DEUS  VULT ( TANRI  İSTİYOR ) / BİRAZ  TARİH  BİRAZ  MİZAH  ORTAYA  KARIŞIK  BİR ALLAH  İLE  ALDATMAK   YAZISI.


1071 deki Malazgirt Savaşının üzerinden henüz yirmi sene geçmişti.

1091 yılına gelindiğinde Türklerin amacının sadece ve sadece Doğu Anadolu’yu atları ve sürüleri için bir otlak haline getirmek değil çok daha fazlası olduğu anlaşılmıştı. Türkler ‘’ İstanbul bir gün elbet feth olunacaktır. Onu feth eden kumandan ne güzel kumandan, onun askerleri ne güzel askerlerdir.’’ Hadis-i Şerifinin müjdesine nail olmak istiyorlardı.

Evet…Malazgirt zaferinin üzerinden sadece yirmi yıl geçmişti. Yani tarih 1091 i gösteriyordu.

Bizans, ‘’ Büyük çöplük ‘’ Olarak gördüğü ve cüzzamlılar ile ağır cezaya çarptırdığı insanlar için sürgün yeri olarak kullandığı toprakların Türkler tarafından ele geçirilmesine önceleri çok da aldırış etmedi. Bölgede yaşayanlar da bırakın Türklere karşı koymayı, memleketlerini çok kısa sürede mamur bir hale getiren, açlıktan ölmek üzere olan bu insanlara ekmek sunan bu sarıklı insanlarla anlaşmış, yerlere yapışarak ibadet etmeleri(!) dışında onlarda öyle bir acayiplik de görmemişlerdi. O bakımdan Türkler 20 sene gibi çok kısa bir zamanda İstanbul’un burnunun dibine kadar sokulmuşlar; Hristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olan ve günümüzde geçerli olan Hristiyanlığın temellerinin atıldığı İznik’i ele geçirerek kendilerine başkent edinmişlerdi. Ancak. İznik’i de yeterli görmüyorlardı. Hedef İstanbul’du.

Anadolu topraklarında da ayrı bir Selçuklu devleti kurulmuştu. Bu devletin başındaki I. Kılıçarsalan , uzun süredir denizlerde Bizans'ın canına okuyan Çaka Bey’in kızını almış, böylece kayınpederi vasıtasıyla Bizans'ı denizden kuşatmanın hesaplarını yapıyordu. Öte taraftan batıdan da Malazgirt Savaşında çok yardımları görülmüş olan Peçenek Türkleri kuşatacaktı Bizans’ı.( İstanbul’u )

Bizans'ın başında ise I. Aleksi Komnen bulunuyordu bu sıralarda.

Aleksi K
omnen yaklaşan Türk tehlikesini Türk’ü Türk’e kırdırarak halletti. Hani hep deriz ya ‘’Türk’ün Türkten başka dostu yoktur’’ Diye; maalesef ‘’Türk’ün Türk'ten başka düşmanı yoktur.’’ Desek bu da yanlış olmaz. Çünkü Aleksi Komnen Bizansı bu üçlü kıskaçtan kurtarmak için I. Kılıçarsalan’a Çaka Bey’i ortadan kadırtmış, Peçenek Türklerini de Kuman-Kıpçak Türklerine kırdırmıştır.

Evet…I. Kılıçarslan, Aleksi Komnen’in kışkırtmalarıyla - giderek nüfuzunun arttığından çekindiği için- kayınpederi Çaka Bey’i bir ziyafet esnasında ortadan kaldırmış; Kumanlar ise kendilerine verilecek (!) geniş topraklar karşılığında Peçeneklere saldırıp onları bir daha bellerini doğrultamayacak hale sokmuşlardı.

Ancak tüm bu tedbirlere rağmen Aleksi Komnen’in içinde hâlâ bir korku yok değildi. 20 senede Malazgirt’ten İstanbul önlerine kadar gelebilmiş olan Türklerin ne zaman ne yapacakları belli olmuyordu. O halde bunları geldikleri yere, yani Orta Asya’ya postalamak lazımdı ama nasıl? Buna kendi gücü asla yetmezdi.

