Yıl 1973.
Her yıl olduğu gibi o yıl da Oscar ödülleri dağıtılacak.
O yıl ‘’ Goodfather’’ ( Baba ) Filmindeki muhteşem oyunculuğu ile Marlon
Brando, en iyi erkek oyuncu dalında Oscar ödülüne layık görülmüş. Herkes
merakla onun sahneye çıkıp ödülünü almasını beklerken sahneye Kızılderili
geleneksel kıyafetleri içinde Kızılderili bir kız çıkıyor Oscar ödülünü Marlon
Brando adına almak için.
Evet, adı Sacheen Litlefeather olan olan Kızılderili kız sahneye çıkıyor ama
ödülü almıyor. Yani Marlon Brando, Oscar ödülünü almayı reddetmiştir.
Bir Apaçi Kızılderilisi olan Sacheen Litlefeather, sahnede Marlon Brando’nun
hazırlayıp kendisine verdiği yazıyı okuyor. O yazıda aynen şöyle denmektedir:
"200 yıl boyunca toprağı, yaşamı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşan
yerli halka şöyle dedik: 'İndir silahını arkadaş, gel beraber oturalım. İndirirsen
eğer silahını arkadaş, barıştan söz ederiz senle, anlaşırız senin hayrına.'
Silahlarını indirdiklerinde ise onları
katlettik biz. Onlara yalan söyledik. Onları topraklarından koparmak için
kandırdık. Onları açlığa mahkûm ettik, ki hiçbir zaman sadık kalmadığımız ve
adına antlaşma dediğimiz o kağıtları zorla imzalasınlar. Onları, yalnızca
yaşamın anımsayabileceği kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada
dilencilere döndürdük ve tarihi nasıl yorumlarsanız yorumlayın, ne kadar
çarpıtırsanız çarpıtın, biz doğru davranmadık. Ne adil davrandık ne de dürüst. Onlara
ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de antlaşmalarımıza sadık kalmak.. çünkü
gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gasp etme,
yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken yaşamlarını
ellerinden alma hakkını sağlıyordu. Onların erdemleri suça dönüşürken bizim
ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu.
Fakat bu sapkınlığın ulaşamayacağı bir şey
var, o da tarihin büyük hükmü. Emin olun tarih bizi yargılayacaktır ama
umurumuzda mı? Bu nasıl bir ahlâki şizofrenidir ki, tüm dünyanın işitmesi için
ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar taahhütlerimizi
yerine getirdiğimizi haykırırız da, tarihin tüm sayfaları ve Amerikan
yerlilerinin son 100 yıl boyunca geçirdiği tüm o aç, susuz günler ve geceler bu
sesin dediklerinin tam tersini söyler.
Görülen o ki, bu bizim ülkede ‘komşunu
sev’ ilkesi ve bu ilkeye saygı artık işlemez hâle gelmiş ve tüm yaptığımız,
gücümüzle yapmayı başarabildiğimiz ancak ve ancak, dost da olsa düşman da, yeni
doğan ülkelerin umutlarını yok edecek şekilde onlara bizim insancıl, uygar
olmadığımızı ve sözümüzü tutmadığımızı göstermek olmuştur.
Belki de şu anda kendi kendinize, 'Hay
aksi şimdi bunun akademi ödülleri ile ne ilgisi var canım!' diyorsunuz. 'Bu
kadın burada ne arıyor, hem akşamımızı berbat etti, hem de bizi ilgilendirmeyen
konularla yaşamlarımıza girdi, üstelik umurumuzda bile değil. Zamanımızı ve
paramızı harcadığı gibi bir de evlerimize istemeden girdi.'
Sanırım bu sorulmamış soruların cevabı,
sinema dünyasının da en az diğerleri kadar yerlileri küçük düşürmekle, onları
vahşi, düşmanca ve kötü göstererek karakterleriyle alay etmekle sorumlu
olmasında yatıyor. Bu dünya çocukların büyümesi için zaten yeteri kadar zor. Yerli
çocuğu televizyon izlerken film de izler ve soyunu filmlerde anlatıldığı gibi
görünce o zihinlerin nasıl zedelendiğini bilmemiz mümkün değildir.
Geçenlerde bu durumu düzeltecek birkaç
sendeleyen adım atıldı, ancak çok az ve çok aksak.. Öyle ki, bu mesleğin bir
üyesi olarak, bir Birleşik Devletler yurttaşı olarak bu gece bu ödülü kabul
etmek içimden gelsin. Öyle düşünüyorum ki bu ülkede şu anda ödül almak ya da
vermek, Amerikan yerlilerinin durumları önemli oranda düzeltilmediği sürece
uygun değildir. Eğer kardeşimizden sorumlu olamıyorsak en azından celladı
olmayalım. Bu gece doğrudan sizinle konuşuyor olabilirdim ancak YARALI DİZ’e
(wounded knee) gidip, ırmaklar aktıkça ve otlar büyüdükçe onursuz kalmaya devam
edecek bir barışın kurulmasını engelleyebilmek için elimden gelen yardımı
yapmakla daha yararlı olabileceğimi hissettim.
