M.
NİHAT MALKOÇ
Şiirin sultanları
yahut sultanların şiirleri
Adını tarihe altın harflerle
yazdıran Osmanlı devletinin üst kademedeki yöneticileri sanata ve sanatçıya çok
kıymet vermişlerdir. Osmanlı zamanında şairler ve yazarlar, saray çevresi
tarafından daima korunmuştur. Devrin padişahları ve sadrazamları bilim ve sanat
erbabını destekleme hususunda adeta birbiriyle yarışmışlardır. Öyleki devlet
ricali, özellikle büyük şairlerle şahsî dostluklar kurmuş, onların şiir
sohbetlerine iştirak etmişlerdir.
Üç kıtaya hükmeden Osmanlı devletinin sultanları sadece bu
devlet-i ebed müddede değil, şiire de sultan olmuşlardır. Sanata son derece
önem veren bu sanatkâr ruhlu insanlar, şiiri ve şairi sevmekle kalmamış, bizzat
şiir hamurunun hamurkârları da olmuşlardır.
Malum olduğu üzere Osmanlı devletinde saltanat hüküm
sürmekteydi. Yani tahta geçmek için Osmanoğulları soyundan olmak şartı vardı.
Bu önceden bilindiği için herkes kendini Osmanlı tahtına namzet görüyordu. Bu
da her konuda eğitimli ve donanımlı olmayı gerektiriyordu. Çok iyi bir eğitim
gören şehzadeler sanat bakımından da donanımlı insanlar olmuşlardır. Daha ilk
mektep çağlarında iyi bir dil ve sanat eğitiminden geçmişlerdir.
Osmanlı padişahları arasında şiire ilk gönül veren ve şiir yazan
II. Murad’dır. Altıncı padişahımız olan II. Murad, saray erkânına şiirin
kapılarını açmıştır dersek yeridir. Onu diğerleri takip etmiştir. Sultan II.
Bayezid “Adnî” mahlasıyla bir divan tertip edecek kadar şiir yazmıştır. Osmanlı
padişahları tarafından tertip edilen ilk mürettep divan II. Bayezid’ın Adnî
Divanı’dır. Öte yandan II. Bayezid'in
oğlu olan Şehzâde Korkut “Harîmî” mahlasıyla şiirler kaleme almıştır. Cem Sultan da şiir konusunda usta bir şehzade olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlı sultanları divan
şiiriyle yakından ilgilenmişlerdir.
Osmanlı sultanları arasında en çok şiir yazan cihan padişahı Kanunî Sultan Süleyman
olmuştur. Osmanlı tahtında en uzun süre kalan bu kıymetli padişah, şiirlerinde
başta Muhibbî olmak üzere, Meftûnî ve Âcizî mahlaslarını kullanmıştır. Bâkî,
Zâtî, Hayâlî ve Fuzûlî gibi büyük şairlerle çağdaş olan Kanûnî Sultan Süleyman,
biri Farsça olmak üzere, iki divan tertip edecek kadar yetkin bir şairdir.
Muhibbî Divanı’nda 2799 gazel mevcuttur.
Sadece Kanunî değil, Kanunî'nin şehzâdeleri Mustafa,
Bayezid, Selim ve Cihangir de şiirle meşgul olmuşlardır. Bunlardan Şehzâde
Bayezid “Şâhî” mahlasını tercih etmiştir. Öte yandan II. Selim, Selimî
mahlasıyla birbirinden güzel şiirler yazmıştır. Bunun yanında II. Selim’in
oğlu III. Murad’ın da, “Muradî “mahlasıyla güçlü şiirler yazdığını görüyoruz.
Türkçe Divanı’nda 1566 gazel bulunan III. Murad, Osmanlı
şiir tarihinde en fazla gazel yazan şairler arasında sayılmaktadır. III. Murad’ın
oğlu Sultan III. Mehmed de Adnî mahlasıyla şiirler kaleme almıştır. Aziz
Mahmud Hüdâyî’ye intisap eden Sultan Ahmet Camii’nin banisi I. Ahmed, şiirlerinde
Bahtî mahlasını kullanmıştır. II.
Osman, Fârisî mahlasıyla şiirler yazmıştır. 11
yaşında tahta çıkan IV. Murad da “Murâdî” mahlasıyla şiirler kaleme
almıştır. IV. Mehmed, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmed, III. Mustafa ve
III. Selim gibi sultanlar da şiir yazmışlardır. II. Ahmed “Ahmed”, Sultan II.
Mustafa, “İkbâlî”, III. Ahmed “Necîb”, III. Mustafa “Cihângîr” ve III. Selim de
“İlhâmî” mahlaslarıyla şiirler yazmışlardır. Bunların yanında hat ve musikîyle
meşgul olan II. Mahmud, Adlî mahlasıyla şiirler kaleme almıştır. II. Mahmud'un kızı Âdile Sultan, Divan oluşturmuş müstesna
bir kadın şairdir. Bu ve bunun gibi örnekler Osmanlı padişahlarının şiir
sevgisini göstermektedir.
Fatih
Sultan Mehmet, sadece İstanbul’u değil, şiir kalelerini de fethetmiştir.
