Sonunda Darülacezeye Düştüm.
SONUNDA DARÜLACEZEYE
DÜŞTÜM.
İstanbul’da Şişli ilçesine bağlı Okmeydanı semtinde Darülaceze adlı bir kurum
vardır. Ülkemizdeki pek çok kurumun adı harf ve dil inkılabından sonra değişmiş
olsa da bu kurum yapıldığı günden bugüne kadar adı değişmeden günümüze kadar
gelmiştir: Darülaceze ( Dâr-ül aceze = Acizler evi )
Bu kurum aslında herkesin tanıması, bilmesi gereken bir kurumdur. Özellikle de
Osmanlı yönetimini zulm ile suçlayanlar tarafından..’’ Zulüm 1453 debaşladı’’
diyenler tarafından... 1999 yılında o binanın girişindeki duvara kurucusu II.
Abdülhamit’in resmi asıldığında o resmi çürük yumurta yağmuruna tutan
vatansever gençlerimiz(!) ( Bugünün gençleri değiller tabii ki) tarafından...
Neden mi bilinmeli? O zaman Darülacezenin tarihi ve özelliklerine kısaca biraz
dokunalım:
Darülaceze’nin
kuruluş süreci 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar uzanmaktadır. Bu savaşın
ardından, göçler başlamış 1877-79 arasında İstanbul’a dört yüz bine yakın
göçmen gelmiştir. Sokaklarda evsiz, barksız, hasta, kimsesiz çocuk ve
dilenciler artmıştır.
İstanbul’daki dilencileri, sokaklarda başıboş
gezen kimsesiz çocukları, cami avlusunda yatan kimsesiz muhtaçları bir araya
toplayıp ıslah ederek sanat sahibi yapmak, kimsesizlerin son ömürlerini huzur
içinde yaşamalarını sağlamak maksadıyla zamanın Padişahı II. Abdülhamid, bir
Darülaceze kurulmasını ferman ile emir buyurmuştur. Bu ferman sonrası
oluşturulan komisyonun tetkikleri neticesinde, Darülaceze’nin Okmeydanı’nda
kurulmasının muvafık olacağı ve inşaatının 72.000 altın liraya çıkabileceğini
padişaha arz etmişlerdir. Bunun üzerine Darülaceze’nin Okmeydanı’nda inşasına
başlanması Padişahın 25 Mart 1306 (6 Nisan 1890) tarihli fermanı ile emir
buyrulmuş ve bu ferman 30 Mart 1306 (11 Nisan 1890) tarihli Resmî Tebliğ ile
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Sultan Abdülhamid , Darülaceze’nin kuruluş
masraflarını karşılamak üzere 7.000 altın lira kıymetindeki eşyasını hediye
etmiş, 10.000 altın lira da nakit olarak bağışlamıştır. Ayrıca yardım
kampanyası düzenlenmiş, geniş bir katılım sağlanmış ve toplanan teberrularla
50.000 altın lira toplanmıştır.
Böylelikle temin edilen inşaat parası ile 6 Ekim
1892 tarihinde 21 koyun kesilerek Darülaceze’nin temeli atılmış ve Sultan
Abdülhamid Han’ın cülusunun sene-i devriyesi olan 19 Ağustos 1895 tarihinde
binaların inşaatı tamamlanarak fotoğraflardan oluşan iki albümle birlikte
anahtarları Sultan Abdülhamid'e teslim edilmiştir. Darülaceze’nin resmî
açılışı 31 Ocak 1896 tarihinde yapılmıştır.
