Fatma, telefonun alarm sesiyle irkilerek
uyandı. Alarmı erteleyip yeniden uykuya dalmak isterken, sol tarafında yatan yabancıyı
gördü. Geceyi hatırladı birden. Doğruldu ve yanında yatan genç adamı
sertçe dürttü.
-Hey kalk. Kalk arkadaşım. Otel mi sandın burayı?
-Hıı…
-Kalk dedim. İşim gücüm var!
-Günaydın.
Ters ters baktı yabancıya.
-İstiyorsan bir kahve yaparım.
-İyi olur.
Kısa sürede elinde kahve fincanıyla yaklaştı adama.
-İç ve mümkünse hemen git!
-Ama Fatoş!
-Ne var?
-Neyin var senin böyle? Oysa gecemiz güzel geçti
sanıyordum.
-Tamam, evet gece güzeldi. Ama hepsi bu. Şimdi izninle duşa gireceğim.
Giderken kapıyı çekmeyi unutma.
Aniden geri dönerek;
-Ha bir de! Sana güvenebilirim değil mi? Zaten
işe yarar pek bir şey yok. Birkaç heykel
var. O da senin işine yaramaz.
-Yok, olur mu? Çok yaratıcı buldum
heykellerini.
Fatma cevap vermedi. Kapıyı
çekti ve duşa girdi. Genç adam, kızın bu halinden afallamış halde kahve
fincanını bir köşeye kızarak bıraktı. Hızla giyinip, ayakkabılarını eline alıp,
evi terk etti.
Duştan çıkınca, salonu gözden geçirdi. Adamın orada olmadığını anlayınca
rahat bir nefes aldı.
“Oh! Nihayet yalnızım. Ne harika bir gün.”
Dolaptan çıkardığı
yeşil bir kazak, aynı renkte kareli mini bir etek giydi. Uzun siyah pardösüsünü
ve yeşil atkısını alarak, çantası kolunda kapıyı kilitledi.
Yürürken, her zaman uğradığı iki sokak ötedeki şirin, küçük kafeye girdi.
Buranın atmosferi ona huzur veriyordu. Geldiğini gören genç garson, kalp
atışlarının hızlandığını hissetti.
-Hoş geldiniz Fatoş Hanım.
-Hoş buldum. Bir tane espresso lütfen!
-Hemen getiriyorum.
Bakışlarını caddeye çeviren Fatma, gelip geçenleri
izlemeye başladı.
”Ne kadar mutlu ve aynı zamanda mutsuzlar!” Diye düşündü.
Ardından yan tarafta oturan bir çifte takıldı gözleri.
Kadın adama bir şeyler anlatmaya çalışırken, adam dinliyormuş rolü yapıyordu.
-Aşkım sen beni dinlemiyorsun ama…
-Efendim hayatım. Ne demiştin?
-Hiç boş ver. Ne yapalım bugün?
-Bilmem ki. Sen bilirsin.
Fatma'nın onları izlediğini fark eden kadın, yanındaki
adama iyice sokuldu. Bu hali sezen Fatma, bir an onlara tiksintiyle karışık
öfkeyle bakıp “İkisi de harika rol yapıyor.”
Diye düşünüp başını çevirdi.
-Buyurun... Her zamankinden Fatoş Hanım.
-Teşekkürler.
Garson bir süre başında bekleyince;
-Bir şey mi vardı?
-Şeyy... Fatoş Hanım, sizi uzun süredir burada görüyorum.
Her gün gelir gidersiniz. Nasıl desem ki. Beni yanlış anlayacağınızdan
korkmasam…
Sözünü yarıda kesen Fatma;
-Ne söylemek istiyorsunuz? Beni beğendiğinizi mi?
Böyle bir tepki beklemeyen genç garson şaşkın bakışlarla;
-Aaa! Evet.
-Peki, teşekkürler.
Birden aklına geç kaldığı gelince hızla kafeden ayrıldı.
Okula varınca kampüste yine onlarla karşılaştı.
-Fatoş ne haber?
“Bir de sırıtıyor utanmadan!”
-Bebeğim, Fatoş sen hala orada mısın?
“Evet. Oradayım geri zekâlı!“
-Hayatta bu gibi olaylar doğal karşılanmalı değil mi?
İkisine de
tiksintiyle bakıp, yüzüne taktığı bir gülümsemeyle;
-Evet öyle!
Hızla dersin olacağı amfiye girdi. Üçüncü sırada
oturan Selma’nın yanına oturdu.
-Nihayet geldin. Ders başlamak üzere.
-Anca gelebildim.
