Başlayalım mektuba ama bu zamanın mektubu gibi olmasın. Bizim zamanımızın yani elli-altmış sene öncesinin mektupları gibi olsun değil mi?
Haydi o zaman başlayalım.
******
YÜKSEK BİR TÜRK GENCİNE TAKDİMİMDİR !
Sevgili Kızım Rüya Hanımefendi !
Evvela mahsus selam eyler rengini henüz bilmediğim ama kara olduğunu tahmin ettiğim gözlerinizden öperim. Yüce Rabbimden dileğim o dur ki sıhhat ve afiyettesinizdir inşallah.
Muhterem validenize, muhterem pederinize, varsa biraderleriniz ve hemşireleriniz, cümlesine selam eder, cümlesini muhabbetle kucaklarım.
Aslında '' Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.'' Yazmam gerekiyordu ama hanenizde yaşça benden daha büyük herhangi bir âsâr-ı âtika olduğunu sanmıyorum.
Bendenizi soracak olursanız amansız bir bel fıtığı haricinde Rabbimize hamd-u senâlar olsun herhangi bir sıhhat rahatsızlığı yaşamamaktayım. Ha bir de kulaklarım ağır işitiyor. Refikam hanımefendi '' Abimin karısı da İnegöllüydü'' Diyor, ben '' Vah vah, murdar olmadan kesiverseydiler bari '' diye cevap veriyorum. Refikam ''Abimin karısını mı kesseydiler?'' Diye sorunca mesele anlaşılıyor. Meğer ben '' Abimin karısı İnegöllüydü'' Cümlesini '' Abimin karısının ineği öldü '' anlamışım. Malum, sağır duymaz uydurur.
Bir de gözlerim iyi görmüyor. Bir de dişlerim yok zaten, protezleri kaybedince bayağı bir sorun yaşıyorum. Nerede bıraktığımı hatırlayıncaya kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geliyor. Ha bir de unutkanlık var. Buz dolabının kapağını açıyorum ama ne alacağımı unuttuğum için öylece beklerken üzerinize afiyet nevazil oluyorum.
Biliyor musunuz Rüya Kızım? En son 1974 Yılında mektup yazmıştım diye hatırlıyorum. O tarihlerde sanırım ne senin annen dünyaydı ne de baban.
Mektubumu kime yazmıştım dersen: Sirkeci- Halkalı Banliyö treninde birdenbire elektrikler kesilince telaşa kapılan bir Alman kıza yazmıştım.
Adı Julianna'ydı. Sapsarışın, çilli, sipsivri bir kızdı.
Korktuğunu anlayınca '' Korkma! Savaştayız. ( Kıbrıs Savaşından bahsediyorum ) ara sıra elektrikler kesilir böyle. '' dedim, kızcağız '' Oh my God ! War?'' dedi ve daha bir korkarak boynuma sarıldı.
Sonra mektup arkadaşı olduk. Lakin ben hıyarlık yapıp kızın ilk mektubundan sonra ona nasıl deli divane aşık olduğumu yazınca selamı sabahı kesti. ( Aşık maşık olduğum filan yoktu. Ben Liseden Duygu'ya aşıktım o sene. O sene Fakülteye başlayınca da Suna'ya aşık oldum. )
Neyse.. Bunlar önemsiz meseleler. Sen nasılsın? Sağlığın sıhhatin nasıl?
Aman kızım ! Okul koridorlarında koşma. Terli terli soğuk su içme, dondurma yeme. O cips denilen yağ depolarına sakın dokunma. Ketçap denen zehiri yanına bile yaklaştırma.
Boş zamanlarını boş şeylerle geçirme. Bol Bol kitap oku. Sana tavsiyem : ''Cin Ali'' serisini mutlaka oku. Mesela ben '' Cin Ali'nin Kara Gözü Kuzusu ''kitabını hâlâ çok severek okurum. Bayılırım kitap okumaya vesselam.