Drülaceze bir idare
binası, sekiz aceze( kalan hasta ve yoksulların yattığı yer ) dairesi, çocuk
yuvası, revir ve hastane, cami, kilise, sinagog, iş ocakları, aş ocağı, fırın,
hamam, çamaşırhane, gasilhane, berberhane, hemşire ve bakıcılar için personel
lojmanları, rehabilitasyon merkezi, hayvan kesimhanesi, demirbaş eşya deposu,
kuru gıda ambarı, yaş sebze ve meyve muhafaza deposu, buzhane gibi üniteleri
içine alan 20 binadan oluşmaktadır. Evet, dikkatiniz çekerim: Cami, kilise ve
sinagog var Darülacezede. Yani bu kurum sadece Müslüman- Türkler için yapılmış
bir kurum değil. Burada 2019 yılı itibariyle 123 senedir din, mezhep, dil, ırk,
sınıf ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bakıma muhtaç kimsesiz, yaşlı ve sakat
insanlarla, sokağa terk edilmiş 0-6 yaş arası çocuklar ücretsiz olarak, her
türlü ihtiyaçları karşılanarak barındırılmaktadır.
Lafı dolandırıp durduğumun farkındayım da Darülacezeye
düşmek öyle övünülecek bir şey değil elbette. O bakımdan lafa nasıl başlayacağımı
bilemiyorum. Neyse, pat diye en başından başlayayım.
Gündüz saat 12.00 gibi telefonum çaldı. Arayan her kimse telefonumda kayıtlı
değildi.
-Alooo. Hocam beni tanıdınız mı?
Hay Allah. Adam karşımda olsa belki tanıyacağım ama telefondan nasıl tanırım
ki?
-Hık, mık, şeyyy.
-Benim hocam ben. Şimdi tanımışsınızdır.
‘’ Benim’’ Dedi ya mutlaka tanımalıyım öyle değil mi?
-Şeyyyy. Sesinizi alamadım.
Gerçi sesini alsam da taınmazdım ya. Bazen öz abime bile soruyorum ‘’ Kimsin
kardeşim sen. Kendini tanıtsana.’’ Diye. Öylesine bir hastalıktır bende. Kendi
öz abimin sesini bile tanımam telefonda.
-Ya Hocam, ben Şehmuz. 255 Şehmuz... Batman Lisesinden öğrenciniz.
-Aaaaa 255 Şehmuz, hem de Batman Lisesinden. Nasıl tanımam ki? Alt tarafı
aradan hepi topu 30 sene geçmiş. Sınıfın en çalışkan öğrencisiydin değil mi?
-Yok Hocam. Sınıfın en çalışkanı olan Şehmuz 347 Şehmuz’du. Ben en tembeli olan
Şehmuz’um.
-Hımm. Hatırladım ( Palavra tabii ki. Hatırladığım filan yok ) Eee. Ne var ne
yok Şehmuz? Nerelerdesin? Ne iş yapıyorsun?
-Hocam ben İstanbul’dayım. İş adamı oldum. Amelelik, ırgatlık, kağıt
toplayıcılığı,ne iş bulsam yapıyorum. Siz nerelerdesiniz hocam? Emekli oldunuz
mu?
-Ben de İstanbul’dayım Şehmuz. Emeki oldum çok şükür.
-Ne güzel. Madem İstanbul’dasınız görüşelim hocam. Neredesiniz şu an?
-Şehmuzcuğum ben şu an Darülacezedeyim.
-Amanınnn. Demeyin Hocam.
-Niye ki? Darülacezedeysem Darülacezedeyimdir. Başka ne diyebilirim ki?
Karşı taraftan resmen bir hıçkırık sesi geldi. Akabinde Şehmuz ağlamaklı bir
sesle konuştu.
-Vah benim sürmeli gözlü sevgili hocam vah. Demek Darülacezedesin ha? Ne kadar
üzüldüm bilemezsin.
Fesüphanallahhhh. Yahu bunda üzülecek ne var anlamadım. Tam Şehmuz’a cevap
vereceğim ‘’ Sürmeli gözü de nereden çıkardın evlat?( Kör ölünce sürmeli gözlü olurmuş ya. ) Hem bunda üzülecek ne var?’’
Diye; pat diye telefonun şarzı bitmesin mi?