Bir çare bulmalıydı. Mesela Hıristiyan dünyasını, Hıristiyanlığın kalesi İstanbul’un korunması için bir savaşa davet etse? Zor işti. Her şeyden önce İstanbul Hristiyan dünyasının tamamının merkezi değildi. Ortodoks Hristiyan dünyasının merkeziydi. Oysa Avrupa devletlerinin çoğu Katolikti. Hoş ortada devlet denebilecek bir nesne de yoktu ya. İki kıytırık kule, sazdan samandan bir şato diken kendini kral ilan ediyor, en azından bir derebeyi oluyordu ki derebeyler de birbirleriyle gırtlak gırtlağa vaziyetteydiler. Kendi mabadları bunca sıkışıkken hiç bir kontu, şovalyeyi İstanbul için savaşmaya ikna edemezdi. Ama belki Papa bir şeyler yapabilirdi.

Papa II. Urban bir şeyler yapar mıydı acaba? Yoksa ‘’ Bana ne lan. Ben, Vatikan’a bağlı olanlara bakarım. İstanbul beni ilgilendirmez’’ mi derdi?

İşte bunu öğrenmenin tek yolu direkt Papa’yı İstanbul’u korumaya davet etmekti. Bu amaçla bir mektup yazdı.

Papa II. Urban kendisine Bizans İmparatoru Aleksi’den gelen mektubu okuyunca içinden tam olarak neler geçti bilinmez ama yapılması gereken şey Kudüs’ü şu kafir(!) Müslümanların elinden geri almaktı.

Kudüs yolu İstanbul’dan geçtiği ve Bizans İmparatoru olası bir seferde Avrupa’dan gelecek kuvvetlere hem yardımcı hem rehber olacağından, dolaylı da olsa bir taraftan da Anadolu , Müslüman Türklerden temizlenecekti.

İyi de açlıktan nefesi kokan, hatta karnını doyurmak için şatosundaki lağım farelerine saldıran Avrupa’nın sefil kralları ve kontları böyle bir sefere katılır mıydı? Öte taraftan bu güne kadar papalığın izlediği barışçı politika terk edilip onun yerine savaşçı bir politika benimsenmesi krallar, şovalyeler, kontlar tarafından hoşnutlukla karşılanır mıydı?

Karşılanmalıydı. Çünkü Kudüs Müslümanlardan geri alınırsa var ya artık kendisine karada ölüm olmaz, bu seferlerin bir numaralı düzenleyicisi, biz Müslümanların tabiriyle ‘’ Kazma sallayanın hınk deyicisi’’ olduğundan artık Hristiyan dünyasında sadece dini değil, siyasi olarak da en büyük olurdu. Hoş ‘’ Kaşının üstünde gözün var’’ Diyebilen yoksa da tarihe ‘’ Kudüs’ü Müslümanlardan temizleyen Papa’’ olarak geçmek az şey miydi?

Bütün Hıristiyanları( Daha doğrusu temsilcilerini) bir yerlerde toplamalıydı ama tabii ki o dönemlerde cep telefonu yok ki hemen arasın bir kralı ya da kontu ‘’ Kanki akşam şurada toplanıyoruz. Panpişleri topla, çıkın gelin’’ Diye… Mecburen birileri bu kutsal(!) duyuru görevini yapmalıydı. Bunun için de samimi bir dindar, saf bir İsa İnanlısı olan keşiş Pierre L’ermite den daha uygunu olamazdı. Pierre L’ermit’e ‘’ Tanrı için’’ dedikten sonra yaptırılamayacak hiç bir iş yoktu. O derece saf bir insandı.

