Dünyanın İlk Yapay Dili ( Lisanı ) Bir Türk’e Ait: Bâleybelen
Ben ilk kez ‘’ Muhteşem Yüzyıl’’ Dizisinde Şehzade Mustafa’nın ölüme gidiş
sahnesinde duydum müziği ve çok hoşuma
gitti. Daha sonra aynı
müziğin daha pek
çok dizide fon
müziği olarak kullanıldığına şahit
oldum. Bu arada
artık tv kanallarında yahut internet ortamında
okuyanlar da vardı. Yani
giderek popüler bir müzik eseri olmuştu.
Şimdi adını yazdığımda
eminim pek çoğunuzun
‘’ Aaa ben
de çok severim.’’
Diyeceğinizden emin olduğum söz
ve bestesi Muhyî’ye ait olan ‘’ Zahid
bizi tân eyleme’’ sözleri
ile başlayan bir ilahiden
bahsediyorum.
Muhyî yukarıda bahsettiğim ilahide
şöyle diyor:
Zahid bizi tân eyleme
Hak ismin okur dilimiz
Sakın efsane söyleme
Hazret’e varır yolumuz
Sayılmayız parmağ İle
Tükenmeyiz kırmağ İle
Taşramızdan sormağ İle
Kimse bilmez ahvalimiz
Erenler yolun güderiz
Çekilip Hakk’a gideriz
Gaza-yı ekber ederiz
İmam Ali’dir ulumuz
Erenlerin çoktur yolu
Cümlesine dedik beli
Gören bizi sanır deli
Usludan yeğdir delimiz
Tevhid eden deli olmaz
Allah deyen mahrum kalmaz
Her seher açılır solmaz
Bahara erer gülümüz
Muhyî sana ola himmet
Aşık isen Cana minnet
Cümle alemlere rahmet
Saçar şu yoksul elimiz
Evet.. Bu ilahinin ikinci kıtasında
Muhyî ‘’Biz parmakla
sayılamayacak kadar çokuz.
O bakıdan bizi kırmakla
tüketmek mümkün değildir.
Bizler öyle dışarıdan bakmayla anlaşılabilecek insanlar da
değiliz.’’ Diyor.
İşte bu
kıta önemlidir. Öyle ya
Muhyî’nin ‘’ Biz ‘’ derken
kastettiği kimlerdir?
Aslında bu sorunun
cevabını bize kısmen Abdülbaki
Gölpınarlı vermiştir ‘’ Melamilik ve
Melamiler ‘’ adlı eserinde.
Evet.. Bu eserinde Abdülbaki
Gölpınarlı ‘’Zahid bizi
tân eyleme’’ yani ‘’ Ey Allah’a inanan
kişi bizi hakketmediğimiz suçlarla
suçlama ‘’ nefesinin 1582 Yılında
Balkan topraklarında Bosna’da
yaşayan Melamilerin Hamzevi koluna
mensup kişilerin zincirlere
vurularak Tuzla deresine
atılmadan önce topluca
söyledikleri bir ilahi olduğunu söyler.
1528- 1608 Yılları arasında yaşamış
olan Muhyî sadece Tuzla
Deresine atılan Hamzevi/ Melamilerin başına gelenlere
vakıf biri değildir
elbette. Bütün 16. Yüzyıl boyunca İslam'dan çıkmak
ve sapıklıkla suçlanan Baba
Zünnun’un 1526’da, Molla Kabız’ın
1527’de, İsmail Maşukî’nin 1538’de, Şeyh Ankaravî’nin 1568’de, Hamza Bâli’nin 1573’de, hepsinin
önderi olan Şeyh Bedrettin’in
1420’de,
hangi sebeplerle ortadan
kaldırıldığını çok iyi
biliyordu. Pir Sultan Abdal da
Muhyî’nin yaşadığı dönemlerde
efsane olmuştu.( Rivayetlere göre
1547-1590) Devlet hem siyaseten
hem de dinen
kendisine muhalif olanların gözünün yaşına
bile bakmıyordu ve bu
konuda Sünni-Alevi ayırımı yapmıyordu.
