‘’Biraz bulut saklamıştım geçen
sonbahardan
Mehtabın yaldızladığı bir deniz
kenarı
Koyduğum yeri unutmuşum…’’(Alıntı)
Hüzün katedrali içimin dikitlerinde
saklı huşu ve kiremit rengi gölgem…
Gölge misali düştüğüm peşine sefil
sevdam ve melankolik bir aşkın da yokken ayarı.
Düşlerden pekmez hazırladım ve
pişekar duygulardan ördüm ben bu şiiri aslında hiç mi hiç haz etmem sanırdım
şiirden önceleri meğerse önceden ben hiç mi hiç yaşamamışım.
Zemherilerde geçmiş ömrüm ve aşkın
kervanına katıldım izini sürdüğümden beri kaleminizin ve beyhude çırpınışlarımı
dünde bıraktım ve bu aşkın minvalinde bir erdim bir eridim.
İmla hatasıyım da ömrün ifa
edemediğim bir mutluluktur size ve şiire duyduğum sevgi ve istirham ediyorum
sizden sadece gözlerinizi dikin içimdeki ateşe fazla yanarsa elleriniz
korkmadan söndürebilirim.
Hicabın karesindeyim.
Azade edilmiş yüreğin de fermanı
iken…
Ah, sökün eden güfteler ve yeis
yüklendiğim bazense bahse girdiğim kaderle ve kurada çıkan her şiiri bir evlat
gibi b/astım b/ağrıma.
Yanık kokar benim esvabım bir o kadar
gül kokar.
Gülden güle uçuşan bülbüle nazire.
Sevdiceğim kalem ve yürek bükemediğim
eli öperim ben hem.
İçimde kıyılandır aşka hasret ve
kıyama durduğum her gecede saklıdır hicranım bazense hicap yüklendiğim kederim.
Ah, mavi turnam.
Düşlerin mavi sağanağında saklıyım ve
düşüncelerimin mimozalar armağan ettiği bir şiirin kıyılarında dolaşıyorum.
Ayağıma dolanan sözcükler değil asla.
Bilakis zaferidir yalnızlığımın
yazdığım her cümle de hüviyetim ve hürriyetimdir…
Yetim mizacımla tefe tutanlar.
Huzurlu vicdanımı taşlayanlar…
Zemherilerde dahi solmadığım ve
uyutulduğum bir ömrün de yongası elbet içimdeki seyyah yüreğin kat izi.
Defolu bir minval kimi zaman ve
dopingsiz coşkumla yola çıktığım bazen arazi olan hayallerim belki de
kaybolduğum Erdek yolları.
Rengimde sarıdan güneş sırtımda ay
yüzlü küfem ve ayaklarımda radar yüreğimde kantar…
Hüzün kervanında dönendiğim.
Huzurun kıblesinde ermeye
niyetlendiğim.
Eridiğim.
Eriklerin çekirdeklerine sığdırdığım
yaz düşleri.
Bazense çöken bulutlar ve omuzlarım
ama her halükarda dik durabildiğim hatta yeri geldi mi diklendiğim…
Ve direndiğim.
Ve de dikenlerim narin yüreğimdeki en
korunaklı dünya ve döktüğüm yapraklardan inşa ettiğim cennet bahçesi ve cennet
kokulu annem bazense cinnet akşamlarında yolda kalan ruhum ve tutkum ve mealim
ve meramım ve matemim ve mabedim ve en soğuk rüzgâr iken içime delice estiğim…
Ah, sevgili beyzadem.
İstanbul’un fendine yenik düştüm ben
bir kere ve içimdeki izdiham ile eşleşir sevdalı şehrin kubbesi ve tırmandığım
aşkın yedi tepesi şehrin de içinde kalan ukde ve un ufak olduğum şarkılar ve
miski amber kokan gecenin nüfuzlu varlığı.
Hınca hınç benim şiirlerim.
Hercai gönüllere de meyletmediğim tek
gerçek.
Aksi vurur şehrin kimi zaman
şiirlerime ve aksi mizacımla bazen tutuşurum göğün en derininde.
Hulasası sözcüklerin kanatan.
Hümayunu aşkın bazen yorgun
beyitlerden tek tek aşırdığım aşkın aksi yüzünde sözcüklerimin öfkelendiği,
beyzadem.
Bir İstanbul masalı belki de her
kalemi elime alıp da dokunduğum elbet İstanbul’un kalbine…
Kanayan.
Kaynayan.
Kanatan.
Kandığım kadar da mutluyum belki de
kardığım bir heceden çıkıp yola yüzlerce sayfa yazsam bile doyamadığım bir
aşktır benimki.
Sevdiğime mi yanayım yoksa
yazdıklarımı fırlatıp da yakayım mı tek tek?
Yakardığımdır Rabbim yaranamadığım da
sizsiniz, beyzadem.
İpek mendilimi düşürdüğüm bir akşam
vakti koşup da gelmenizi beklemiştim arkamdan yine de kaçmaya mecburdum kayan
yıldızın peşine düşüp kaydığım zemin ne ki kaynayan için için bazense karambole
düştüğüm ve ıskartaya çıkan hayallerim.
Rengimle mahcubum ismimle neşrimle ve
söyleyemediklerimle.
Bir ünlemse bu aşk ifa
edemediğimdendir.
Bir imleçse gördüğüm her düş bilin ki
kifayetsizliğimdendir.
Lal satırlarım günü b/öldüğüm ve
hecesi uçuşan şarkılarımın şapka çıkarttığı bir harf gibi kestirmeden gittiğim
yüreğin mabedi.
Hüznüme talip olsanız keşke ve
neşreden hayallerime aslında var olduğumdur bir rivayet ve bunca sevmenin meali
yoksa her gece şiir olup da düşler miydim g/izinizi ve metruk hanelerden gelen
feryattır asılı kaldığım gecenin de yüzü suyuna hürmet.
Ellerimden kayan zaman ve hırpalanmış
ruhum yine de ilk günkü tazeliğindedir bu aşkın figanı ve en yüksek sesli
gürültüdür bir görünüp bir kaybolduğunuz yetmezmiş gibi defalarca kaybolduğuma
binaen yoksa elimle koymuş gibi bulurdum mutluluğu.
Muradım da yok dillendirdiğim ve
mutum bu aralar fazlasıyla yorgun.
Şehrin terk edilmiş bir köşesinde
beklemedeyim çünkü bu aşk şehrin sekizinci ve fethedilmemiş tepesidir bir tek
Rabbimin bildiği ve bilin ki dualarımdasınız beyzadem ve ruhumda saklı matemin
de tek tanığı…