Oturma
odasının açık penceresinden içeriye dolan çocuk sesleri, yaz aylarına mahsus
ılık, tatlı rüzgâr, insanı sımsıkı sarıp sarmalayan güneş, televizyon karşısında yemeğinin hazırlanmasını
bekleyen çocuğun uyuklamasına neden oluyordu. Göz kapaklarının kapanmasına
karşı koymakta zorlanıyor, arada bir çizgi film karakterlerinin ani
bağırışlarıyla kendisine gelip, tekrar uykuya teslim oluyordu. Mutfaktan gelen
ses:
-Oğlum hadi gel, yemeğin hazır. Dedi.
İsteksizce
kalkan çocuk mutfağın kapısından başını uzatıp:
-Sosis
kızarttın mı anne? Dedi.
-Ne
sosisi yavrum yaa? Büyümeyeceksin sen bu gidişle, hep zararlı şeyler yersen!
Gel bak otur, mis gibi taze ıspanak pişirdim.
-Of
ya! Yemem ben. Ispanak sevmiyorum!
-Otur
şuraya çabuk. Yemeye başla!
-Anne!
Hayır, yaa yemeyeceğim! Ben Barışlarla
top oynamaya gidiyorum.
-Ne
topuymuş bu? Akşam oldu. Olmaz, otur oturduğun yerde! Bak yaz tatili bitti
neredeyse, ama ödevlerin hala duruyor.
-Bana
ne ya! Çıkacağım işte!
Diyerek, tabağı masanın karşı tarafına itti.
Tabak kıl payı yere düşmekten kurtuldu.
-Ay
senin elin kolun rahat durmaz mı? Tabak kırılacaktı be!
Tehlikeyi
anlayan çocuk, hızlıca kalkıp, ayakkabısını ayağına geçirip dışarıya fırladı.
Arkadaşlarını aramaya başladı. Karşı taraftaki parka geçti. Etrafta hiç çocuk
yoktu. Neredeydi acaba bunlar? Onsuz
başka yerde oyun mu oynuyorlardı yoksa? Çok sinirlendi. Yokuş aşağıya koşarak
indi. Deniz kenarındaydı. Bulduğu taşları suya fırlatmaya başladı hırsla.
Kayalıkların
arasından bir “Ahh!” sesi duydu. Aldırış etmeden devam etti fırlatmaya.
-Yavaş
be! Her tarafım çürük içinde kaldı.
Birisi
konuşuyordu. Ama çocuk, sesin nereden geldiğini bir türlü bulamıyordu.
-Heyyy!
Sana diyorum sert çocuk!
Kayaların
arasına doğru yanaştı çocuk. Kimsecikler yoktu. Tam gidecekken ayakkabısını
gagalayan kahverengi tombul bir güvercini fark etti.
Güvercin;
kurumla başını kaldırıp, yumuk yumuk baktı.
-Nihayet!
Ya gözlerin görmüyor ya da kulakların az duyuyor!
-Ama
sen! Sen nasıl?
-Ne
nasıl? Haa konuşmamı diyorsun sen! Orasını karıştırma.
Ürken
çocuk, geri geri gitmeye başladı. Durumu anlayan kurnaz Güvercin:
-Tatlı
küçük, karnım öyle aç ki! Keşke beni doyuracak bir sahibim olsaydı.
Bir
süre sağa sola sallanan çocuk düşündü. Ardından:
-Sen
burada bekle! Annemin yaptığı ıspanaktan getiririm. Yersin değil mi?
İnce
boynunu öne çıkaran Güvercin:
-Ne
olursun küçük! Beni evine götür. Öyle yalnızım ki. Tek bir arkadaşım bile yok.
Sarsıla
sarsıla ağlamaya başladı Güvercin. Tüyleri diken diken oldu. Olduğu yere
uzanıverdi. Yumuk gözlerini kapatmış numarası yaptı. Çocuk çok acıdı Güvercin’in
haline. Hem kendisi de yalnızdı, arkadaşları ortalıkta yoktu.
-Haydi,
gel Güvercin, bize gidiyoruz!