Ümit ederim ki şu anda dinleyenler bunu
kabalık olarak addetmez de, yaşayan hafızanın ötesinden beri yaşamlarını
destekleyen bu toprakların üzerinde tüm insanların özgür ve bağımsız kalma
hakkı olduğuna inandığımızı söylemeye hakkımız olup olmadığı gibi önemli bir
konuda dikkati çekmek için yapılmış samimi bir çaba olarak görürler. Bayan Littlefeather’a
gösterdiğiniz incelik ve nezâket için teşekkür ederim. Hepinize teşekkür ederim
ve iyi geceler dilerim."
Evet, Marlon Brando bir şeylere dikkat çekiyordu ve hazırlayıp Sacheen
Litlefeather’a verdiği kağıtta yazılı olan ‘’YARALI DİZ’’ aslında Amerika’nın
ve Amerikalıların halı altına süpürüp hafızalarından sildikleri çok büyük bir
utanç kaynağıydı.
Peki neydi Yaralı Diz?
Yaralı Diz olayının ne olduğunu anlamak için öncelikle büyük Kızılderili reisi
Oturan Boğa’yı ( Sitting Bull/ Ya da Tatanka İyotake) tanımamız lazım.
Bizlerin bile iri yarı olup fazla hareketsiz insanlarla dalga geçmek için
kullandığımız ‘’Oturan Boğa’’ lakabı aslında 1831 yılında dünyaya gelmiş, Siyu
Kızılderililerin Lakota grubundan Hunkpapa kolunun reisi Oturan Boğa’nın
adıydı.
Kabilesine reis olduktan sonra hayatının önemli bir bölümünü Amerikalılarla
savaşarak geçirdi. Hatta 27 Haziran 1876 da 7. Amerikan Süvari Birliğini yeme
başarısını gösterdi ama idaresindeki 3500 savaşçı ile Amerikan ordusunu imha
etmesi mümkün olmadığı için ailesini ve çocuklarını korumak amacıyla Kanada’ya
çekildi.
1881 de Montana’da bir Amerikan birliğine saldırdı ama bu sefer yakalandı. Amerika
normal şartlarda onu idam ederdi fakat idamdan da beter bir duruma sokmayı daha
uygun gördü.
Oturan Boğa 1881 yılından 1890 yılına kadar artık Vahşi Batı Sirkinin insanları
eğlendiren bir soytarısı idi. Amerikalılar akın akın sirke geliyorlar ve bu
acayip(!) canlıyı seyredip gülüp eğleniyorlardı. Böylece Kızılderililerin ne
kadar vahşi(!) işe yaramaz(!) insan bile denemeyecek canlılar(!) olduklarını
görüyorlardı. Öte taraftan Amerika, Oturan Boğa’yı maskara bir maymuna
döndürerek Kızılderililerin direniş umutlarını da söndüreceğini hesap etmişti.
Öyle ya en büyük şeflerinden Oturan Boğa bile Amerikan sirklerinde insanları
eğlendiren sefil bir mahluka dönmüşse kim Kızılderililere önderlik edecek de
Amerikan vahşetine karşı mücadele edilecekti?
Oysa Oturan Boğa bir zamanlar bakın neler diyordu?
" Dünya güneşi kucakladı ve biz bu sevginin sonuçlarını görüyoruz, şimdi
biz yoksuluz ama özgürüz. Adımlarımızı beyaz adam kontrol edemez ve eğer bizler
öleceksek, doğrularımızla öleceğiz.
Bana hırsız diyorlar, oysa topraklarımızı ve zenginliklerimizi hangi beyaz adam
'çalmadım' diyebilir? Kim bana aç gelip de tok dönmedi?
Ben hangi kanunu çiğnedim? Hangi beyaz kadın benim tarafımdan esir alındı veya
hakarete uğradı? Kim benim eşimi ya da çocuklarımı dövdüğümü gördü?
Kendime ait olanları seviyor olmam yanlış mı? Babamın yaşadığı yerde Siyu
olarak doğdum, halkım ve topraklarım uğruna ölebileceğim için mi bana vahşi
diyorlar.
Sahip olma arzusu, Beyazlarda bir hastalık olmuş. Beyaz adamlar, sadece
zenginlerin bozabileceği birçok kural koymuşlar. Yönetici olan zenginleri
güçlendirmek için fakirler ile güçsüzlerden vergiler alıyorlar.
Bizim annemizin, yani toprağın, kendilerinin olduğunu söylüyor, komşularını
çitler yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar; toprağı binalarıyla ve diğer
süprüntüleriyle çirkinleştiriyorlar. Beyaz adamlar, baharda yatağından taşarak,
yoluna çıkan her şeyi yok eden bir ırmağa benziyor.
Kartallar kartaldır, karga gibi olamazlar.’’
Oturan Boğa ‘’ Kartallar kartaldır, karga gibi olamaz’’ Demişti ama 1890 yılına
geldiğimizde o görüntü olarak bir kartaldan daha çok kargaya benziyordu. Ama
işin aslı farklıydı ve Oturan Boğa çok haklıydı; Kartallar kartaldı. Karga gibi
olamazlardı.
