Düşlerimin kepengini öyle bir
indirmişim ki bir zamanlar ve içinden çıkamadığım bir hayatın da rengini beyaz
tahayyül etmişken…
Ve işte girift yapımda ve çetrefilli
benliğimde radara takılan sayısız duygu ve de g/örüntü…
Bir kış köşesi belki de içimde derlediğim
ya da bir yaz bahçesi en çok da endamlı renklerin ve çiçeklerin ve de
kelebeklerin bulunduğu.
Senelerden bir sene aslında hepi topu
sekiz sene…
Ayrı düştüğüm bir dünya hatta ailem
ve kış gecelerinde ben bir arabanın ya da otobüsün içinde evin yolunu tutmuşken
dışarıda gözüme çarpan o turuncu ışıkları evlerin ve mutlu ailelerin…
Sahi, kim neyi resmediyordu o
zamanlar ve ben sahip olduğum her şeyi ve herkesi yok sayarken neydi aradığım?
Elbet kaybolduğuma da henüz vakıf
iken yine de kaybettiklerimi yerine koyma telaşı ile yaşarken her anlamda
kendimi ve mutluluğu illa ki tehir ediyordum.
Düşsüz geçmeyen bir ömür hele ki ben
bir düş sihirbazı iken ve nasıl da coşkulu ve düşbaz yine de gerçeklerdi
marifet bildiğim ve gerçeklerin bana asla yetmediği ve yetmeyeceğinin de henüz
bilincinde olmadığım.
Kafesteki bir kuş gibi derken daralan
bir alan ve kafesin içini istila eden diğer kuşlar ve ev sahibinin yok
sayıldığı ya da zulüm gördüğü oysaki ortada tek bir kanıt dahi yoktu bu zulme
dair…
Ve işte örgülü saçlarımı kökünden
kesiyorum ve ne çok yorgan yanıyor derken ruhumu ateşe veriyorum ve evimi ve
içimde saklı o çocuğu.
Derdest edilmiş bir hayatın da son
kırıntıları iyi de yaşım henüz çok genç ve içimde bitmek bilmeyen bir coşku var
bir o kadar da mutsuzluk ve yüreğimi kıranlara öfkem en çok da hayallerimi gasp
edenlere.
Belki de hayallerimin çalındığını
bile fark etmediğim bir dönemeç işin ilginci beni rahatsız dahi etmeyen: çünkü
acıları kavuruyorum tencerede ve tüm ev ve evren acı kokuyor ve her nasılsa kimsenin
gözü yaşarmıyor keza benimki de.
Sararan resimler var ve duvarlar ve o
duvarlar kâğıttan bile ince artık kimse ayak sesimden hatta nefesimden
mustarip…
Sözcükler yok henüz heybemde çünkü iç
sesimi çoktan öldürmüşüm belki de tek sözcük beni ifşa eden:
Kaç ve kurtul!
Nereye gideceğimi de biliyorum ama
cesaret edemiyorum çünkü kabul görmeyeceğime adım gibi eminim işin ilginci
adımı da hatırlamıyorum ve adım sayarım yok çünkü ben bir uyurgezerim ve
uykularımı adımlıyorum aslında uyku tutmayan gözlerimde hayatı soluk bir resim
karesi olarak addediyorum.
Figanı bol bir gün kimi zaman ve
günden firar etmenin tek yolu uzaklara gitmek ve gidiyorum da: gel gör ki her
daim o kürkçü dükkânına geri dönüyorum: içimin sızladığı ve yürek atışımın
hızlandığı çünkü ait olmadığım bir evde saklanıyorum insanlardan ki çoktan
izdihama sebebiyet veren nicesi ve kendimden saklanmakla pek içli dışlı
değilim.
Ben olmanın ötesinde bize dair
şarkılar söylüyor içimdeki çalgıcı ve hep alçak sesle düşünüyorum çünkü
düşüncelerim dahi zan altında kalabilmekte.
