YÜREK ÇAĞLAMIŞ- KEMAN
AĞLAMIŞ- HATÇE’M KARALAR
BAĞLAMIŞ.
Bu yazıyı 10
Şubat 2016 da yazmıştım.
Yani beş sene
önce... Öyle görülüyor
ki elli sene
geçse de değişen bir şey
olmayacak. Yazık gerçekten
de...
...........................
Kısa bir dönem de olsa bir özel okulda müdürlük yaptığım için haliyle yine
benim gibi özel okul müdürü olan pek çok arkadaş tanımıştım. O arkadaşların pek
çoğu halen görevlerine devam ediyor ama ben hem artık yorulduğumdan, hem özel
okullar gençlere daha fazla yer verdiğinden tam bir emekli hayatına çekildim.
Zaten artık bu devirde eğitim-öğretim sektöründe çalışmak için insanın
sinirlerinin tamamen alınmış olması gerekiyor. O da bende yok maalesef.
Neyse…Tamamen emekli olunca ne yaparsınız? Tabii ki zaman zaman eski dostları
ziyaret edersiniz. Ben de bir özel okul müdürü dostun ziyaretine gittim.
Eğitim-öğretim yılı yeni başlamıştı. Müdür arkadaşımın makam odasının kapısını
çalıp da başımı içeri uzattığım anda arkadaş heyecanla ayağa kalktı.
-Ooooo Sami Hocam ! Hoş geldin yahu. Hangi rüzgar seni buralara attı?
-Ya sorma Alaaddin Hocam. Eski dostları şöyle bir ziyaret edeyim dedim.
Yeni öğretim yılınız
hayırlı olsun.
-Çok Teşekkür ederim hocam. Ne iyi ettin de
geldin.
Alaaddin Bey daha sonra bir çay söyledi ve muhabbeti koyulaştırdık tabii ki.
Biz böyle muhabbet ederken kapı çalındı ve genç bir vatandaşın kafası içeri
uzandı.
-Şeyyy. Ben Edebiyat öğretmenliği için gelmiştim. Edebiyat Öğretmeni
arıyormuşsunuz da.
Alaaddin Bey sevinçle ayağa kalktı.
-Hoş geldiniz. Evet Edebiyat Öğretmenine ihtiyacımız var. Diplomanız var mı?
-Evet var.
-Çok güzel. Şimdi siz bir dilekçe yazın bize. Sonra diplomanızın noter tasdikli
bir fotokopisi ile size vereceğim listedeki evrakları tamamlayın, hemen işe
başlatalım.
-Dilekçeyi size mi yazacağım?
-‘’……Lisesi Müdürlüğüne. Okulunuzda Edebiyat Dersi Öğretmeni olarak görev
yapmak istiyorum. Gereğini arz ederim.’’ Diye yazarsınız. Ha bu arada, nüfus
cüzdanınız yanınızdaysa bir fotokopi aldıralım.
-Yanımda yanımda. Bir dakika çıkartayım.
Genç öğretmen adayı ceplerini karıştırmaya başladı. Nihayet arka cebinden bir
cüzdan çıkarıp cüzdanın içindekileri masanın üzerine boşalttı. Aman Allah’ım.
Masanın üzerinde Kültür Bakanlığından bir belge... Belgeye göre bu öğretmen adayı
‘’Halk Şairi’’ Çünkü o minik kartta ‘’Adı/Name: Kerem, Soyadı/Surname:
Aslı,İcra Dalı/ Branch: Halk Şairi’’ Yazıyordu büyük harflerle.
Heyecanla sordum:
-Şair misiniz?
Gururla göğsünü kabarttı.
-Evet. Kültür Bakanlığı onaylı halk şairiyim.
İçimden ‘’Allah Allah. Halk şairi olmak için onayı artık halk adına Kültür
Bakanlığı mı veriyor?’’ diye düşünsem de delikanlıyı bozmak istemedim.
-Hımmm ne güzel. Ben de kendi çapımda şiirler yazarım.
- A ne güzel. Sizin de halk şairi belgeniz var mı?
Yavaş yavaş tepemin tası atmaya başlamıştı.
-Yok değerli arkadaşım. Çünkü ben halkın değil bir avuç aristokratın şairiyim.
-Öyle ya da böyle. Madem siz de şairsiniz size bir kartımı takdim edeyim. Şiir
ve düz yazı konusunda bir sorununuz olursa beni arayın. Elimden gelen her türlü
yardımı yapmaya hazırım.
Bir taraftan nihayet bulduğu nüfus cüzdanını Alaaddin Bey’e uzatırken bir
taraftan da bana bir kartvizit uzattı.
Aman Allah’ım bizim Kerem Aslı meğer sadece halk şairi değilmiş. Aynı zamanda
yazar, bestekar, güftekar ve dahi organizatörmüş.