Osmanlı
padişahları içerisinde şiire gönül veren ve usta işi şiirler yazan şair
padişahlardan birisi de Fatih Sultan Mehmet’tir. İstanbul’u Bizans’tan alarak
fetih müjdesine mazhar olan, çağ açıp çağ kapayan Fatih Sultan
Mehmed(1432-1481) bilime, müziğe, sanata
ve şiire çok önem vermiştir. Osmanlı’nın en
büyük padişahları arasında kendisine yer bulan Fatih Sultan Mehmet, Avnî
mahlasıyla güzel şiirler kaleme almıştır. İşte onlardan biri şudur: “İmtisâl-i câhidû
fi'llâh olupdur niyyetim/Dîn-i İslâm’ın mücerred gayretidir gayretim//Fazl-ı
Hakk u himmet-i cünd-i ricâullâh ile/Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdir
niyyetim//Enbiyâ vü evliyâya istinâdım var benim/Lütf-ı Hak'dandır hemân
ümmîd-i feth ü nusretim//Nefs ü mâl ile n’ola kılsam cihânda ictihâd/Hamdüli'llâh
var gazâya sad hezârân rağbetim//Ey Mehemmed mu'cizât-ı Ahmed-i Muhtâr ile/Umaram
gâlib ola a'dâ-yı dîne devletim”
Fatih’in yukarıdaki meşhur şiirini günümüz Türkçesine
çevirirsek maksat daha iyi anlaşılır: “Niyetim
‘Allah uğrunda hakkıyla savaşınız’ ayetine bağlı kalmaktır. Gayret gösterişim
İslâm dininin gerektirdiği gayretlerdir./Allah'ın lütfu ve yardımları kutlu
olan din büyükleri askerlerinin yardımları ile, niyetim kâfirleri baştan başa
bozguna uğratmaktır./Ben, peygamberlere ve din ulularına güveniyorum. Fetih ve
zafer ümidim Allah'ın lütfu ile mümkün olacaktır./Nefsim ve malım ile dünyada
Allah için gayret etsem ne olur? Allah’a şükürler olsun ki gaziliğe yüz
binlerce rağbetim var./Ey (Fâtih) Mehmed! Hazret-i Muhammed (sav)’in mucizeleri
ile devletinin din düşmanlarını yeneceğini umuyorum.”
Tarihimizde Fatih
Sultan Mehmet adıyla şöhret bulan İkinci Mehmed 1432 yılının 29 Mart’ında,
zamanın Osmanlı payitahtı olan Edirne’de dünyaya gelmiştir. İkinci
Mehmed, İkinci Murad'in Hümâ Hâtun'dan olma oğludur. İkinci Mehmed’in çok
iyi bir eğitim aldığı; edebiyata, felsefeye, coğrafyaya ve astronomiye ilgi duyduğu
söylenir. Hocazâde, Molla Gürânî, Molla İlyas, Sirâceddîn Halebî, Molla
Hayreddin onun meşhur hocalarından birkaçıdır.
Fatih, Arapça ve Farsça'nın yanı sıra Latince, Yunanca ve İtalyanca da öğrenmiştir.
Fatih Sultan Mehmet
zamanında Osmanlı’da divan şiiri ileri bir konumdaydı.
Osmanlı’nın yedinci padişahı olarak tahta çıkan Fatih
Sultan Mehmed çağ açan bir padişah olarak bilinir. Zira onun İstanbul’u
Bizanslılardan(Doğu Roma) almasıyla orta çağ kapanmış, yeni çağ açılmıştır.
İstanbul'u fethetmesinden sonra Ebû ʾl-Feth (Fethin Babası) diye anılmıştır.
Daha sonra bu lakap “açan” anlamına gelen Fatih’e dönüşmüştür. Rivayetlere göre
İstanbul’un fethinden sonra Kayser-i Rum (Roma İmparatoru) unvanını da
kullanmıştır. İstanbul’un Fatih’i, Avrupa’da Büyük Türk (Grand Turco)
olarak da anılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı’da divan şiiri çok
mühim bir konumdaydı. Büyük isimler vardı şiir sahasında. O da bu atmosferden
etkilenerek şiire meyletmiştir. O; Sadî, Nizamî ve Hâfız gibi meşhur İran
şairlerinin ve Şeyhî, Ahmed Paşa ve Melîhî gibi Türk divan şairlerinin tesiri
altında kalmıştır. Fatih’in Divan’ını yayınlayanlardan biri olan Prof. Dr.