1889 Yılında Kızılderililer arasında bir kurtarıcının gelip kendilerini topraklarını ellerinden alan bu zalimlerden kurtaracağı inancı yaygınlaşmaya
başlamıştı birden bire. Bu inancı kim yayıyordu, nereden çıkmıştı bu inanç,
Amerikalılar anlayamıyordu.Artık Kızılderililer sık sık adına ‘’ Hayalet Dansı(
Circle of the Life ) ‘’ adı verilen bir dans yaparak bu inançlarını
pekiştiriyorlardı.
ABD Hükumeti, Hayalet Dansını yasaklasa da Kızılderililerin her yerde, her
ortamda bu dansı yapmaları fena halde canlarını sıkmaya başlamıştı. Her ne
kadar bu dans gösterilerinde Kızılderililerde tek bir silah görülmese bile bir
dans ABD yi tedirgin etmiş, böyle bir dansı kendileri için tehdit olarak
görmeye başlamışlardı. İyi de bu hareketin arkasında kim vardı?
Yaptıkları araştırmalar Hayalet Dansının arkasındaki isim olarak Oturan Boğa’yı
işaret ediyordu. Büyük bir polis ekibiyle Oturan Boğa’nın yaşadığı evi
kuşattılar. İşte o anda da sirklerde insanları eğlendiren bu palyaçonun nasıl
bir kartala dönüştüğünü gördüler.
Oturan Boğa 15 Aralık 1890 da pek çoğu maalesef ABD hizmetine girmiş
Kızılderili soydaşları olan ABD polisiyle kıyasıya bir savaşın içine girdi tek
başına. Sonunda vurularak öldürüldü ama yorgan gitmiş kavga bitmiş değildi
daha.
Oturan Boğa’nın bıraktığı yerden mücadeleyi Koca Ayak ve Kızıl Bulut gibi
Kızılderili reisleri devraldı. Oturan Boğa mı başlatmıştı bilinmez ama ‘’
Hayalet Dansı ‘’ Devam ediyordu.
Oturan Boğa’nın öldürülmesinden sonra ABD Hükumeti Koca Ayak’ın peşinde düştü
ve onun hükumet kuvvetlerine teslim olmasını istedi. Koca Ayak ise dostu Kızıl
Bulut’un yanına gitmek için kabilesini topladı ve yola çıktı.
ABD asker ve polisi Koca Ayak ve kabilesini Yaralı Diz vadisi denen bir yerde
kıstırdı ve 29 Aralık 1890 da 62 si kadın ve çocuk olmak üzere 153 kişiyi orada
katletti. Hayatta kalanlar da bastıran şiddetli tipi nedeniyle donarak öldüler.
[*]
Yaralı Diz Katliamı, öldürülen insan sayısına bakıldığında belki de bir
soykırım değildi ancak Kızılderililer ile ABD arasındaki son savaş olan bu
savaş öncesinde Amerikalılar yaklaşık olarak 200 sene içinde ve yine
yaklaşık olarak 70 Milyon Kızılderili katletmişlerdi.
Bugün Amerika’nın asıl sahibi olan Kızılderililerin toplam sayıları ancak 5
milyon civarındaymış.
Yazıyı Yaralı Diz Katliamını yaşayan iki Kızılderilinin daha sonraki
anılarından pasajlarla noktalayalım:
Katliamı yaşayanlardan biri olan Gelincik Louise katliamı
şu sözleriyle anlatır: "Kaçmaya çalıştık. Ama yaban sığırı gibi
bir bir vurdular bizi. Beyazların içinde de iyi insanlar bulunduğunu biliyorum,
ama kadınları ve çocukları da vurduklarına bakılırsa askerler çok kötü insanlar
olmalı. Kızılderili askerler beyaz çocuklara asla böyle yapmazlardı."
Katliamı yaşayan şaman Kara
Geyik katliamı şu sözleriyle özetler:
"O zaman kaç kişinin
öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere
baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve
çocukları hâlâ o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o çamurun içinde bir
şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir
halkın düşü öldü orada...”
.....................................
[*] 1890 lı yıllarda Ermeniler Osmanlı Devletine karşı en şiddetli isyanlarını
yapmaktaydılar. Peki bu isyanların arkasında hangi devlet vardı dersiniz? 5.
Fotoğrafta da gördüğünüz gibi Erzurum ilimizde bir konsolosluk açmış olan
ABD...Düşünmek lazım: ABD nin Erzurum’da – Ermenileri ayaklandırmak dışında-
bir konsolosluk açmak için başka bir sebepleri olabilir mi?
Ve o yıllarda bir taraftan Kızılderilileri yok ederken bir taraftan ülkemizdeki
Ermenileri ayaklandırarak çıkan isyanlarda pek çok Türk ve Ermeni'nin ölmesine
sebep olan ABD, bugün bizi Ermeni soykırımıyla suçluyor.
FOTOĞRAFLAR:
1- Sacheen Litlafeather
2- Oturan Boğa
3- Yaralı Diz Katliamı
4- Kızıl Bulut
5- 1890 lı yıllarda Erzurum’daki ABD Konsolosluğu.