Serbest Kürsü / Söyleşi

Eklenme Tarihi : 11.09.2022
Okunma Sayısı : 799
Yorum Sayısı : 14


Yaklaşık  on  sene  kadar  önceydi.  Bir  şiir  derneğinde, tam  olarak  şiir  etkinliği  diyemeyeceğimiz  ama  arada  şiirler  de  okuduğumuz  bir  toplantıda söz döndü  dolaştı  Mevlana’ya  geldi.

Efendim  bizim  memlekette her nedense  bazı  beyinsizler, Mevlana  ile  Yunus  Emre’yi, Hacı Bektaş-ı  Veli’yi  kıyaslamayı  bu  arada  da  Mevlana’yı  yerden  yere  çalarken  Yunus  Emre  ve  Hacı  Bektaş-ı  Veli’yi  göklere  çıkarmayı  pek  severler. Hatta  bu  beyinsizlere  göre Mevlana Celaleddin-i  Rûmî, Nasrettin  Hoca’nın  katilidir.  Nasrettin  Hoca  da   aslında  meşhur  Türk  büyüğü  Nasireddin Tusî’dir (  Bazen  Ahi  Evran  da  olur.)

Bu  kadarla  da  kalmazlar. Mevlana  Celaleddin-i  Rûmî  ile  Şems-i  Tebrizî  arasında  eşcinsel  bir  ilişki  olduğunu  da  iddia  ederler.

Neden  peki?  Dünyanın  dört  bir  yanından değişik  din  ve  inançlara  sahip   milyonlarca  insanın ‘’ Gel ‘’  çağrısı  üzerine  koşa  koşa  türbesini,  dergahını  ziyarete  gittiği  Mevlana  hakkında neden  bizim  ülkemizde  bir  kesim  böyle  palavralar,  iğrenç  dedikodular,  yalanlar  üretir?  Bunun  tek  sebebi  vardır: Çünkü  Mevlana senelerce Türkiye’de,  Anadolu’nun  bağrında  yaşamıştır  ama  tek  kelime  Türkçe  bilmez (  Bu  doğrudur. Bizim rahmetli  Hocamız  Prof.  Dr.Şehabettin  Tekindağ  da  doğrular  bu  bilgiyi. )

Mevlana  madem  ki  ekmeğini  yediği  topraklardaki  insanların  dilini  bilmez  o  halde  mutlaka  cani  ruhludur(!)  Nasrettin  Hoca’yı  öldürmüştür(!)  ve  dahi  Şems ile  eşcinsel  ilişkileri  de  mevcuttur(!) 

Evet..Bizim  toplantıda  da bir  bestekar  aldı  sözü  ele, başladı  Mevlana’ya  saydırmaya.  Adam  hiç  nefes  almadan konuştuğu  için ‘’Üstad  bir  dakika.  İki kelime  de  biz  konuşalım’’  demenin  imkanı  yok.  Üstad  kendisi  soruyor  kendisi  cevaplıyor:  ‘’  İki  erkek  bir  dergahın  bir  odasına  kapanıp  kırk  gün  o  odadan  çıkmazlarsa  orada  ne  yapmışlardır  sizce?’’ Diye  soruyor. Millet  saf  saf  bakıyor  ve  düşünüyor  ‘’ Ulan  hakket  iki  erkek  kırk gün  bir  odada  baş  başa  kalırlarsa  ne  yaparlar  acaba?’’  İçimizden  bazıları ( ben  dahil ) ‘’  Sohbet  muhabbet  eder  bazı  konuları  tartışırlar. İbadet  ederler, zikir yaparlar, sema  yaparlar.’’  Diyeceğiz  ama  üstad  söz  hakkı  tanımıyor. Kendisi  cevaplıyor  sorusunu: ‘’ Tabii  ki  erkek  erkeğe  seks  yaparlar.’’

Yani  iki  erkeğin  hem  de  bir  dergahta, başbaşa  kırk  gün  sohbet  edebileceklerine, ibadet  edeceklerine asla ve asla  ihtimal  veremeyen bir  beyin,  aynı  iki  erkeğin  kırk  gün  boyunca  gece  gündüz   erkek  erkeğe  seks  yapabileceğine  inanıyor. İnanmakla  da  kalmıyor  başka  insanların  da  buna  inanmasını  sağlamaya  çalışıyor.

Tüm  bunların  yukarıda  da  belirttiğim  gibi  bir  tek  sebebi  var:  Şartlanmışlık... Mevlana  madem  ki  Türkçe  bilmiyor  o  halde  ondan  aklınıza  gelebilecek  ya  da  gelemeyecek  her  türlü  pislik  beklenebilir(!) O  sebeple  de  ellerinde  bir  kanıtın  olmasına  gerek  yoktur. İftira  atarken ya  da  bir  kişi  ile  ilgili  bir  zanda  bulunurken  bir  nebze  olsun  vicdanlarında  bir  sızlama  olmaz.