-Ne oldu? Rengin solmuş gibi.
-Yok, bir şey. İki gereksizle karşılaştım da!
-Ne yüzsüzlük. Bari eski sevgiline saygı duy. Aldat!
Üstüne hiç bir şey olmamış gibi davran.
-Her neyse. Hiç umurumda değil.
-Peki, Fatma'cığım sen iyi ol da.
-Ne Fatma'sı. Rica ederim. Fatoş demeyi hiç bırakma. Hiç
sevmem zaten. O ne öyle köylü kadını ismi!
-Peki canım, af edersin.
Ders bitiminde iki kız kol kola caddede yürürken, yağmur
çiselemeye başladı.
-Şurada bir yerde otursak mı?
-Olur.
Kafeye girince;
-İki çay lütfen. Dedi Selma.
-Ayy! Ne çayı ya. Espresso lütfen.
Bir süre hiç konuşmadan oturdular karşılıklı. Sessizliği
Fatma'nın sesi bozdu.
-Biliyor musun bir hayranım var.
-Kimmiş?
-Bizim evin oradaki kafede çalışan garson çocuk.
-Nasıl biri anlatsana. Yakışıklı mı?
-Evet oldukça.
-Eee. Anlat hadi.
-Eesi beni beğendiğini söyledi.
-Sen ne dedin?
-Hiç!
-Hiç mi?
Telefonun titreşimiyle konudan sıyrıldılar. Fatma ekrana
bir süre gözünü ayırmadan baktı. Sonra yavaşça kulağına götürdü.
-Alo?
-Alo! Fatma, kızım.
-Evet!
-Kızım. Ah yavrum babanı… Babanı kaybettik.
-…
-Alo! Fatma’m! Güzel gözlüm. Orada mısın?
-Buradayım.
-Ah ben ne yaparım şimdi. Ah bir başıma kaldım!
-Nasıl oldu?
-Kalp krizi. Baban uzun zamandır hastaydı biliyorsun.
-Evet!
-Gelmeyecek misin kızım?
-Gelmeye çalışacağım.
-Gelmeye çalışacağım ne demek! Senin aklın başında mı?
Baban öldü diyorum. Hiç mi hakkı yoktu sen de?
-Anne!
-Ne anne ne! Sen bizi sildin ya sebepsiz yere. Biz seni
hiçbir zaman silmedik babanla.
-Anne tamam. Uzatma geleceğim.
-Ah yavrum benim gel. Beni yalnız bırakma.
Telefonu usulca bıraktı masaya.
-Ne oldu Fatoş?
-Babam ölmüş.
-Ah öyle mi? Başın sağ olsun. Çok üzünçlü bir olay bu
canım.
-Öyle.
-Ne yapacaksın? Bursa’ya gideceksin herhalde.
-Herhalde.
-Tamam güzelim. Ben hep yanındayım unutma. Bak şimdi
aklıma geldi. Bizim çocuklar sinemaya davet etmişlerdi. Şimdi gitmesem
ayıp olur. Sana da gel derdim ama abes kaçar böyle bir durumda.
-Git canım sen. Eğlenmene bak!
-Seni de böyle bırakmak içime sinmiyor ama. Bak ara
mutlaka beni merakta bırakma.
-Olur.
-Peki. Görüşürüz! Deyip koşar adımlarla uzaklaştı. Ardından acı bir gülüşle bakan Fatma da kalktı. Kasaya uğrayıp hesabı ödedi ve
-Bu iğrenç türkü de ne? Başka şarkı mı kalmadı? Deyip
çıktı.
Eve giderken yağmur gittikçe
şiddetlenmiş sağanağa dönmüştü. Herkes, koşa koşa sığınacak bir yer ararken,
Fatma aksine yağmurun kollarına bıraktı kendini. Hoşuna gitmişti ıslanmak.
Hatta yolu uzatmak için park tarafına geçti. İleride büyük bir ağacın altında
oynayan, beş altı yaşlarında bir erkek çocuğu gördü.
“Çocuk !” Diye seslendi. Çocuk hiç oralı olmayınca;
“Çocuk sana diyorum. Bakar mısın?”
Başını ani bir hareketle çeviren çocuk, kötücül
bakışlarını kıza yöneltti.
-Çok yağıyor. Hasta olacaksın. Annen, baban nerede? Söyle
seni götüreyim.
Çocuk hiç ses çıkarmadan sadece baktı. Yavaşça
çocuğa yanaşıp, elinden tuttu. Birlikte yürümeye başladılar.
-Hadi ama söyle. Evin nerede? Aç mısın? Söylesene
canım. Annen nerede?
