Dünyaya hükmeden üç süper devletle ilgili yazımın
devamını yazmayı bir başka bahara bıraktım. 11 Mart ülkemizin en derin yerinde!
Derince ’de yağan kar kalınlığı 20 cm’yi buldu. Fakat Mart ilkbahar ayıdır.
Yazacağım yazı bu bağlamda geç kalmayacaktır!
Ülkemizin
yakın geçmişini anımsayalım azıcık. Merkez ilçe İzmit’in en uzak köyünde F Tipi
caza evi benzeri 40 metre kara var yok eski mi eski lojmanlı bir köyünde
öğretmendim. Karadeniz sıra dağlarının diplerinde her olanaktan yoksun bir
köyde 6 yıl çalışarak fiziki haritada yeşil rengin hakim olduğu Kocaeli’ne
tayin istedim. Lojman belirttiğim gibi. İlçeye gitmek için bir hayli yürüdükten
sonra köye ait muhtarlığa tahsis edilmiş dolmuşta şansım yaver giderse yer
bulabilirdim.
Kırk
minnetten sonra İzmit-Kandıra yolu üzerinde bir köye atamamı yaptırdım. Niçin
kırk minnet; Töb-Derli tehlikeli (!) öğretmenim. Ve parkalı anarşisttik(!) * Oysa
Mehmet Ağar’ın dediği gibi “solcular temiz masum çocuklardı” Atamam valilikte
imzalandı. Bana bildirilme aşamasına gelindi. Yeni atandığım köye taşınma
hazırlığı yapıyorum. Dersler henüz başlamamış. 12 Eylül sabahı, erkenden
radyoyu açtım. Köye elektrik gelmemiş henüz. Netekim! Marşlar çalınıyor.
Paşamız bildirileri sıralıyor: “Türk Silahlı Kuvvetleri emir ve komuta… … …
yönetime el koymuştur…” Böylece demokrasi rafa kaldırıldı. Benim atamam da
akamete uğradı.
12
Eylül Cumhuriyet tarihimizde kara bir deliktir. Arka arkaya darağaçları
kuruldu. Nice nice acılar yaşandı. Baskılar, yasaklar uygulandı. Örneğin devrim
kelimesi yasaklandı. Neymiş efendim; Atatürk Devrimleri yerine Atatürk
inkılapları denecekmiş. Tamam, inkılap
toplumu ılımlı bir biçimde yavaş yavaş yeni bir düzene geçirmek devrim ise kısa
sürede topluma düzen vermek diye TDK buyuruyor. Atatürk devrim yaptı birçok
alanda. Yeni harflere en erken 3 yılda geçilir diye görüş bildirenlere karşı
harf devrimi 6 ayda başarıldı. O bakımdan Atatürk’ün yaptıklarını en iyi devrim
kelimesi karşılar.
Yasaklara
karşıyım ezelden. Lakin bu günlerde bir kelimeyi söylemek istemiyorum. Barış
kelimesinin zıt anlamlısı kelimedir söylemek istemediğim kelime. I2 Eylül
paşalarının yasakladığı devrim kelimesi gibi barış karşıtı kelime de
söylenmesin güzel yurdumun her bucağında. Yasaklansın. Uygulanma alanı
bulamasın…
Yasaklanmasını
istediğim kelimenin ete kemiğe bürünmüş hali yaşanıyor dünya yuvarlağında.
Haberleri izleyemiyorum. Çaresizce ağlayan çocuklar ki, onlar benim katıksız
dostlarımdır. Onlarım ağlamalarını, gülmeye hasret kalmış yüzlerini, solgun
ışıklı çaresizce bakan gözlerini görmek ne acı. İhtiyarlar, savaşlarda acı
çekenler kervanının sürekli çilekeşleri anneler… Olayları başlatanlara,
yaşananlara sebep olanlara ve yangına körükle koşanlara insan diyecek miyiz!?
Barış karşıtı yaşananlar yer
yuvarlağının her kesimini olumsuzca etkisine almaya başladı. Ülkemiz olumsuz
etkilenen ülkelerin başında geliyor. Sabah akşam özellikle akaryakıt zamlarıyla
yatıp kalkıyoruz. Akaryakıt fiyatlarının artması ulaşımdan beslenmeye kadar her
konuda karşımıza olumsuzluklar çıkarıyor. Çıkarmaya da devam edecek bu gidişle!
Dilerim
bu günlerimizi aratacak durumlar yaşamayız. İnsanların ölümüne, şehirlerin
tarumar olmasına neden olan barış karşıtı sıcak olaylar devam ettikçe ruhumuzu
saran karamsarlık nasıl dağıtılır. 85 milyon kabul edilen ülke insanımız
bebeklerden en yaşlısına kadar hepimiz maddi, manevi yaşanan türbülansın
içindeyiz.