-Oh ohh ohhh maşallah maşallah. On parmağınızda on hüner.
Bu arada Alaaddin Bey nüfus cüzdanının fotokopisini aldı ve Kerem’e döndü.
-Hocam dilekçe tamam mı? Onu da alayım.
Kerem başladı dilekçeyi yazmaya. Aynen yukarıdaki resimde gördüğünüz gibi.
Bana şiir ve düz yazı konusunda elinden gelen yardımı yapacak vatandaş
dilekçeye ‘’ Sayın…..Lisesi Müdürlüğüne ‘’ Diye başlamıştı.
Artık dayanamadım. Çünkü Tophaneli Deli Sami damarlarım kabarmıştı.
-Muhterem ! ‘’ Sayın Müdürlüğü olmaz ‘’ Orada saymayacaksınız.
Aval aval suratıma baktı.
-Ne münasebet. Müdürlük saygın bir makam değil mi yani? Hem beni eleştirmek
hakkını size kim veriyor?
Ulan adam haklı şimdi. Ben ne hakla karışıyorum ki vatandaşın yazdığı bu edebi
şahesere? Ama yine de cevap vermem lazım. Yoksa çatlarım, huyum kurusun.
-Beyefendi. Öğretmenlik hakkı denen bir hak var. Öğretmen nerede bir yanlış
görürse onu düzeltmekle mükelleftir. Bakın siz de öğretmen olacaksınız.
Öğretmenliği sadece sınıfın dört duvarı arasında icra edilecek bir meslek
olarak görürseniz hem siz hapı yutarsınız hem de bu toplum…
Alaaddin Bey de devreye girdi.
-Arkadaşım ! Bir dilekçe, kağıdın en başına sıkıştırılmaz her şeyden önce bu
biiirrr. Bir dilekçede imza ve adres olur bu ikiiii. Üniversite mezunu bir
insan, bir edebiyat dersi öğretmen adayı en azından hecenin nereden bölünmesi
gerektiğini bilir bu üüüçççç. Ve Sami Hocamın dediği gibi makama yazılan bir
dilekçeye ‘’Sayın ‘’ ile başlanmaz bu da dört. Şimdi alın nüfus cüzdanınızı.
Herhangi bir evrak filan da getirmeyin. Dilekçe yazmasını öğrenin ondan sonra
bir daha müracaat edin. Güle güle.
Kerem Aslı resmen sepetlendi. O sepetlendi ama bende bir vicdan azabı başladı.
Öyle ya genç bir insanın ekmeğine mani olmuştum kopası çenem yüzünden.
-Ya Alaaddin Hocam. Çok üzüldüm. Benim yüzümden bir delikanlı girebileceği bir
işten oldu.
-Hocam üzülme. Baksana adam şair, yazar, bestekar, güftekar, organizatör.
Ekmeğini taştan çıkarır böyleleri. Takma kafana. Hem sen olmasan da kovardım o
herifi. Öğrencileri böyle bir doğal afetten korumak adına kovdum zaten.
-Yine de üzüldüm.
-Hocam boşver. Üzüleceksen de memleketin haline üzül. Ziya Paşanın dediği gibi
‘’ Ne günlere kaldık ey gazi hünkar/ Katır defterdar oldu, eşek mühürdar’’ Ya
sen bilirsin. Bu şairlik, yazarlık olayı ile ilgileniyorsun. Bu ‘’Halk Şairi’’
belgesi kimlere veriliyor? Bunun kriterleri nelerdir?
-Vallahi bilmiyorum hocam. Arkadaşlarım içinde bu belgeye sahip pek çok muazzam
şair ve yazarlar var. Ama böyle bu giden vatandaş gibi bir dilekçe yazmasını
bile bilmeyen şair ve yazarlar da var. Anladığım kadarıyla Kültür Bakanlığının
kriterleri ile senin, benim kriterlerimiz çok farklı.
-Yahu merak ediyorum. Bir dilekçeyi bile yazamayan adam ya da kadın, yazar
olarak ne yazar?
-Onu ben de merak ediyorum değerli hocam. Ben de çok merak ediyorum
Evet… Alaaddin Beyin yanından ayrıldıktan sonra da hep merak etmiştim ‘’ Bir
dilekçe bile yazamayan adam şair ve yazar olarak ne yazar?’’ Diye. Merakımı
gidermem uzun sürmedi.
Bir kaç ay sonra bizim Kerem Aslı’yı çeşitli edebi platformlarda görmeye
başladım. Aşağı yukarı her edebi platformda bilhassa şiirleri yayınlanıyordu.
Arasıra yazılar da yazıyordu.