Pierre L’ermite din damarından girecekti olaya. Yani Tüm Fransa’yı uyuz bir eşekle adım adım dolaşıp bir taraftan insanları kutsal bir savaşa davet ederken öte taraftan Papa Hazretlerinin Clermont şehrinde yapacağı toplantının ( Ki buna Clermont Konsili de denir) duyurusunu yapıyodu. Kısaca Pierre L’ermite bir yerde adeta bir amigo gibi insanları coşturma görevi üstlenmişti.

Pierre L’ermite uyuz eşeği ile Fransayı dolaşırken Türk ve Müslümanların altın, inci, elmaslar içinde yüzdüğü, şayet onlarla savaşılırsa tüm bu servetlerin kendilerine geçeceğine, böylece krallar gibi yaşayacaklarına inanıyorlardı. (Pardon. Adamlar zaten kraldı ama açlıktan nefesleri kokuyordu.) Buna karşın Türkler ve Müslümanlar -nerede harcayacaklarını bilemedikleri için - saraylarının kubbelerinden kurnalarındaki hamam taslarına, çeşmelerin musluklarına kadar her şeyi altından yaptırıyorlardı (!) Seyyahlar böyle anlatıyor, hikayeler Müslüman-Türklerin zenginliğini ballandıra ballandıra anlatıyordu. )

Yoksul bir şovalye olan Gotiye ‘’ Bu kadar büyük zenginlikler Müslüman Türklerde kalmamalı’’ Diyordu. Hani ara sıra ‘’ Ulan ya ölür gidersem o hiç bilmediğim topraklarda?’’ Diye düşünse de Keşiş Pierre L’ermite o konudaki şüphelerini de gidermişti: ‘’ Daha ne istiyorsun evladım. Keşke ölsen. Bir aziz olarak direkt cennete gidiyorsun. Gelsin periler, gitsin Meri’ler. Fare yemekten kemirgene dönen o suratın sülün kebabı yemek suretiyle bir g.tüme benzeyecek. Daha belanı mı arıyorsun?’’ Demişti ki gerçekten de bu yolda ölmek aslında kazanç açısından daha karlı gibi görünmekle beraber yine de makata dikkat etmek gerekiyordu.

*********************

18 v e 28 Kasım 1095 Tarihleri arasında Fransa'nın Clermont şehrinde Papa II. Urban’ın, pek çok Hristiyan din adamının ve kontların, şovalyelerin katılımıyla bir konsil düzenlendi. Konsilden çıkan karar kısaca Kudüs’ün Müslümanların elinden geri alınması için savaştı.

Papa II. Urban ‘’ Deus Vult ( Tanrı İstiyor )’’ Diyordu. Yani Hristiyan dünyasının en büyük dini ve ruhani lideri ‘’ Tanrı kan dökmemizi ya da kanımızın dökülmesini istiyor’’ Diyordu açık açık. Daha da açık olarak insanları Allah ile aldatıyordu.

Bu, tarihteki ilk Allah ile aldatma değildi elbette ama etkileri bakımından belki de en önemlisiydi. Çünkü 27 Kasım 1095 de söylenmiş olan ‘’ Deus Vult( Tanrı  İstiyor )’’ Sözü yaklaşık iki yüz sene sürecek olan ve hem Müslüman, hem de Hıristiyan tarafından yüz binlece insanın ölmesine, pek çok yerleşim yerinin harabeye dönmesine sebep olacak olan Haçlı Seferlerini başlattı.

***************************************************

Bunca ciddi yazıdan sonra şöyle Sami’ce bir fıkra ile bitirelim mi? Bu da Allah ile aldatma ile ilgili.

*****

 Alman kadın Eva kocasını üç erkekle birden aldatıyormuş.

Bir gün zamparalarına tek tek randevu vermiş:

- Hans ! Hayatım yarın saat 12 gibi gel. Gelirken de kızarmış patates getir de yiyelim.

Daha sonra Müller’e.

-Müller hayatım ! Yarın on ikide gel. Gelirken de bir kasa bira getir.