Yazıya
başlığında ifade etmek istediğim temaya döneyim: “Bir insanın anavatanı
çocukluğudur.” Diyor Cüceloğlu öğretmenimiz. Benim de anavatanımdır çocukluğum
ve de doğum büyüdüğüm topraklar özellikle. Karadeniz Sıradağlarının Doğu
Anadolu Bölgesine yakın dağların eteklerinde kurulmuştur köyüm. Evimiz 1500 m
rakımlı bir yönüyle çam ormanları, diğer yönüyle oldukça düz çayırlarla bezeli
güzel bir yurt köşesindedir.
Doğanın
eşsiz büyüsünü, ormanlarından esen rüzgârların
getirdiği çam kokulu temiz havayı, yemyeşil çayırlarda boy veren bin bir renkli
çiçeklerin eşsiz güzelliğini çocukken fark etmezdik. Kışları doğanın beyaza
bürünmesi, yazları tanımsız farklı yeşilliklerle bezenmesinin hafızamın
derinliklerinde nakşedilmiş hali beton yığını ketler içinde gurbet ellerde
kalınca gözlerimin önünde canlanır. İlkbahar gelince yolculuk heyecanı kaplar
içimi.
Meslek
yaşamımın el verdiği her yaz aralıksız gittim anavatanım çocukluğuma ve
çocukluğumu yaşadığım topraklara. Söylenmesini sevmesem de emekliyim! 6 ay
Kocaeli’nde 6 ay yaz sezonu baba vatanında ömür denen yaşam serüvenim sürmekte…
Emekliliği sevmem sözümüm açıklamasını yapmalıyım. Kışın müzmin hastalık okuma
ve sonradan edindiğim yazma eylemi zamanımı alıyor.
Mayıs
başları başlar benim 1300 km süren otomobil yolculuğum sılaya doğru. Annemle babamın
yaşadığı yıllarda feodal ilişkileri, çiftçilik ve hayvancılığı sürdürdük. Babam
Ali Ağa’nın çiftliğinde tavuklar, sığırlar, 100 küsur sayıda da koyun sürümüz vardı.
Köyde, gerektiğinde çoban daha çok âdem baba usulü tırpan-dirgen çalışmak
zorunluydu. Büyüklerim Hakk’a yürüdü hayvancılık tarih oldu. Ya tarla çayır?
Mayısta
köye gittiğimde bu kez ekim-dikim işleri başlar. Geçen sonbahardan sürüdüğümüz
ekilecek arazilere öncelikle bolca fasulye, patates, soğan, salatalı, domates
ekme dikme uğraşlarıyla günler geçer bir bir. Sebzelerin çapa, sulama ve hasat
işleri tıpkı babamların yaşadığı yıllar kadar ter döküyoruz eşimle.
Eylül
gelir. Elma ve armutlar olgunlaşır. Ekim sonuna kadar işleri bitirmek gerekir. Batıya
göz zamanıdır ekim sonu. Armutlarımızın hoş kokusu benzersizdir. Günlerce
pekmez kaynatırız armutlardan. Pekmez yapılır mı armuttan demeyim. Hem de ne
nefistir tadı. Pekmez, fasulye, patates… Marmelatları köyden batı illerine yük taşıyan
kamyonlarla göndeririz. Fasulye ve pekmezleri eşim pazarlar. Evden uçmuş
çocukların payları ayrılır. Mazot fiyatlarına az sonra döneyim.
Armutlar derken özellikle son yıllarda ayılar
dadandı armutlarımıza. Evimizin hemen yanı başındaki armutları ayıların
hışmından kurtarmak olanaksız gibi… Köpeğimizin havlaması, kardeşimin karanlığa
kurşun sıkması yeterli olmuyor. Sabahleyin armut ağaçlarının durumu içler acısı.
Örselenmemiş kırılmamış dal kalmamış. Büyük ağa dalları kırıp budamadan
açlığını giderse öp başının üzerine koy. Hayır, öyle yapmıyor ağa! Büyük bir
dala oturup diğer dalları kırıp meyvelerini yiyor.
Ayı,
bilindiği gibi Rusyaların sembolüdür. Sembol bu kez canlandı ete kemiğe büründü
Ukrayna’da. Tıpkı armutlarımızın kurumasına yol açacak kadar hasar veren ayılar
gibi. Durmuyor durulamıyor. Yakıp yıkıyor. Yaşanan barış karşıtı olaylar yer karasında
herkesi iyice etkilemeye ve telaşa sürüklüyor.
Mazot
fiyatları lire 25 TL civarında bu günlerde. Bu gidişle emekli maaşımla 1300 km
yol girmek başka yazlara mı kalacak. Baba vatanına acep gidecek miyim, gitsem
dönebilecek miyim!!!??
* 70’li yıllarda bakanımızın Töb-Derli öğretmenleri
nitelediği söz.