Neyse efendim metrobüs Darülacezeden sonra, Okmeydanı, Çağlayan, Mecidiyeköy,
Zincirlikuyu, 15 Temmuz şehitler Köprüsü, Burhaniye, Altunizade, Acıbadem,
Uzunçayır, Fikirtepe derken Kadıkö-Söğütlüçeşmede ‘’ Bu durak hattımızın son
duradığıdır. İnin Lan gari. 65 dakikadır kıçınız nasır bağlamadı mı?’’ Deyince
Metrobüsten indim.
Kadıköy, Rıhtıma inip oradan Beykoz’a giden belediye otobüsüne binerekten ve
elini Beykoz. Bir iki saat dolanıp çoook çoook eskileri yâd ettikten sonra tekrar
Kadıköy’e döndüm. Oradan toruna beş adet hikaye kitabı aldım. Henüz tabii ki
okuyamıyor ama şimdiden kitap hastası maşallah. Eve geldiğimde kitapları
görünce sevincini görmeliydiniz.
Neyse efendim... Ben eve geldiğimde Şehmuz’u da onunla yaptığım konuşmayı da
çoktan unutmuştum. Ta ki telefonumu şarj edip bu arada bilgisayarımı açıncaya
kadar.
Bilgisayarı açar açmaz bir baktım 78 adet mesaj var. Aman Allah’ım. Olacak şey
değil. Bana bir günde 78 mesaj...Bazıları şöyle:
-Hocam ! Çok üzüldüm. Yapabileceğimiz bir şey varsa lütfen çekinmeden söyleyin.
-Koskoca Sami Hocayı Darülacezeye düşüren bu sisteme lanetler olsun.
-Bir baba on evladına bakar ama üç evladı bir Sami Hocaya bakamadı demek ki.
Yazıklar olsun.
-Hocam ! üzülme, mahzun olma. Bu da sizin imtihanınızmış. Allah sabırlar
versin.
-Vah hocam vahhh. Bunca zaman kan kustun, kızılcık şerbeti içtim dedin demek
ha?
-Hocam ! Ziyaret saatleri ne zaman. Mutlaka sizi ziyaret etmek istiyorum.
-Hocam ! Darülacezede siz iyi bakıyorlar mı? Bakmıyorlarsa söyleyin, hatırı
sayılır dostlarımız var. Sizi el üstünde tuttururuz merak etmeyin.
-Hocam ! Paradan yana bir sıkıntınız olursa bir alo demeniz yeterli. Telefon No:
0530.......
Hay Allah’ım ya ‘’ Darülaceze- Perpa ‘’ Durağındayım yerine kısaca ‘’
Darülacezedeyim ‘’ Demem nelere yol açmıştı. İşin daha da komik olan tarafı
kara haber(!) ne kadar da hızlı yayılmıştı.
Ha bu arada arkamdan ‘’ Beter olsun ‘’ Diyenler de olmuş.
Şimdi eminim bazı arkadaşlar yazıyı okumadan, sadece başlığı okuyarak ‘’ Hocam
çok geçmiş olsun. Düşmez kalkmaz bir Allah. Üzülmeyin’’ Mealinde mesajlar
yazacaklardır. Zira bizim ülkemizde anlamadan, dinlemeden yorum yazma, fikir
yürütme gibi bir hastalığımız var. Okumak ise bayağı bir sıkıntı zaten.
Sonuç:
İnsan hiç bir zaman ‘’ Ne idim’’ dememeli ‘’ Ne olacağım?’’ demeli. Çok şükür
bugün için Darülacezede filan değilim. Ama bir saniye sonramıza bile garantimiz
olmayan bu dünyada her şey mümkündür.
Arap şeyhlerinin ağırlığınca altın döküp haremlerine atmak istediği, ünlü iş
adamlarının ayakkabısından şampanya içtiği Cahide Sonku’nun ya da İstiklal
Harbimizin altın madalyalı kahramanı Kara
Fatma’nın son nefesini Darülacezede vereceği kimin aklına gelirdi ki?
(
Sonunda Darülacezeye Düştüm. başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
10.12.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.