Bana kalsa benim beş yaşındaki torunum Elif Nur ondan bin kat daha güzel şiir
yazıyordu. Hiç olmazsa anlıyordum Elif Nur’un şiirlerini. Kerata gerçi hep bir
yerlerden araklıyordu ama Kerem Aslı’da da vardı araklama. Araklıyor lakin öyle
kuşa çeviriyordu ki orijinal şiirin içine ediyordu ve ne yazdığını, ne
anlattığını anlamak için kripto uzmanı gerekiyordu. Elif Nur hiç olmazsa
‘’Tavuklayı pişiymişem, hacı bababayı çayşıya göndeymişem’’ Dediğinde ne demek
istediğini anlıyor, birlikte çarşıya, parka gidiyorduk.
İlle velakin?
İlle velakin Kerem Aslı’nın şiirleri beğeni ve yorum patlaması yaşıyordu adeta.
Çok nadiren bir iki ukala(!) ‘’ Bu şiir mi ?’’ ya da ‘’ Bu nasıl bir yazı
böyle?’’ Diye eleştirecek olsa Kerem Aslı’nın kendisine bile kalmıyordu bu tip
ukalaları(!) bertaraf etmek. Dostları sağ olsun o ukalaların canına okuyor,
adamı ya da kadını eleştiri yaptığına yapacağına pişman ediyorlardı. Zaten kısa
süre içinde eleştirici saldırganlardan tamamen azad etmişti çeşitli edebi
platformlardaki sayfalarını.
Kafama takıldı tabii ki. Öyle ya bu edebiyat platformlarında öyle şairler, öyle
yazarlar vardı ki Nazım Hikmet, Ümit Yaşar ya da Aziz Nesin, Kemal Tahir
mesabesinde. Onların yazdıklarına bazen en fazla on yorum yazılırken Kerem
Aslı’ya bunca rağbetin sebebi neydi? Bazen günün yazısı seçilen bir yazı ya da
şiirin okuyucu ve yorum yapan sayısı ikiye kadar bile düşerken Kerem Aslı’nın
yorumcu sayısı her zaman bir hayli kabarıktı. Bunun bir sırrı olmalıydı.
Araştırmaya başladım.
Önce Kerem Aslı’ya yorum yazanları ele aldım. Aman Allah’ım. Yapılan yorumların
şiirle bir alakası yok.
Aynen şöyle:
‘’Yürek çağlamış’’
‘’Keman ağlamış’’
‘’Hatçe'm karalar bağlamış’’
‘’Dizeler coşmuş’’
‘’Ali okula koşmuş’’
‘’Bahçelerde mış mış’’
‘’Dalları yere düşmüş’’
‘’Hocam ne güzel demişsin’’
‘’Peynir ekmek yemişsin’’
‘’Ay oğlan Tatar mısın?’’
‘’Şeftali satar mısın?’’
‘’Şeftali şöyle dursun’’
‘’Benimle yatar mısın?’’
‘’ Dam üstünde saksağan’’
‘’Gel bize bazı bazı’’
Ve tabii ki ‘’ Kutlarım üstad’’
Oysa vatandaşın yazdığı şeyin konusu: ‘’ Fena şekilde amel oldum. Hastalık beni
mahvetti’’
Şiiri Ulvi duyguların patlaması, Dürdane’nin hasedinden çatlaması, Vatan ve
bayrak aşkının tezahürü, en derûni aşkların mısralarla ifadesi, doğanın ivmesel
simgesinin nonfigüratif neslel içselleşmesi olarak yorumlayanların da haddi
hesabı yok bu arada. Bir Allah’ın kulu ‘’ Üstadım ! Leblebi ye, kola iç. Amele
iyi gelir.’’ Demiyor. Üstad da yorumculara ‘’ Ulan geberiyorum, amel oldum
ameeel. Ne kemanı, ne şeftalisi?’’ Demiyor.
Ama ne yazık ki pek çok arkadaş, sayfasında bir eleştiri görmektense bunları
görmeyi tercih ediyor ve yine maalesef böyle bir arz ve talep doğuyor: ‘’Aman
eleştirme de ne yazarsan yaz.’’
Mesela şiir şöyle
bir şey ( Bu bir gerçek olaydır.)
Bir anne vardı,
Çocukları üşüdüğünde üzerlerine titreyerek onları ısıtan
Hasta olduğunda başucunda saatlerce bekleyen .
Yorum da bu:
"Ey tanrısal imparator, eğer sana engel teşkil ediyorsam,
ölüm kararımı verebilirsin, yalnız beni ölümle tehdit etme,
çünkü ölümden korktuğum yok".
Efendim en sonunda anladım Vehbi’nin kerrakesini.
