Yediği
yumruğun acısı bir türlü geçmiyordu. Morlukları gördükçe nefreti ve kini daha
da artıyordu. Sağ alt çenesine bastırdığı buz torbası, dişlerini sızlatmaktan
başka bir işe yaramıyordu. Yanında külçe gibi yatan adama tiksintiyle baktı.
Horultusu tüm apartmanı yutuyordu.
“Elleri
kırılasıca!” Homurdanarak kalktı yataktan. Mutfağa geçti. Ocağa çay suyunu
koyarak kaynamasını beklerken kılıksız adamın odadan gelen iğrenç sesiyle
irkildi.
-Kız
Öznur! Kız... Neredesin?
-Buradayım,
burada.
“Geberisice
köpek! Uyandı da hemen.”
-Gel
lan odaya!
Üzerinde
sokağın kokusunu taşıyan kirli kıyafetleri, kel kafası ve bir haftalık sakallı
haliyle tütün ve alkol kokan çok itici ve leş gibi bir adamdı.
-Nereye
gittin be?
-Ne
var?
-Ağzını
yüzünü kırdıracaksın yine. Ne o ters ters cevap vermeler? O nasıl laf lan?
-Ne
istiyorsun Vural? Pavyona geçeceğim. Geç kaldım. İşim gücüm var benim.
-İşine
sıçayım senin ben orospu! Duyan da kutsal bir görevin var sanacak.
-Uzatma!
Çekinmeden
acelece soyundu kadın, üzerini değiştirdi bir çırpıda. İç çekerek, arzu dolu
gözlerle bakıyordu Vural. Bunu fark eden kadın:
-Ne
oldu ayı… Canın mı çekti?
-Konuşma
lan! Gözüm üstünde ona göre. Kıçın başın oynamasın bu gece!
-İyi
be!
Kapıyı
şiddetle çarpıp, sokağa attı kendisini. Bu âlemdeki adı yani sahne adı
Sezen’di. Yüzündeki morlukları pek saklayamamıştı. İlk tanıştıkları günlere
gitti bir an. Ne diller döküp kandırmıştı. Sonunun böyle olacağını nereden
bilecekti ki? Kanmıştı, sevmişti bir kere. Aşkın gözü çıksındı.
İki saat vardı daha programın başlamasına.
Yerleri paspas yapan çocuğa seslendi.
-Oğlum
getirin benim rakımı. Meze ve su istemez. Duble olsun. Ayık kafayla çekemem bu
ayyaşları!
Topluca,
uzun boylu, çirkin bir kadın:
-Aaa…
Ne oldu yine kız? Dedi.
-Çekil
başımdan kız Büşra. Sanki bilmezmişsin
gibi ne soruyorsun?
-Ay
deme ya. Nedir bu çektiğin. Ayı Vural mı
yaptı kız yine?
-Yok
ya. Diğer sevgilim var ya, o yaptı! Kız kim yapacak ki başka?
-İyi
be iyi. Sana da bir şey sorulmaz oldu son zamanlarda zaten.
İki
kadın, büyük bir hazırlığa başladı. En ince ayrıntısına kadar dikkat ediyorlar,
takıp takıştırıyor ve özenle süsleniyorlardı. Patronlarının talimatı buydu.
Herkes alımlı, çalımlı, çekici ve baştan çıkarıcı olmak zorundaydı. Bunca
hazırlığın, süsün püsün az sonra masalardaki rakıya meze olacağını
biliyorlardı. Onların işi ve kaderi de
buydu işte!
-Büşra!
Ağzını sıkı tutuyorsun değil mi?
Dudaklarını
büzerek şekilden şekile sokup ruj sürerken:
-Herhalde
kız. Becerseler söylemem. O nasıl söz?
Arkadaşına
şüphe ile bakan Öznur başını sallayarak:
-İyi bakalım. Az kaldı kurtulacağız bu hayattan. Etlerim çürüdü valla adamlara mıncıklatmaktan. Versene şu kırmızı ojeyi.
-Al
bacım benim. Feda olsun.
Mekân,
saat ilerledikçe yavaş yavaş dolmaya başladı. Sanki müşterilerin yuvasıydı
burası. Yanıp sönen, dönen çok renkli loş ışıklar arasında sigara dumanları
dekoru tamamlıyor, gürültülü sarhoş kahkahaları pembe duvarlarda
yankılanıyordu. Müzik birden kesildi ve sahneye çıkan gençten sümsük ama parlak
bir oğlan Öznur’u alkışlar arasında sahneye davet etti.