Ruhun yangınında gözleri yanıyor
evin.
Evin çatısında kuşlar yok çünkü
zebaniler esir almış tüm evi ve sokağı belki de koca şehri.
Düş sakinleri sokağı olmadığı da
kesin çünkü düşlere geçit vermiyor birileri…
Birileri asla içlerine beni
almadıkları hatta beni benden bile dışlamayı becermiş nice insan ve onların hiç
birini tanımıyorum hatta merak dahi etmiyorum.
Ruhumda kat izi var.
Bedenim arızalı.
Beynimde ise nadasa aldığım milyarca
sinir hücresi.
Aslında hapsolduğum altı üstü yetmiş
metrekarelik bir hücre ve etrafı demirlerle örülü ve bir gün biri diyor ki:
‘’Kale kapısı mübarek.’’
Neyi dillendiriyorsa aslında dile
gelmiyor hiçbir duygu ve tepki dahi vermezken tepkisizliğim bu sefer tefe
konan.
Rengi kırmızı odaların adeta ölümü
çağıran.
Uçuşan saçlarım yok çünkü rüzgâr
çoktan terk etmiş beni.
Mevsimlerse aynı ve günler de ve
insanlar.
Ruhumda küller rotamsa demir aldığım
bir liman gibi kimseleri ağırlamayan aslında konuk etmek bir yana konusu bile
açılmazken ve ben yelkenleri suya indiriyorum derken gemi batıyor ve o gemiyi
terk etmek aklıma dahi gelmezken bir anda terk ediyorum gemiyi ve hücre hapsim
o an sona eriyor. Yoksa sanıyor muyum?
Külüstür olduğu kesin o geri dönüşün
ve sığındığım eski bir liman üstelik tüm çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın
geçtiği ve bacasından duman çıkıyor ve evin içinde hayaletler değil saklı olan
bilakis en sevdiklerim…
Bir yanılgının esiri iken güme giden
onca zaman sonra kendimi yeniden kendimde ve ait olduğum evimde bulduğum.
Yenilgi addedilen belki de: ne de
olsa eninde sonunda terk ettim gemimi ama şimdi dümene başka bir yerde
geçiyorum ve artık yalnız değilim ve yüce Mevla kabul ediyor dualarımı.
Başıma geleceklerden haberdar
değilken sanıyorum ki; cennete düştüm elbet müşküle düşeceğimin de habercisi
iken başlangıçta ufaktan esen rüzgâr ve meyleden sıkıntılar ama içim rahat ve
kendi mutlu dünyamda yaşamanın sırlarına vakıfım artık…
İçine hapsolduğum o su küresinden iyi
ki de firar etmişim ve işte dolunay ışıyor içimi ve tüm rüyalarımı.
Üşüyen ruhuma da eşlik eden bir
yüreğim var madem ve içim ısındıkça eriyor buzlar nihayetinde arşı alaya
çıkıyor iç sesim ve biliyorum artık yalnız olmadığımı aslında hiç de yalnız
kalmadığıma yeni yeni vakıf oluyorum en çok da kendimi reddedilmiş hissettiğim
bir ömrün ertesinde, kendimi asla reddetmeyeceğime dair de söz veriyorum
Rabbime aslında O’nun da beni asla reddetmediği gün gibi doğuyor içime ve bunu
yaşatmak adına yaşamanın güzelliği ile gözlerim kamaşıyor.
Eşlik eden yaşlarsa bir rahmet madem huzura
ereceğim bir hayatın taslağını çiziyorum her gün ve gece.
Uğurladığım tüm siyahi gölgeler ve
yaşanmışlıklar da artık dünde kalmanın verdiği ve getirdiği huzurla sadece
akıyorum yarınlara ve umuda bazen miadı dolsa da yeniden şakıyorum cennetimde
üstelik zaman zaman bozguna uğramak dahi beni yıkamazken ve asla da
yıkamayacakken…