Fatma hiçbir yanıt alamayınca sustu. Yağmurda ıslanmayı
hiç dert etmeden yürümeye devam ettiler.
Kafenin oradan geçerken, onları
fark eden genç garson, ceketini alıp bu kez kararlı adımlarla takip etmeye
başladı. Fatma ve çocuk eve geldiler. İkisi de sırılsıklamdı.
-Seni soymak lazım. Üşütürsün böyle. Bakma bana
öyle.
Bu bakışta Fatma’yı ürküten bir şeyler olsa da çocuktan
kurtulmak yerine, onu evine hayatına aldı.
-Gel çıkaralım üzerini.
Az sonra kapı vurulunca paniğe kapıldı Fatma. “Ya annesi yanında polisle geldiyse,
ya kendisini suçlarsa.” Kapı daha
şiddetle çalmaya devam ediyordu. Korkarak kapıya yanaştı ve usulca açtı.
Karşısında, yüzünde içten sıcak gülüşüyle garson genç duruyordu.
-Özür dilerim. Korkuttum galiba.
-Yok yok. Sadece çok ıslandık da. Yani ıslandım.
-Girebilir miyim?
-Aslında çok da uygun bir zaman değil.
-O kimdi?
-Kim?
-Yanındaki küçük çocuk.
-Ah o mu? Küçük kardeşim.
-Öyle mi? Tanışmak isterim.
-Dediğim gibi, daha sonra.
-Öyle mi peki!
-Görüşmek üzere. Diyerek kapıyı kapattı.
Çantasında her daim taşıdığı ufak misketini çıkarıp
çocuğa gösterdi.
-Bak bu benim çocukluğumdan kalma. Tek masum o belki de.
Şimdi öyle değil. Her şey bambaşka.
Yere bakarak uzun uzun düşündü Fatma. Birden yüzünü
kaldırıp çocuğun gözlerinin içine baktı.
-Senin baban var mı?
-…
-Benim var. Daha doğrusu vardı. Öldü! Ama ben hiç
üzülmedim. O kötü. Çok kötü. Küçükken ben… O adam bana kötülük yaparken… Gördü.
Ama görmezden geldi. Neyse, boş verelim bunları. Eminim senin baban
harika bir babadır. Hiç şüphesiz değil mi? Al bak oyna hadi.
-Çocuk yavaşça elini uzatıp misketi aldı. Aldığı gibi de
fırlatıp attı.
-Neden yaptın bunu?
Çocuk o kötücül bakışlarını tekrar kıza sabitleyip,
öylece bir heykel gibi durdu.
-Konuşsana! Dilini mi yuttun? Kötü sen de kötüsün.
Hepiniz kötüsünüz. Seni neden alıp evime getirdim ki? Yürü ailene teslim
edeceğim seni.
Dışarıda hala yağmur vardı. Koşa
koşa en yakın karakola ulaştılar. Çocuğu kapıda bırakıp hızla uzaklaştı. Bir
ağacın arkasına saklanıp olacakları izlemeyi bekledi. Polisler çocuğu fark
edince üç saattir içeride bekleyen anne ve babasına haber verdiler.
Koşarak gelen kadın, ağlayarak kollarını çocuğa uzattı. Çocuk yine sessizdi.
Anne babasının ortasında evlerine doğru yürüyüp gitti. Fatma çantasını
karıştırdı. Ama misketi bulamadı. Sıkıntılı bir yüzle eve vardığında her yerde
misketi aradı. Ama yoktu. Salonun ortasında oturup ağladı. Sabaha kadar orada
yerde yattı.
Gün ışır ışımaz ilk işi
valizini hazırlamak oldu. Dışarıda dünkü havadan eser yoktu. Aşağıya indiğinde
kendisini daha iyi hissetti. Kafenin önünden geçerken içeriye bir bakış attı.
Bakışını gören garson çocuk başını başka bir yöne çevirdi.
Fatma; sağında duran çöp
bidonuna boynundaki yeşil atkıyı çıkarıp attı. Yol boyunca, ileride bir çöp
bidonu daha vardı. Ona da elindeki valizi hiç tereddüt etmeden fırlattı. Kendini
çok hafiflemiş hissetti. Ana caddeye çıktığında bir taksi çevirdi.
-Nereye abla?
-Otogara!
Bir süre dışarıyı seyre daldı. Birden aklına bir şey geldi. Çantasını aceleyle açtı. Uzun uğraşlardan sonra aradığını buldu. Derin bir nefes aldı. Avucunda sıkıca tuttuğu cam miskete tebessümle baktı yol boyu.