AYRI
AMA EŞİT (!)
1865 Yılında Amerika’daki
iç savaş sona
erdiğinde herkes rahat bir
oh çekeceğini zannetmişti. İşin doğrusu
beyaz derililer rahat bir
oh çekmişlerdi ama
siyah derililer rahat bir
oh çekmek için
daha çook bekleyeceklerdi. Kızıl derilierin
ise neredeyse nesilleri
tükendiği için onların
oh mu çekeceği of mu çekeceği
kimsenin umurunda değildi. Tamamen gündem
dışıydılar.
Evet...İç savaş bitmişti
ve zenciler dört
gözle beyazlarla eşit
haklara sahip olacakları
günlerin özlemiyle devletin
yeni yasal düzenlemeler
yapmasını bekliyordu.
İşte bu
beklenti günlerinde 1892
Tarihinde Homer Plessy adında
bir zenci New Orleans'tan, Lousiana Covington'a
gitmek için trene bindi ama gidip
beyazların bindiği vagona oturdu. Sonrasında tutuklanıp mahkemeye çıkartıldı ve
20 dolar para cezası ile 20 gün hapis cezası yedi.
Plessy, bu
cezaya itiraz etti. Ancak
itirazı Lousiana Yüksek
Mahkemesi tarafından
reddedildi. Bunun üzerine
Plessy, davayı ABD
Yüksek Mahkemesine taşıdı ve
bu davanın adı ‘’Plessy and Ferguson
Davası’’ adını aldı.
Ferguson kim peki? Plessy’nin, Lousiana’daki
mahkemesinin hakimi. Plessy
davayı ona karşı
açmıştı.
Mahkeme tam dört sene sürdü
ve 1896’da kararını verdi: ‘’Seperate but equal.’’ Yani
‘’ Eşit ama ayrı’’
Bunun manası şuydu: Zenciler de mesela
bir lokantada yemek
yeme hakkına sahiptirler
ama beyazların gittiği
bir lokantada değil. Kendilerine
ait bir lokantada...
Zenciler de trene, otobüse vs. binme hakkına
sahiptirler ama beyazlar için
ayrılmış yerlere değil kendilerine
ayrılmış yerlere oturmalıdırlar.
Zencilerin çocukları da okula
gidebilir ama beyazların
devam ettiği okullara
değil.
Kısaca ABD Yüksek Mahkemesi, Plessy’ye ‘’
Size eşitsiniz dedik
diye gel de
beyazlara ait koltuğa
otur mu dedik kardeşim?
Trene binme konusunda
eşitsiniz. Bunun dışında
haddini bil. Trene binme
hakkı vermişiz daha
ne istiyorsunuz?’’ Demiş
oluyordu ve 1896 yılında
verilen bu karar
tüm ABD için
emsal bir karar
olarak ta 1954 yılına
kadar böylece uygulandı.
1951 Yılında Kansas Eyaletinin
Topeka şehrinde Oliver
Brown adlı bir ABD vatandaşı, kız
evladını,
yaşadığı yere çok
uzak olan zencilerin
okuduğu okula değil de
kendisine çok yakın
olan beyazların okuduğu
okula kaydettirmek isteyince
bir kez daha
ortalık karıştı.
Oliver Brown ‘’ Yahu
kızımı göndereceğim okul taaa
anasının gözünde. Bu kızı
oraya göndereceğime bir
ABD vatandaşı olarak
niçin burnumun dibindeki
okula gönderemiyorum?’’ Diyordu
ama Topeka mahkemesi
‘’Kızının gitmesi gereken
zencilere ait okuldaki
eğitim kalitesi de göndermek istediğin
beyazların okulundaki eğitim kalitesine eşittir.
O halde ne zırlayıp
duruyorsun be adam?’’
Diyordu.
Durumu kısaca özetleyecek
olursak: Oliver Brown ‘’ Ben
hadımım’’ Diyordu ama mahkeme
‘’ Kaç çocuğun
var? ‘’ Diye soruyordu. Daha da
doğrusu mahkeme Oliver
Brown’un derdini anlıyor
ama işine gelmediği
için anlamamazlıktan gelip laf
gargarası yapıyordu.
Velhasılıkelam mahkeme, Oliver Brown
aleyhine karar verdi: ‘’
Yaygara yapma! Kızını al, zencilerin okuluna
kaydettir. Bizim tepemizin
tasını da attırma!’’
Ancak bu
davadan hemen sonra
yine ABD’nin güney
eyaletlerinden olan Karolina, Virgina ve
Delawere’de yaşayan zenciler aynı
konuda mahkemelerde dava açtılar.
Dava açılan mahkemelerden Delawere Mahkemesi, siyah okullarının
beyaz okullarına oranla daha düşük nitelikte olduklarını gördü ve siyah
çocukların beyaz okullarına aktarılmasını emretti; ancak, okul yetkilileri bu
kararı Yüksek Mahkeme’de temyiz ettiler.
Yüksek Mahkeme bu
sefer "Ayrı ama eşit"
kavramının Amerikan devlet okulları ve eğitim tesisleri için anayasaya aykırı
olduğunu ilan etti.
Hal böyle olunca
yine kıyametler koptu
ve beyazlar, Virgina
senatörü Harry F.
Byrd başkanlığında ve adına
‘’ Kitlesel Direniş’’ Dedikleri bir
direniş başlatarak zenci
çocukların beyazlarla aynı
okulda öğrenim görmesini
engellemek için yapmadık
pislik bırakmadılar.