“Huzurlarınızda
harika kadın, güzel, bülbül sesli sanatçımız Sezennnn!”
Alkışlar
ve parlak ışıklar arasında yerini aldı Öznur. Bir şarkıdır tutturdu sıkça
detone olan cırlak sesiyle. Aslında kargaları bile ağlatacak kadar kötüydü
sesi. Ama onca sarhoş kafanın kulakları bu sesi, bülbül sesi gibi algılıyordu.
O puslu atmosferde, alkolün etkisiyle kaynayıp gidiyordu. Zaten müşterilerin
kulağından ziyade gözleri meşguldü.
Öyle
ahım şahım bir güzelliği de yoktu Öznur’un. Yırtmaçlı kısa tuvaletinin
arasından sıkça görülen bacakları ve göğüs dekoltesinden dışarı fırlayacak gibi
duran iri göğüsleri ilgi odağıydı. Sağ kolunda boydan boya duran yanık izi
görülmesin diye yaz kış kolları uzun kıyafetler giyerdi. O iz sanki bir utanç
gibiydi.
Fedaisi
Vural da “Lan milletin midesini bulandırma. Kapat şu kolunu! “ Derdi hep.
Yüz
hatları bir erkeğin sahip olabileceği kadar köşeliydi. Öyleyken bu âlemde yer
edinmişti. Ne de olsa kokuşmuş, kaba saba adamlar gelirdi. Öznur, kendinden
geçmiş baygın baygın söylerken şarkısını, kapıdan iki kişi girdi. Kızlar
paranın kokusunu almış, soyulacak bu iki kazı birbirlerine mesajla
bildirmişlerdi bile.
“Allah
be! Sese bak. Bülbül gibi maşallah.”
“Ölürüm
yavrum…”
Şarkısını
alkışlar arasında bitiren Öznur sahneden seyircilerine öpücükler vererek indi.
Fedaisi Vural, koluna yapıştı.
-Lan
gülsene kaltak! Soğuk yapma müşteriye. Küfrettirme bana.
-Kolum
acıyor lan ayı. Bırak kolumu!
-Konuşma...
Kabiliyetsiz oruspu. Bak şu yeni gelen angutlar var ya… Görüyor musun?
-Hee…
Gördüm.
-Hah
aferin. Hadi göreyim seni. Çok para lazım bu aralar zaten. Yüzüme bakma alık
alık be!
İtti
kadını adamların önüne. Kısacık yırtmaçlı elbisesini biraz daha yukarıya çekip,
bacaklarını daha da çıkarttı ortaya. Rolünü büyük bir maharetle oynamaya
başladı vakit geçirmeden.
-Merhaba
gençler! Ben Sezen. Dedi ağzını yayarak.
Her
nefes alıp verişinde dışarıya taşıyordu göğüsleri. Adamlardan sıska olanı
yutkunarak:
-Merhaba
ben de Recep.
Şuh
bir kahkaha attı Öznur. O ara arkadaşına da göz kırpıp, masaya davet etti.
Etli
butlu kadın masaya yanaşıp:
-Hoş
geldiniz beyler. Dedi.
Renkli
gözlerini gelen kadının bacaklarına sabitleyen diğeri:
-Buyurun
bayan, yanım boş. Deyip kolundan tutup çekti kadını.
-Şekerim. Ayy pek kibarsınız.
-Ne
içelim Sezen Hanım? Dedi, sıska, yumuk gözlü olanı.
Gözleri
fellik fellik etrafı tarayan Öznur, bir yandan da enayiyi tava getirmeyi ihmal
etmiyordu. Yıllardır alıştığı bir durumdu bu. Profesyoneldi oldukça. Ara sıra da
olsa düzgün erkekler de görür olmuşlardı.
-Ah
Recep Bey’ciğim. Rakı içelim hayatım.
-Olur,
tabii ki. Emredin. Feda olsun size.
Bardaklar
bir boşalıp bir doluyordu. Zil zurna olan adamlar, yılışık hareketlere
başladılar.
-Yavrum
benim, adın neydi senin? Dedi Recep.
-Sezen
dedik ya be!
-Lan!
Senin ağzını gözünü kırarım. Doğru konuş benimle!