Evet... İnsanların  olaylara, yazılanlara, söylenenlere, okuduklarına  yaptıkları  yorumlarında  peşin  şartlanmışlığın  çok  önemli  bir  yeri  vardır.

*****

İki  derviş  bir  müddet  yol  aldıktan  sonra  bir  dere  kenarına  gelirler.  Yola  devam  etmek  için derenin  karşısına  geçmek  zorundadırlar. İşte  tam  bu  sırada  yanlarına  yalnız  bir  kadın  yaklaşır.  Dereden  korkmaktadır. Dervişlere  yalvarır  ‘’Ne  olur  bana  yardım  edin de  karşıya  geçeyim.’’

Dervişlerden  diyelim  ki  adı  Ahmet  olan  ‘’Atla  sırtıma  bacı! ‘’ der  ve  kadını sırtına  alıp  karşıya  geçirir.   Kadın onlardan  uzaklaşınca  adı  Mehmet  olan diğer  derviş  sitem  eder  arkadaşına ‘’ Sen  nasıl olur  da  na mahrem bir  kadını  sırtına alırsın?  Bu  nasıl  bir  dervişliktir?  Bu  nasıl  bir ehl-i  tarikat  olmaktır?’’  Ahmet  cevap  verir:  ‘’  Ben  o  kadını  derenin  karşısına  geçirdikten  sonra  sırtımdan  indirdim  ama  görüyorum  ki  sen  hâlâ  sırtında  taşıyorsun.’’

Evet... Bazı  insanlar  da  sırtlarındaki  kadını ( tabii  ki  mecazi  anlamda )  bir  türlü  indiremedikleri  için  yorumlarında  sırtlarındaki  kadının  etkisinin  olması  kaçınılmazdır. Oysa  o  kadını  sırtlarından  bir  indirebilseler  her  şeyi daha  net  ve  açık  görmeleri  dolayısıyla  da  yorumlarını  daha  insaf  ve  vicdanlı  bir  şekilde yapmaları mümkündür  ama  şurası  da  muhakkaktır  ki bazı  insanlar  derviş  Ahmet  gibi  sırtındaki  kadını  dereyi  geçer  geçmez  indirir  bazıları  ise Mehmet  gibi  bir  ömür  boyu  taşır  durur.

****

Bir  şeyler  yazarsınız,  bakarsınız  ki  birileri  altına  bir  şeyler  yazmış... Evet...’’ Bir  şeyler ‘’  diyorum  da  ‘’Yorum’’  demiyorum  dikkat  ederseniz.  Çünkü  Kerbela  Katliamını  anlattığım  bir  yazı dizisinde  tam  da  Hz.  Hüseyin’in katlini  anlattığım  bölüme  yazılmış  olan  ‘’ Zevkle, haz  alarak  okudum’’  şeklinde  bir  yorum, yorum  olamaz.  Türkiye’de  dini  inancı  ne  olursa  olsun  hiç  bir  insan, Hz.  Hüseyin’in  katlinden  zevk  almaz, haz  almaz.   ‘’Eee  adam  yazmış  ama.’’ Doğrudur, adam  yazmış.  Aynı  gün  yazılmış  olan  tüm  yazılara  ve  şiirlere  aynı  şeyi yazmış ( daha doğrusu  kopyalayıp  yapıştırmış)  Yani  hiç  bir  yazıyı  okumamış. Hiç  bir  şeyi  okumadığı halde  neden  yorum yapmak  zarureti  hissetmiş  peki?  Çünkü  bu olayı  bir  ticaret  gibi  görüyor. ‘’Ben  senin  yazdıklarını  okudum  sen  de  benim  yazdıklarımı  oku.  Ben  sana  yorum  yazdım  sen  de  bana  yorum  yaz.’’  Olay  bundan  ibarettir. Yazdığı (  daha  doğrusu  kopyalayıp  her  yazıya  yapıştırdığı )  şeyin  yorum  olduğuna  emin  olduğu  için de başkalarından  yorum  almayı  kendisine  bir hak  olarak  görür.

*****
Bir  şeyler  yazarsınız.  Yazdıklarınız  daha  iyi anlaşılsın  diye  de  konuyla  ilgili  resimler  fotoğraflar  yayınlarsınız.  İşte  hapı  yuttuğunuz  olaylardan  biri  de  budur.

Vatandaş  yazı  filan  okumaz  ama  bizim  memleketin  tabiriyle  ‘’  Hala  hatırın  kalmasın’’ bâbından  bir  şeyler  yazması  gerekmektedir. [ Böyle bir  gerekliliği  de  anlamam  aslında. Bir  insan, hiç  okumadığı bir  yazıya  neden  ille  de  yorum  yapmak  mecburiyetinde  hisseder  ki  kendisini? ]

Şimdi  diyelim  ki  Peygamberimiz  (S.A.S.)  hakkında  bir  şiir  ya  da  yazı  yazmışsınız.  Yazının  başlığı  da  ‘’  Güllerin  Efendisi’’  olsun. Yazıya  bir  adet  gül  fotoğrafı  eklemişsiniz.  Altındaki  yorum  aynen  şöyle:  ‘’  Hocam  çok  haklısınız.  Güllerin  efendisi Yediveren  gülüdür.  O  gül  bir  senede  yedi  defa  açar.’’