Sanatsal filmleri de kaçırma. Bu konuda da sana Kuzuların Sessizliği, Hannibal, Halka ve Testere'yi şiddetle tavsiye ederim. ('' Şiddetle '' derken mecazi manada değil, gerçek manada diyorum. ) ama aksiyon filmlerinden hoşlanıyorsan Tom ve Jerry'yi tek geçerim.
Evet sevgili Rüya !
Gelelim asıl ciddi meselelere.
Sitemizi Denizli İlimizde tanıtmaya mütemayil teşebbüslerin için ziyadesiyle memnun oldum. Allah emeklerini zay etmesin. Bir başarı elde edersen ( ki ben inanıyorum. ) hem sen mutlu olacaksın hem de sitemiz. Şimdiden çok teşekkür ederim.
Son olarak bahsini ettiğin Tarih öğretmenine gelelim.
Sevgili Kızım!
Sen 6 Şubat Depremini iliklerine kadar yaşamış bir insan olarak o depremin yıl dönümünde hüzün içindeyken on bir ilimizi adeta haritadan silen bir felaketin yıl dönümünde öğretmenin neşe içinde...
İlk etapta ''Unutmuş olabilir '' dedim ama baktım sen hatırlatmışsın.
Evet sen hatırlatmışsın ama öğretmenin ( maalesef ki bir de branştaşım bu kişi ) '' Seni anlayamıyorum '' demiş.
Hani karşımda olsa da yakasından tutup '' Neyi anlayamıyorsun ulan davar? '' diye sorsaydım keşke.
Senin sorunun cevabı bu değil elbette. Sen '' Niçin anlamıyor?'' Diye sormuşsun.
Hemen açıklayayım kızım.
İnsanımızın maalesef giderek duyarsız olmasının, hatta tamamen hissiz olmasının üç sebebi vardır.
1- Siyah kurdele 2- Ağlama İkonu 3- İç bükey parantezler.
Evet, bu üçü hayatımıza girdiği günden itibaren toplum olarak ruhumuzu yitirmeye başladık.
Artık bir ya da pek çok şehidimiz oluyor, profil resimlerimize bir siyah kurdele koyuyoruz ya da tv kanallarında sağ üst köşede bir siyah kurdele, yayına aynen devam. Vur Patlasın çal oynasın:
Dün Mesela 30 Ağustos Zafer Bayramımız.
Gönül istiyor ki binlerce şehit pahasına 102. Yıl dönümünü kutladığımız bu zafer gününde tv kanallarında 30 Ağustos Zaferi ile ilgili filmler olsun. Ama sadece TRT 1'de '' Tozkoparan İskender'' adında saçmasapan fantastik bir film var. Başka kanallarda hiç bir halt yok. Hatta bir kanalda kahraman(!) ABD askerlerinin dünyayı nasıl yok olmaktan kurtardığını (!) anlatan bir film var.
Ruhsuz yaşıyoruz sevgili Rüya.
En büyük acılarımızda bile en azından iki kelime '' Çok üzgünüm '' yazmak yerine bir ağlama ikonu ile, bir kaç iç bükey parantezle '' Üzüntümü dile getirdim. Daha ne yapabilirim ki'' noktasına gelmişiz.
En kötüsü ne biliyor musun Rüya?
Bir kurdele, bir ağlama ikonu ya da iç bükey parantezler paylaştığımızda vicdanen rahatlıyoruz. Üzerimize düşen görevi yerine getirmiş zannediyoruz kendimizi.
Bahsettiğin öğretmenin de maalesef farklı bir tornanın mahsulü değil. O da bir acıya duyduğu üzüntüyü siyah kurdele, ağlama ikonu, iç bükey parantez paylaşarak ifade ede ede sonunda ruhsuzlaşanların zümresine ilhak oldu demek ki. O sebeple seni anlamasını bekleme.
Tekrar mahsus selam eder sevgiyle gözlerinden öperim. Allah'a emanet olasın. Her şey gönlünce olsun inşallah.
Kestane kebap acele cevap....