İçkinin
etkisiyle konuşamaz hale gelmişti genç adam. Diğerinin de ondan aşağı kalır
tarafı yoktu. Hal böyle olunca, kadınlar rol yapmayı bıraktılar. Görevlerini layığı
ile yerine getirmişlerdi. Pat burunlu adam, zorlukla konuştu.
-Sezen
Hanım bize gidelim mi?
-Oldu…
Oldu… Gideriz tabii… Sen iç paşam.
-Söz
mü?
-Söz!
Karşıdan
olup biteni izleyen Vural, kafasını sallayıp duruyordu Öznur’a.
-Kalk,
gidelim.
Kalkmaya
çalışan adam, tökezleyip yere yığıldı. Kolundan tutup kaldırmaya çalıştı Öznur:
-Dur…
Dur… Tutun bana hadi. Zil zurna sarhoş oldun be!
-Bırak
lan kolumu kaltak!
Sert
bir tokat attı kadına o haliyle. Bunun üzerine gelen fedailer karga tulumba attılar
iki adamı da pavyondan.
Vural tükürükler saçarak bağırıyordu dostuna:
-Beceriksiz
kahpe. Defol git eve!
Ağlaya
ağlaya bir taksiye atlayıp döndü evine Öznur.
“Hayat
mı bu be!“ Deyip kürkçü dükkânına geri döndü ertesi sabah. Büşra, süklüm püklüm
bir halde bekliyordu giyinme odasında.
-Ne
oldu kız?
-Öznur...
Bacım ben çok kötü bir şey yaptım.
-Ne
oldu? Söylesene be? Çatlatma insanı.
-Ya
ben dün gece bizim öküzleydim.
-Eee?
-Eee’
si bizim firar edeceğimizi kaçırdım ağzımdan.
Derin
bir nefes aldı. Söyleyip rahatlamıştı nihayet.
-Hay
senin ağzına… Emi.
-Valla
istemeden oldu. İnan bana.
-Mahvettin
geleceğimizi Orospu. Ne halt yiyeceğiz
lan şimdi biz? Vural ayısı öğrendiyse çöker gırtlağıma.
-Öznur…
Affet beni.
-Çekil
dokunma lan bana!
Tüm
gece bekledi, ama Vural görünürlerde yoktu. Çalışanlara sordu:
-Valla
abla biz görmedik. Yanıtından başka şey duymadı.
Sabaha
karşı eve girince işin aslını anlamakta gecikmedi. Her taraf darmaduman
edilmişti. Aceleyle paraları sakladığı yeri kontrol etti. Yoktu. Almıştı Vural.
“Allah
belanı versin ayı!” sinirinden saatlerce ağlayıp durdu. Ardından bitkin
vaziyette uyuya kaldı.
İki
gün sonra nihayet Vural ortaya çıktı. Kapıyı açmasaydı kırılacaktı. Usulca açtı
kapıyı Öznur.
-Kim
var lan evde? Boynuzluyor musun beni oruspu?
-Kim
olacak lan. Defol git evimden!
-Ne
duymadım? Bir daha söyle hadi. Hadi söyle!
Saçlarını
ellerine dolayıp yatak odasına sürükledi. Nefesi her zaman ki gibi rakı
kokuyordu.
-Bırak
saçımı… Hırsız. Param nerede?
-Haa
şu mesele. Kolay mı sandın sen be? Beni
kandırıp kaçacaktın ha! Öldürürüm lan seni. Duydun mu?
-Bırak
beni!
Acımadan,
soluk almadan vurdukça vurdu kadına. Alışkındı dayak yemeye. Hemen hemen her
gün bu gaddar ayının bir posta sopasını tadardı. Bu kez zoruna giden, kaçmak
için biriktirdiği paralarıydı. Artık çaresizdi. Uzun zaman sonra yorulan Vural
hiç umursamadan yatağına uzandı ve sızdı.
Öznur ise yerde öylece kaldı.
Ertesi
akşam pavyona gidince öğrendi her şeyi. Büşra kaçma planlarını ağzından
sevgilisine kaçırınca, o da Vural’a yaranmak için kızları ele vermişti. Onca ay
dişinden tırnağından arttırarak gizlice biriktirdiği paraları bulan Vural, bir
gecede yemişti.
Öznur;
yüzüne takındığı maskeyle geceye hazırlanmaya başladı.. Kaldığı yerden devam
edecekti ışıltılı karanlığına.