Bizim Kerem Aslı bir
gün içinde 300 e yakın farklı
şiire hep aynı yorumu
yazmış ( daha doğrusu kopyalayıp
yapıştırmış) hiç bir
Allah’ın kulu da ‘’ Bu
yorum ne alaka
kardeşim?’’ Dememiş tam tersine ‘’Aldım kabul
ettim.’’ Demiş.
Vatandaş bir mesaj belirlemiş. Bu mesajı
kopyalayıp kopyalayıp yapıştırıyor şiirlerin altına. Tabii ki kendisi böyle her
şiire yorum yazınca (!) şiirine yorum yazılanlar da ‘’ Dolu gelen tabak boş
gönderilmez.’’ geleneğimiz mucibince bizim Kerem Aslı’nın sayfasını
dolduruyorlar. ‘’Al gülüm, ver gülüm’’ olayı. Kerem Hangi yöntemi uyguluyorsa
onlar da aynı yöntemi uyguluyorlar genelde.
Elbette ki değerli şair ve yazar dostlarımın çok büyük bir bölümünü tenzih
ediyorum ama böyle bir anlayışın maalesef pek çok edebi platformda var olduğu
bir gerçektir.
Sorum şu: Ciddi ve yapıcı eleştiriye kapalı ama yazılanla hiç alakası olmayan
ya da alakası olsa bile sadece ve sadece övgüye dayalı bir anlayışla edebiyat
gelişir mi?
İşte bu soruyu sorduğumuz zaman da maalesef aldığımız cevap: ‘’ Ben
yüreğimdekileri yazıyorum.’’ Oluyor. Sanki biz kıçımızdakileri yazıyormuşuz
gibi.
Aman yanlış anlaşılmasın. Eleştirinin de bir dozu olmalı elbette.
Mesela iki yıl kadar önce bir vatandaş genç bir arkadaşın yazısına ‘’ Sen bu
abuk sabuk kelimeleri bulup da yazmak için çok mu aradın?’’ Diye yorum
yazmıştı. Baktım adam akademisyen. Yani Edebiyatı biliyor. Edebiyatı biliyor
ama hocalığı/ Öğretmenliği bilmiyor. Adama ‘’ Şeytan da çok şey biliyor ama
bir tane seveni yok. Edebiyat adına minik minik adımlar atmaya çalışan birine
böyle mi hocalık yapıyorsunuz?’’ Diye cevap yazmıştım.
Kısacası eğer bir edebiyat platformunda yazı ve şiir yazıyorsak edebiyatı
ciddiye almak zorundayız ve Kerem Aslı’lar şunu asla unutmasınlar: ‘’ Siz nasıl
ki 31 dakikada 363 şiire yorum yazıyorsanız (!) [ Bu durum
o yıllarda tespit
ettiğim bir durumdu.] yorum yazdıklarınız da size aynısını yapıyor
aslında. Yani okunmuyorsunuz. Belki sizin için acı olacak ama gerçek bu.’’
Bu arada bir de ‘’ Ben şair değilim, yazar da değilim. İçimden geleni
yazıyorum’’ Diyen arkadaşlarım var. Ben kendi adıma onlara dokunmuyorum. ‘’Şair
ve yazar değilim.’’ Diyen birine ille de ‘’ Yazım kurallarında dikkat et,
yazdıkların açık ve anlaşılır olsun vs. ‘’ Demenin bir anlamı var mı? Elbette
yok. Her ne kadar ‘’ Madem şair ve yazar değilsin bir edebiyat sitesinde ne
işin var arkadaşım? Daha eğlenceli bir sürü site var.’’ Demek geçiyorsa da
içimden, dediğim gibi onlara dokunmuyorum. Herkesin kendine göre bir sebebi
vardır yazmak için. Benim ilgi alanım Kerem Aslı’lar.
Bir ilave daha yapayım:
Denilebilir ki ‘’ Ne yani sen edebiyatın kralı, profesörü müsün? Her şeyi sen
mi biliyorsun?’’ İşte işin bir başka acı tarafı da bu. Ben lise yıllarımda
edebiyat derslerinden kafada ne kalmışsa onunla Türk dili ve Edebiyatı dersi
veriyorsam memlekette edebiyatın ne durumda olduğunu varın siz anlayın artık.
Son olarak: Benimle ve yazdıklarımla ilgili bir eleştirisi olup da bunu
doğrudan doğruya -diğer okuyucularla da paylaşacak şekilde- açığa yazmayan bir
arkadaşım asla benim dostum olamaz. Hatasız kul olmaz. Hatalarımızı ancak böyle
böyle düzeltecek ve edebiyat adına işte bu yolla iyi bir şeyler yapacağız. Aksi
takdirde bir seda neş’et eder bizden ama asla kubbede bâki kalan bir seda olmaz
o.