Rengi yok bu yasın, bayım:
Yanandan geride kalan sadece alın
yazım
Mevsimler aş eren rüzgâra
Bağdaş kurduğum bulutların pür-ü pak
alnına
Tohumlar ektiğim adeta
Günün vedası Temmuza
Yaşaran sözcüklerden ördüğüm hikâyeler
Şiir olup da yağmalıydı şimdi en yüce
dağlara.
Uyruğu yok bu yasın, bayım
Bandığım her sözcükten aşırdığım
Nice duygu tevekkül yüklü
niyazlarımla
Ayakta kalmanın da sırrı:
Ah, o sırra kadem basan mutluluk yok
mu?
Geçimsiz yüreğimle teftiş ettiğim
aşkın da muadili
Nemli gözlerime eşlik eden acının
velayeti.
Bir isyansa padişahın bastırdığı
Kelli felli sözcüklerden değil
ördüğüm duvarlar:
Devşirme hüzünlerimle çivi çaktığım
bulutlar:
Ah, asılı kaldığım
Ah, askıntı hüznün de mağdur kıldığı
Bir yafta ise üzerime dökülen
Sevginin kıvancıyla yola çıkmıştım
oysa ben.
Zamandır taşan içimden yasın aktarı:
Kaç gram çeker ki ruhun kütlesi
nazarında?
Ömrün beyitler adadığım şiirin
güftesi.
Hazan mahsulü adeta yaza damga vuran
Bir şehir ki içimde yaşayan
Aşka namzet her duygu İstanbul’a
yakışan
Yerlisi olduğum şehrin de bekası
Şiirlerle diktiğim yedi tepenin güne
vedası.
Gül yüzümde oynaşan gölgeler, bayım:
Boyumdan büyüktür dalgalar
cebelleştiğim
Hüzün hırkamda saklı bir yemin gibi
İç cebime yerleştirdiğim kalemin tek
duası…
Duayeni olduğum müzmin rüzgâr
Rabbime yakardığım kadar ömür
Bir ağıt yaktığımsa gecede derli
toplu bir renk ki
Dertop olduğum gece kadar
Yıldızlı yolunda seyyah yüreğin
Makamı olmayan şarkılar derlediğim
Elbet vakti geldi mi göçüp gideceğim.