Yüksek Mahkeme sonunda 1954’te oybirliği ile aldığı kararda eğitim alanında ‘ayrı fakat eşit’ doktrinine
yer olmadığını belirtti ve kamu okullarında uygulanan ayırımcılığın "
Anayasanın 14’üncü maddesi ile güvence
altına alınmış olan eşit yasal korunma"yı siyah çocuklardan esirgediğini
açıkladı. Yani bundan böyle
artık zenci öğrenciler
de beyaz öğrencilerin
öğrenim gördükleri okullarda
öğrenim görebileceklerdi.
Peki Yüksek Mahkemenin bu
kararıyla yorgan gitti
kavga bitti mi? Ne
gezer efendim. Irkçılık
denen lanet hastalık bir
kere insanın kanına
karışmayagörsün, öyle kolay
mı ondan kurtulmak?
4 Eylül
1957...
ABD’nin Arkansas eyaletinin Little Rock şehrindeki ‘Central High School‘ adlı
liseye her nasılsa
kaydını yaptırmış olan dokuz
zenci öğrenci o gün büyük
bir sevinç ve
heyecanla yeni öğretim yılına
başlayacak okullarına geldiler. Gelmesine geldiler
ama bir taraftan
ellerinde ‘’ Stop race
mıxing’’ ( Karıştırma
yarışını durdur ) yazılı
pankartlar taşıyıp kendilerini
protesto eden beyaz
öğrenciler öte taraftan bir
polis ordusuya karşılaştılar. 2000 Beyaz öğrencinin
öğrenim gördüğü bu
okulda dokuz zenci öğrenciye
yer yoktu.
Polisi okula şehrin
valisi Orval Faubos
göndermişti ama polisin
görevi zencilerin okula
serbestçe girişini sağlamak
değil tam tersine zencileri
okula sokmamaktı.
Zenci çocuklar, ağır hakaretler
ve tacizler sonucu
gözleri yaşlı evlerine döndüler. Ama
tabii ki bu
durum ta ABD
Başkanı Eisenhower’e kadar
ulaştı.
ABD Başkanı ‘’ Lan
oğlum sen n’aapıyorsun?
Biz ‘’ Eşit ama
ayrı’’ kanununu 1954 de
kaldırmadık mı? Hemen
o zencileri okula
al.’’ Diye emir gönderse de
ırkçılğı iliklerine kadar
işlemiş olan vali, bırakın
bu emre uymayı, tam
tersine okulu Ulusal
Muhafızlar tarafından kordona aldırdı
ve ‘’ Bu
okula değil bir
zenci öğrenci , bir kara
sinek bile girmeyecek
tamam mı?’’ Emrini verdi.
Yani Koskoca ABD başkanını
sallamadı.
Durum gerçekten de vahim
bir hal almıştı.
Bir Vali, koca
ABD başkanını da
ABD anayasasını da
sallamıyordu.
Başkan Eisenhower, 1865
iç savaşından 92
yıl sonra ilk
kez Güney’e 1000
kişilik bir ordu
gönderdiği gibi Little Rock’taki Ulusal
Muhafızların komutasını da validen
aldı.
Bu bin
kişilik ordu Litle
Rock’a geldi ve
bu dokuz öğrenci, asker nezareti ve
koruması altında okullarına
girebildiler.
‘’Little Rock Dokuzlusu’’ denilen bu
dokuz zenci öğrenci
okullarına başladılar ama
sadece biri okuldan
mezun olabildi.
Diğerleri okulda kendilerine uygulanan mobbing
sebebiyle terk ettiler.
Evet.. Okula başlamışlardı ama
uğramadıkları hakaret yoktu. Mesela
sınıfın içinde değil
dışında oturuyorlardı. Dersleri, açık olan
sınıf kapısının arkasından
takip ediyorlardı. Teneffüslerde
yüzlerine tükürüyodu beyazlar.
Onlara sık sık ‘’
Defolun aramızdan’’ deniliyordu.
Bu tacizlere, içlerinden sadece
biri dayanabildi ve
canını dişine takarak
okuldan mezun olmaya
hak kazandı. Onun
adı Ernest Green
idi.
Mezuniyet gününde okul
müdürü, Ernest
Green’e mezuniyet törenine
gelmemesini, çıkabilecek
bir kargaşada onu
kimsenin koruyamayacağını söylese
de o mezuniyet
törenine geldi ve
annesi ile yanyana
oturan zenci lider
Martin Luther’in sevgi
ve gurur dolu
bakışları arasında diplomasını
aldı.
1964 Yılına gelindiğinde...
1964 Yılına gelindiğinde
John F. Kennedy’in
öncülüğünü yaptığı “Sivil Haklar Yasası” 1964’te kongreden geçerek ülkenin
yasalarında yer alan ayrımcılığa son verdi.
1964 yılında...
1964 Yılında ben
on yaşındaydım. O günlerde
Amerikalı halk kahramanı(!)
Çelik Bilek ile
yine Amerikalı ranger
Tom Miks’in hain (!)
Kızılderiler ile olan
amansız mücadelelerini
ihtiva eden Teksas- Tommiks dergileri elimizden
düşmüyordu. Bu dergileri elimden
alıp beni bir
güzel pataklayan babamı Amerika
düşmanı bir hain
olarak görüyordum. Hani babam
olmasa, yaşım da
küçük olmasa öldürebilirdim onu.
Yine 1964 yılında...
Henüz 23 Yaşında genç bir
vaiz olan Fethullah
Gülen sık sık
dünyanın en demokratik ve insan haklarına
saygılı ülkesinin ABD
olduğunu söylüyordu.
----SON----