Meczup bir satırda doğmaksa yeniden
en makulü idi ölüm sonrası hüzün biçtiğim her şiirden arda kalan üç beş imge
gibi içimi tarayan kâinatta saklı kılavuzu iken atlas yüreğimden esen meltemin
şiddeti…
Hangi hayalin gerçeğisin o hüzün
bahçende yakuttan gözleri aşkın ihlaslı yüreğin çaldığı tek marş iken ikilem
yüklü ömrün öğretilerinde diktiğin sökükleri güncenin ve sarkıtlar diktiğin her
gecenin hükmü geçerken kalemine…
Varlığının hegemonyasında saklı bir
sırdan ötesi değilsin, ey aşk ve içimde devinen kıblenin o davudi sesinde ölüp
dirilmelerin hikmeti elbet vuku bulan bir fırtına öncesi sokulduğum içine o
kovuğun hani köklerinde sen saklı iken bense bir ardıç kuşu gibi didiklerken
evreni…
Gönülden sevdimse yok artık önemi
varlığımdan dökülen kaya parçalarından inşa ettiğim o binada saklı bir duvar
yazısı gibi içime çekildiğim koca ömrün ertesinde ellerimde serzeniş yüklü
evren en çok da ayaklarım geri geri giderken elbet uyumsuz varlığımda
kanatlarıma teyellediğim gökyüzü.
Rengimse çalıntı gülüşümden arda
kalan izafi bir beyazlık.
Sandalımda saklı hüzün damlaları
elbet akan içimden dışarı taşan hüzün çeşmesinde saklı bir buse gibi alnıma
konan gecenin örtüsüne saklandığım ve örgün düşlerimden ördüğüm yeni bir
iklimin müjdesi…
Verilen her muhtıra öncesi.
Zebanilerin tartakladığı cennet
yüreğim.
Körü körüne sevenlerden,
yaşayanlardan da olmadım hem…
Hala hamdır yüreğim: sevginin
kıvılcımlarından üreyen bulutların dağınık mizacında saklanmış bir kuş gibi
kırılganlığımsa en üst boyutta yine de krizantemler dökülmüş avuçlarımda bir
matemi yüklenip gizlice seğirttiğim yürek mahzeninde serildiğim boylu boyunca
sinemde saklı o batmak bilmeyen güneşin de ta kendisi elbet sırça köşkümdür
aşkın bahçesi…
Satır aralarında yaşamanın
mucizesidir zafer sarhoşluğum en çok da aşkın kıblesi ve menkıbesi taşkın
sezilerimde saklanmış bir çift kumru gibi üstünü örttüğüm yüreğimin
çırpınışlarına hükmeden o şeritte ansızın bulduğum aşk çeşmesi bir o kadar
yüreğimde saklı sebilin da bitimsiz coşkusu.
Yolum kesişmişken aşkla.
Körleşmişken gözlerim içimde rüzgârla
elbet hiç üşümediğim kadar üşüdüğüm hayatımın neresinde ise on senesi hayali
fener vücuduma eşlik eden belime kadar uzanan saçlarım dışında bir de
gözlerimde asla sönmeyen o feri.
Rengim beyaz bu gün.
Dünse pembe ve mavinin dürtüsü ile
içimden esen meltem elbet ellerimin de soğukluğunu aldı içime doğan güneşin
mevcudiyeti hala kış mevsimini yaşarken İstanbul aşkın muhterem dokusunda üç
beş satırla yeniden uçuşa geçtim ölüm sonrası dirilen cümlelerim sayesinde can
bulduğum.
Anlatacağım çok şey var ve
anlamsızlığın dahi anlam olduğu.
Rengim hep pembe gözlerimse kordan
hecelerle örtüşen bir yangın gibi ve elemin beyitlerine serildim gecenin
nazında saklı bir hükümlü gibi volta attığım içimin mahpushanesi.
Eklem yerleri sözcüklerin hayli
sancılı bir ömrün de seyyahı iken kalemin nazarında sökün eden ah, o bitimsiz
coşkum ve aşkın saydam tabakasında uçuşan ateş böcekleri gibi sönmek bilmeyen
ateşin de meczubu iken sil baştan yazdığım ve yaşadığım ve yaşattığım kadar…
Huzura dönük yüzü hayatın hep de uzak
kıldığım kendimi ve kendimi bir kum saati bilip da aralıksız kum döken denizler
gibi belki de içinde dönendiğim dehlizde saklı bir sayaç öğütüldüğüm kadar da
öğütleri insanların kulaklarımda nice küpe sallantılı bir kaygı belki de ve
serzenişim de hep ama hep kendime.
Gölgem koca bir es vermiş.
Vücudumsa ağrılı ve yorgun.
Yüreğimin üstüne örttüğüm atlastan
yorgun ama aşkın da feri ile devinen bir kıble adeta bazen seğirten sözcüklerim
bazen seken bir kurşun gibi belki de ben iken bacağıma sıktığım o saçmalardan
alıp da nasibimi severken illa ki aksayan yüreğim ve iç sesim ve nasıl da
titrek ellerim hele ki aşkın koyu ve iri gözlerinde kaybolmanın ertesi içine
düşülesi bu aşkın belki de firari kahramanı elbet sebepsiz sevebilen bir neferi
iken kâinatın.
Mevsimlerden ördüğüm saçları kaderin
ya da tam tersi.
İlahi bir esinti her ezan vaktinde
yüreğimin sağdıcı.
İhbar ettiğim içimdeki kaçkın aşığı
ve sebepli sebepsiz ağladığım günden güne büyüyen bir ateş ve hasret en çok da
alt belleğimde saklı.
Kıyamda iken.
Kırılgan bir biblo gibi ve her
düştüğümde bölündüğüm sayısız parça ve sil baştan içimin alarmını kurup kendime
bahşedilsin diye cennetten bir bahçe elbet solmam da açmam da an meselesi en
azından acıma sadık.
Hadi, ertele düşlerini yeniden…
Sahi, kimse bana hükmeden elbet
değirmen misali içimdeki çarklardan saklı dünkü neşem ve özgürlüğüm daha ilk
günden yasak kılınmışken ve ben sadece severken ve yazarken özgürüm o da
muhtevasıdır çocuk yüreğimin ve bin yaşında dahi olsam hala mahcup bir edayla
aşka hem uzak hem yakın kimliğimle asla da benzemediğim kimse içimde çarpan bir
yürekten sökün eden sayısız öz alt kümesi içimdeki saflığın ve huzura dönük
yüzü ile ikbalimde saklı rahmeti bir an evvel Rabbim bana sunsun diye özümle
sözümle bir ve de ait olduğum aşkın kıblesinde çaktığım o asker selamı ile
aşkın emir eri olmakla eş değer elbet.
Kalemime hükmeden öncesinde yüreğimde
saklı bir cevher işte aşkın mutabık olduğu koca ömrün girift varlığında ben
hala çocuk kalmanın verdiği o coşku ve mahcubiyetle gözlerinde kaybolmak aşkın
ve şarkıların eşliğinde sadece yüreğim güm güm atarken demir aldığım bir ömrün
sol anahtarı ile açacağım kilidi o bilinmez esintinin ve kubbeme denk düşen bir
hasret ki aşkın nazenin fısıltılarında kaybolmanın verdiği o coşku ve huzur
duygusuna nasıl da hasret düştüğüme sadece Mevla’m iken tek tanık…