce cereyan eden bir olaydır. ( Bir sonraki bölümde görüleceği üzere ) Hz Nuh'dan önce Kürt diye bir topluluk var mıydı, bırakın Kürdü herhangi bir millet var mıydı? İşte orası soru işareti. Ancak hemen belirtelim ki bu Demirci Kava efsanesi çok farklı şekillerde de anlatılmaktadır.
Bir bölüm daha kaldı.