Laf  olsun  torba  dolsun.  Alakaya  dikiz...

*******
Diyelim  ki  bir kişi  yazdığınız  yazıyı  (  şiir  ya  da  düz  yazı )  gerçekten  de  okumuş  ama  yine  de yazdığı  yorumun  sizin  yazınızla  uzak  yakın  bir  alakası  yok. Haliyle  canınız  sıkılır.  Moraliniz  bozulur  ‘’  Yahu  ben  onu  mu  anlatmak  istiyorum? Sendeki  mantık nasıl  bir  mantıktır  ki  bunu  böyle  yorumladın?’’  Diye  üzülürsünüz. Hele  de  yorumu  yapan sevdiğiniz, değer  verdiğiniz  biriyse  daha  da  üzülürsünüz. Bence  üzülmeyin  çünkü  her  insanın  algısı  farklıdır.  Bunu  bir  örnekle  açıklayayım.

İki  lise  öğrencisi oturmuş  Edebiyat  dersi  çalışıyorlar  ve  konuları  da  Yunus  Emre’nin  bir  şiiri... ‘’Şair, bu  şiirde  ne  demek  istemiş?’’

Başlıyorlar  bir  kıtayı  okumaya:

Beni  bende  demen
Bende  değilim
Bir ben  vardır bende
Benden  içeri

Liseliler kendi aralarında  ‘’  Şair  bu  kıtada  şöyle  demek  istemiş.  Hayır  böyle  demek  istemiş ‘’  diye  tartışırken  yanlarında  oturup  kendi  derslerine  çalışan  dokuz  yaşlarındaki  kardeş  atılmış.

-Yahu  bunu  anlamayacak  ne  var?  Şair  burada ‘’ Bir  ben  vardır  bende  benden  içeri’’ Diyerek  hamile  olduğunu  anlatmak  istemiş.

Evet  değerli  okurlar.  İnanın  bana  o  dokuz yaşındaki  çocuk  yine  de  oldukça  masum  ve  vicdanlı  bir  yorum  yapmıştır.

Bugün  çok  iyi  biliyorum  ki   pek  çoğumuz  Poul  Rubbens’in  ‘’ Cimon  ve  Pero    adlı  muhteşem  tablosunun  karşısında  olsak  yorumlar  şöyle  olacaktır:

* ‘’ Vay  namussuz  şerefsiz  moruk.  Nasıl  da  yapışmış  genç  bir  kızın  memelerine.’’
* ‘’Vay  beee  bu  kadar  güzel  bir  kız,  bula  bula  bu moruğu mu  bulmuş?’’
*’’Üffff  kızdaki  memelere  bak  abi.’’
*’’Ulan  edepsiz  herif ! ( o  ben  oluyorum ) Sen  utanmıyor  musun  böyle  müstehcen  bir  resmi  yayınlamaya?  Senin oğlun-  kızın  yok  mu?’’
* ‘’  İşiniz  gücünüz  belden  aşağı  anasını  satayım.  Sizin gibilerin  kafası  başka  şeye  çalışmaz  zaten’’

Daha  bir  sürü  tabloyla  hiç alakası  olmayan  saçma  sapan  yorum (  yorum  denebilirse  tabii  ki ) hatta itham  ve  daha  da  ileri  giderek  hakaret...

Oysa  tabloda  anlatılmak  istenen  şey:  Rus  Çarı tarafından  hapse  atılan  ve  aç  bırakılma  cezası  verilen Cimon  adlı  bir  tüccarın  - her  nasılsa  çardan babasını ziyaret  izni  alan- kızı  tarafından – hayatta  kalsın  diye-  emzirilmesidir.  Çok  kısa  olarak  özetleyecek  olursak  ressam  bu  tabloda  baba  sevgisi  ve  fedakarlık  konusunu  işlemiştir. Ama  bizler  gözlerimizi  tablodaki  kızın  memelerine  dikersek  o  yaşlı  adamın  yüzündeki  açlığı, acıyı  ve  minnet  ifadesini  hiç  bir  zaman  göremeyiz.

O  sebeple:

Nasıl bakarsanız o’sunuz..
Ne okursanız o’sunuz..
Ne anlarsanız o’sunuz..
Bakış açımız bizi anlatır, baktığımız şey değil.

NOT:  Cimon  ve  Pero  tablosunu  merak  edenler Google’a  ‘’Cimon  ve  Pero’’ yazıp  tıkladıklarında  tabloyu  göreceklerdir.



( Yorumla-ma-2 başlıklı yazı Sami Biber tarafından 11.09.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.