Ve nihayet Karl’a

-Sevgili Karl. Yarın saat 12 de gel. Sen fakir adamsın. Zahmete edip bir şey alma.

Kadın randevuları vermiş ama ertesi günün Pazar olduğunu, kocasının evde olacağını unuttuğu gibi dostlarına da aynı gün ve saatte randevu verdiğinin farkında değilmiş.

Pazar günü saat 11 gibi aklına gelmiş. ‘’Eyvahh. Ben ne yaptım dese de iş işten geçmiştir ‘’ O zamanlar öyle cep telefonu yok ki arayıp ‘’ Gelme’’ Desin zamparalarına. Çaresiz kocayı evden sepetleyecek.

Pazar  günü kocasına ‘’ Wilhelm ! Sen biraz dışarı çıksana. Ben temizlik yapacağım’’ Demiş

Wilhelm çıkmış. Biraz sonra da önce Hans gelmiş bir tepsi patates kızartmayla.  Eve daha Hans’ı  sepetlemeden Müller  de  çıkıp  gelmez  mi  elinde bir kasa birayla.

Eva Hansı Yatak odasına saklarken Müller’e kapıyı açmış ve  aynı anda Karl'ın  da  eve  gelmekte  olduğunu  görmüş. Ne  yapsın?  Aceleyle Müller'i  de banyoya  saklamış. 

Aksilik  bu  ya  Karl'ı  içeri  aldığı  anda  bakmış  kocası  Wilhelm  de  geliyor.  Çaresiz  Karl'ı da  tuvalete  saklamış  ve  kocasına  kapıyı  açmış ve  niçin  eve  erken  geldiğini  sormuş. 



Wilhelm ‘’ Canım çok patates kızartması çekti. Haydi bir tepsi patates kızartması yap da yiyelim beraberce.’’ Deyince Eva ellerini açmış:

‘’Ey Tanrım! Bana bir tepsi patates kızartması gönderirsen sana müteşekkir olurum.’’

Hans hemen elinde bir tepsi kızarmış patatesle yatak odasından çıkmış.

Wilhelm şaşkınlıkla sormuş ‘’ Sen kimsin be adam?’’

Hans cevap vermiş: ‘’ Ben Tanrı’nın adamıyım. Eşiniz patates istedi, Tanrı da benimle yolladı.’’

Hans başka bir şey demeden arkasını dönüp gitmiş. Wilhelm şaşkın…

Şaşkınlığı az geçince ‘’ Bu mübarek de böyle yavan yavan gitmez ki. Şöyle buz gibi bir kaç bira olacaktı ki..’’ Der demez Müller Banyodan bir kasa birayla çıkmış..

Wilhelm ona da sormuş: ‘’ Sen kimsin ulan? ‘’

Müller gayet sakin ‘’Ben de Tanrı tarafından gönderildim. Biralarınızı getirmiştim.’’ demiş  ve çıkmış.

Wilhelm artık karısının bir azize olduğuna inanmaya başlamış.

Bir taraftan patatesleri yerken bir taraftan biraları yudumlarlar. Eee haliyle o kadar bira içilince tuvalet ihtiyacı hasıl olur.

Wilhelm tuvalete yöneldiği anda yaklaşık bir saattir orada bekleyen Karl da dışarı çıkar:

-Sen sormadan ben söyleyeyim. Ben de Tanrı’nın adamıyım. Boşları almaya gelmiştim.

Şeyyy pardon… Bu fıkradaki olay da ‘’Allah ile aldatmak’’ Kapsamına giriyor mu?

Resimler

1- I. Kılıçarslan’ın temsili resmi
2- I. Aleksi Komnen’in mozaik resmi.
3- Clermont Konseyinin temsili Resmi
4- Clermonttaki Papa II. Urban heykeli
5- Amiens’teki Pierre L’ermit Heykeli.

( Deus Vult ( Tanrı İstiyor ) / Biraz Tarih Biraz Mizah Ortaya Karışık Bir başlıklı yazı Sami Biber tarafından 13.03.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.