Bu devirde yaşanan
bir olayı kısaca anlatırsak Muhyî’nin yaşadığı
dönem daha net
anlaşılacaktır:
Kanuni döneminin meşhur şeyhülislamı
Ebu Suud Efendiye sorarlar:
MESELE: Bir zaviyenin ibadet yerinde çeşitli kişiler ile oğlanlar biraraya
gelip türlü nağmelerle “tevhid” ederlerken (lâilahe illallah sözünü söylerken ) tevhid sözünü değiştirip
kâh “dili men” (benim gönlüm) kâh “canı men” (benim canım) deyip ve kâh;
Sen bir ulu sultansın
Canlar içinde cansın
Çün ayan gördüm seni
Pinhan kayusu değil
deyip ve kah;
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
isteyene ver onları
Bana seni gerek seni
Diye göğüslerini dövüp garip hareketler yaptıklarında,
mahalle ahalisinden bazı kimseler adı geçen zaviyede şeyh olan kimseye;
Bu hareketlere niçin razı oluyor ve yaptırıyorsun dediklerinde o kişi;
”Size ne!”, “Biz cin ve insanı ibadet etsinler diye yarattık” (Zariyat suresi
56. ayet) ayetiyle cevap verirse, adı geçen kimseye şeriata göre ne yapmak
gerekir?
EL CEVAP: Bunların anılan sözleri ve hareketleri tam anlamıyla taşkınlık olup,
cennet hakkında söylemiş olduğu çirkin sözler açıkça dinsizliktir.
Öldürülmeleri mubahtır. Şeyhleri olan dinsiz, anlatılan söz ve hareketler için
“yaparlarsa ne olur” demekle kâfir olduğundan başka yaptıkları kötü işi ibadet
sayıp kutsal ayeti de ona kanıt olarak göstermekle yine kâfir olur. Bu inançtan
dönmezse ortadan kaldırılması gerekir.
Muhyî işte böyle
bir dönemde yaşamaktadır ve her ne
kadar ‘’ Tükenmeyiz kırmak
ile’’ Dese de kendince tükenmemenin tedbirini
de alır. Zira gerek
Ebusuud Efendi’in gerekse
Kanuni’nin teveccühlerine mazhar
olmuş olsa da o da
defalarca sorgu sualden geçmiştir söyledikleri ve inandıkları yüzünden
Evet.. Öyle bir şey
yapacaktır ki hiç
bir kadı ya
da şeyhülislam onu ve
onunla aynı yolda
yürüyenleri herhangi bir şeyle
suçlayamasın.
Bunun tek çaresi vardır: Sadece
ve sadece kendisi
ile aynı yolda
olanların anlayabileceği yepyeni
bir dil icat
etmek.
Esasında bütün tarikatlarda
zaten tarikat sırlarını tarikattan
olmayanlara, hatta tarikat mensubu
olup henüz pişmemiş olanlara
bile açmamak gerekiyordu. Şimdi icad
edilecek yeni bir
dil ile tarikat
mensupları kendilerini korumaya alacaklardı. Çünkü kullanacakları lisanı
dünya üzerinde kendilerinden başka hiç
kimse bilmeyecekti. Böyle
olunca da hiç kimse onları
‘’ Şöyle diyorlar, böyle konuşuyorlar, şu şekilde inanıyorlar.’’ Diye
suçlayamayacaktı.
Dikkat edilecek olursa şifreli bir yazışma
programından bahsetmiyorum. Ya
da bizlerin çocukken oynadığımız
kuş dili veya tersinden
konuşma gibi bir
şeyden de bahsetmiyorum. Tamamen
yepyeni bir dilden
bahsediyorum. O güne
kadar dünya üzerinde
hiç kimsenin konuşmadığı, yazmadığı, görmediği, işitmediği bir
dilden bahsediyorum.
Muhyî Efendi bu
dili meydana getirmeyi
başardı. Başarmakla da
kalmadı bu dille
200 civarında eser
de verdi. Bu dilin
bir adı da
vardı: Bâleybelen. Yani ‘’ Dilsizlerin Dili ‘’
İlginç bir dildi Bâleybalen.
Neden ilginçti, nesi ilginçti
gelecek bölümde inşallah
ama bu bölümde en
azından bilmeyenler dünyanın
ilk yapay dilini
bir Türk’ün üretmiş
olduğunu öğrenmiş oldular
her ne kadar
kendisi bu dilin kendi
icadı olmayıp ona Allah
tarafından ilham edildiğini
söylese de...
&autoplay=1/?autoplay=1&mute=0" allow="autoplay" frameborder="0" allowfullscreen>
(
Dünyanın İlk Yapay Dili ( Lisanı ) Bir Türk’e Ait: Bâleybelen başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
22.05.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.