Saliseler
içinde hoplayarak kalkan Güvercin, çocuğun peşi sıra minik adımlarla yürümeye
başladı. Hava öyle sıcaktı ki çocuğun da Güvercinin de dili damağına yapıştı.
Sahildeki dondurmacının önünden geçerken, ikisinin de ağzı sulandı.
-Abi,
iki tane dondurma; çilekli, kakaolu olsun.
-Ben
limonlu da isterim! Dedi Güvercin.
-Güvercin’e
limonlu da ekle abi.
Dondurmacı,
çocuk işte deyip gülümsedi içinden.
-Alın
bakalım. Deyip uzattı rengârenk dondurmaları.
Çabucak
yiyip bitirdiler. Güvercin’in her yanı dondurma olmuştu. Silkelenip duruyordu.
Evin
yolunu tuttu güvercinle birlikte. Apartmanın arka tarafında bir yaşlı ceviz
ağacı vardı. Birtakım sesler geldiğini
duyunca merak ederek o tarafa yöneldi. Arkadaşlarını ağacın dibine eğilmiş, fal
taşı gibi açılmış gözlerle keşfettikleri bir şeyi inceler halde bulunca
şaşırdı. Usul usul yaklaştı. Onu hiç fark etmemişlerdi. Birden bağırdı:
-Hey
ne yapıyorsunuz orada?
Çocukların
üçü birden sıçradılar:
-Ödümüzü
koparttın be!
-Ne
yapıyorsunuz gizli gizli?
-Hiç.
Karınca yuvası bulduk da onu izliyoruz.
-Bana
neden haber vermediniz ki ? Ben de sanmıştım ki…
Son
kelimeleri ağzının içinde kayboldu. O da yaklaşıp karıncaları izlemeye başladı.
Güvercin Bir köşede göğsünü şişirmiş eve gitmeyi bekliyordu.
Aralarına
katılmış olmanın sevinciyle, bu kadar ilginç bulunan şeyin ne olduğunu anlamaya
çalışıyordu. İrili ufaklı bir avuç karınca ağacın kökünde, kendilerine has bir
yaşam kurmuşlardı. Her hareketlerini, düzenlerini kaçırmadan izliyordu. Seri
ama kısa hareketlerle ince bacaklarıyla ilerleyen, çalışan bu küçücük
canlılardan alınacak ne kadar ders vardı.
Artık
akşam olmuş, her tarafa karanlık çökmüştü. Karıncalar gözden kayboldular. Öyle
ya onlar da tabiatın bir parçası, küçücük canlılarıydı. Evlerine dağıldılar
birer birer istemeden. Yarın sabahtan o ağacın altında keşiflerine devam etmek
üzere sözleştiler. Bir an önce sabah olmalıydı.
Kenarda
bekleyen Güvercini de yanına aldı. Apartmandan içeriye girince çocuk, Güvercini
konuşmaması için tembihledi. Sessizce tavan arasına çıktılar. İçerisi oldukça
loş, aylardır havalandırılmamış ve toz içindeydi.
-Aaa
beni bu pis yerde tek mi bırakacaksın yani!
-Eve
götüremem seni. Annem anında kapı dışarı eder.
Tombul
gövdesini sağa sola yalpalayarak, sırtını döndü çocuğa. Şişinip duruyor,
çaktırmadan da çocuğu izliyordu.
-Tamam,
Güvercin küsme. Ben burayı tertemiz yaparım. Sana yemek de getiririm. Ne
olursun küsme bana.
-Yapar
mısın gerçekten? Dedi Güvercin küskün
bir sesle.
-Evet,
sen beni bekle. Az sonra geliyorum.
Koşarak
çıkan çocuğun ardından, taklalar atıp, gagasını kocaman açıp kapatarak sevinç
dansını etti Güvercin.
Aradan
biraz zaman geçti. Çocuk eli kolu dolu ve yanında üç çocukla beraber geldi.
-İşte
gördünüz mü? Orada!
Çocukların
başına toplanmasından rahatsız oldu Güvercin. Ellerine alıp kanatlarını, başını
okşayamaya başladılar.
-Öff! Bırakın beni yere!
Çocukların
hepsi çığlık atarak geri çekildi.
-Hiştt!
Sessiz olun! Annem duyacak şimdi. Ben size demedim mi konuşuyor diye? İşte
bakın, kulaklarınızla duydunuz!
-Evet,
ama bu nasıl olur?
“Çattık
arkadaş! İyi ki bir yer istedik. Her gün çek dur çocuk gürültüsünü şimdi
kolaysa!”
-Yemeğim
nerede? Çok açım!
Çocuk,
köşedeki sepetten çıkardığı yiyecekleri Güvercin’in önüne koydu. Kısa zamanda
ne varsa silip süpürdü Güvercin.
Tüm
zamanlarını Güvercin’in yanında geçiriyorlardı. Tavan arasını tertemiz bir
odaya dönüştürdüler. Güvercin; günde yedi öğün yemek yiyordu. İlk günlerin
hevesiyle yemek bulup getirmek bir oyun gibiydi çocuklar için. Ancak günler
geçtikçe hem yiyecek bulmakta zorlanıyorlar hem de aileleri tarafından sorguya
çekiliyorlardı.
Güvercin,
getirilen yiyecekleri tek ağızda çiğnemeden mideye indirdi. İyice irileşen
cüssesini taşımakta zorlanarak, pencere kenarındaki pamuktan koltuğuna zor attı
kendisini. Her an patlamaya hazır göbeğini gagalayarak:
-Eee
hani dondurmam? Çikolatalarım?
-Güvercin,
bu aralar biraz az yesen olmaz mı?
-Olmaz!
Siz beni açlıktan öldürmek mi istiyorsunuz? İstediklerimi getirin yoksa sizi
terk ederim!
Hüngür
hüngür ağlamaya başladı. Ağladıkça tavan arası sarsılıyordu. Çocuk, annesinin
duyup gelmesinden korktu.
-Tamam,
Güvercin tamam! Sus ağlama. Getireceğim ne istiyorsan.
Anında
ağlaması kesildi Güvercin’in. Gagasını kocaman açarak kahkaha attı.
-Sahi
mi? Dün gece mis gibi kokular geldi burnuma. Annen ne pişirmişti ki? O
yemeklerden istiyorum.
Çocuk
koşa koşa eve gitti. Mutfakta, sepetin içini doldurduğunu fark eden annesi;
-Nereye
böyle? Dedi.
-Hiç
anne. Pikniğe gidiyoruz.
-Yalan
söyleme bana! Kime gidiyor bu yemekler her gün her gün?
-Yaa
anne, çekil!
Güvercin’in
gövdesi tavan arasını tamamen kaplar olmuştu. Odanın içine giremeyen çocuklar,
kapıdan yiyecekleri bırakıp gidiyorlardı. Eskisi gibi onlarla oynamıyor,
konuşmuyordu Güvercin. Sadece yiyordu. Geceleri ayaklarının çıkardığı
gürültüler, dikkatleri tavan arasına çekti zamanla.
Anne
ve birkaç komşu kadın, tavan arasına girdiler. Gördükleri manzara karşısında
donup kaldılar. Gerçek olamayacak kadar büyük bir Güvercin duruyordu
karşılarında.
-Merhaba,
çok sıkılmıştım, burada tek başımayım.
Kadınlar
Güvercin’i duymadı bile. Gagası kocaman göbeğinin arasında kaybolmuştu çünkü.
El birliği ile Güvercin’i tavan arasından çıkardılar ve onu ceviz ağacının
gölgesine bıraktılar. Çocuklar öğle üzeri ellerinde çilekli-limonlu
dondurmalarla geldiklerinde, Güvercin’in yerinde derin bir boşluk buldular. Ve
çok üzüldüler.
Yeni
yerinde Güvercin sağını solunu incelerken; bir avuç karıncanın ağacın kökünde,
kendilerine has bir yaşam kurduklarını ve o küçücük halleriyle nasıl da
durmadan çalıştıklarını gördü. Dikkatle onları incelemeye başladı. İnce
bacaklarıyla ilerleyen, çalışan bu küçücük canlılara yumuk gözlerini kırpmadan baktı. O ise
aylardır yatarak besleniyordu. Utandı halinden. Birden kanatlarını açtı ve kendi
özgür dünyasına uçup gitti.