Muhammet Nur Doğan, onun şiiri ve
şairliği konusunda şu isabetli görüşlere yer veriyor:
“Çok kuvvetli bir eğitim almış, birkaç lisan bilen,
zamanının bütün ilmî, kültürel, felsefî, siyasî ve entellektüel birikimine
sahip kudretli bir padişah olan Fatih Sultan Mehmed’in şiiri bu yüksek bilgi ve
kültür hamulesi ile birlikte bütün bir klâsik Türk edebiyatının son derecede
gelişmiş ve neredeyse mükemmeliyete ulaşmış muhteva birikimini güçlü bir
şekilde yansıtmaktadır. Hacim olarak ancak küçük bir divançe oluşturan bu
şiirler duygu ve düşünce bakımından oldukça gelişmiş bir sanatkâr şahsiyetinin
renkli, samimî ve orijinal yansımalarını taşımaktadır. Beyitlerde ve
mısralarda, büyük bir cihan devletini yöneten, doğunun padişahı olduğu kadar
batının da kayzeri olmaya azmetmiş bir hükümdarın bu yüksek şahsiyetinin
sanatkârlık ve söz sultanlığı ile bir kat daha güçlenmiş parıltılı akisleri de
kendini hissettirmektedir. Gerek devrinin büyük şairleri ve gerekse bütün bir
klâsik Türk edebiyatı şairler kadrosu içerisinde yapılacak ciddî araştırmaya
dayalı bir mukayese sonucu, Şair Avnî’nin, hiç de telâffuz edildiği gibi “orta
derecede bir şair” olmayıp; aksine, hayâl ve bilgi açısından çok yönlülük
özelliği taşıyan üslûbu göz önünde bulundurulacak olursa, emsallerinden geri
kalmayan, birinci sınıf sanatkârlar arasında sayılabileceği söylenebilir.”
Hayatını İslâm’a adayan ve İslâm’a hizmet etmekte sınır
tanımayan Fatih Sultan Mehmed’in şöhret olmak gibi bir derdi yoktu. O, zaten
Osmanlı gibi bir cihan devletinin tahtında oturuyordu. Bu açıdan baktığımızda kendisi
fazlasıyla şöhret sahibiydi. Gayesi para, pul, makam, intikam ve şöhret değildi. Fatih’in şiir yazmaktaki gayesi ilâhî
hakikatleri etkili bir biçimde ifade ederek gönüllere nakşetmekti. Zira İ’lâ-yı
Kelimetullah’ı yeryüzüne yaymak onun en büyük emeliydi. Hocası Akşemseddin onu
bu hususta mükemmel bir şekilde yetiştirmişti. O da hocalarından aldığı üstün
terbiyeyle bu gaye uğrunda nefes tüketmiştir.
Fatih Sultan Mehmed
bir iman ve aksiyon adamıydı.
Osmanlı’nın medar-ı iftiharı olan Fatih’in erkek çocukları
II. Bayezid, Mustafa ve Cem Sultan’dır. Onlar da şiirle hemhâl olmuşlardır.
Milletlerin ancak eğitimle kalkınacağını düşünen Fatih, padişahlığı boyunca
eğitime çok önem vermiştir. Bu gayeyle İstanbul’un ilk Türk yükseköğretim
kurumu olan Sahn-ı Seman’ı kurmuştur.
Dünyada sözüne itibar edilen bir devlet adamı olan Fatih,
kudretli bir komutan ve büyük bir siyaset dehasıydı. Fatih’in elindeki kalemi,
belindeki kılıç kadar keskindi. Cesarette sınır tanımayan Fatih,
Karamanoğulları Beyine hitaben şu cinaslı beyti söylemiştir: “Bizimle saltanat
lafın idermiş ol Karâmânî/Hudâ fırsat verirse ger, kara yîre karam anî”
Avnî mahlasını kullanan Fatih, zamanındaki şairlere nazaran daha sade bir dille
yazmıştır.
Bir iman ve aksiyon adamı olan Fatih Sultan Mehmed,
“Konstantiniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan,
onu fetheden asker ne güzel askerdir” hadisindeki müjdeye muhatap olan aşk ehli
bir padişahtır. O, ilâhî aşkını şiirlerine de yansıtmıştır. Edebiyatta Avnî
mahlasını kullanan İstanbul’un Fatih’i, yazdığı birbirinden güzel şiirlerle
devasa bir divan teşkil etmiştir. Prof. Dr. Muhammed Nur Doğan “Avnî(Fatih)
Divanı’nı hazırlayarak kültür hayatımıza kazandırmıştır. Doğan, Fatih’in
divanıyla ilgili olarak aynı kitabın önsözünde şunları söylemektedir: “Şiirlerinin
tamamı henüz ele geçirilememiş bulunan Fatih’in şiir metinleri ile ilgili
bilinen tek nüsha, bugün Fatih Millet Kütüphanesi, Yazma Manzum Eserler kısmı
no.305’te kayıtlı bulunan, Ali Emirî Efendi’nin bulduğu yazmadır. Umumiyetle
gazellerden oluşan bu yazmayı Ali Emirî kendi el yazısı ile iki defa kopya
etmiş ve ilim âlemine de bu yazmayı yine kendisi tanıtmıştır.”
Fatih, Peygamberimizin
fetih müjdesine mazhar olan bir peygamber dostuydu.
Peygamberimizin fetih müjdesine mazhar olmak için İstanbul
kapılarına dayanan ve birçok padişahın gerçekleştirmek isteyip de
gerçekleştiremediği fethi gerçekleştiren Fatih, bir peygamber sevdalısıydı.
Fahr-i Kâinat deyince onun için akan sular dururdu. Onun, kâinatın serverine
hitaben yazmış olduğu şu beyitleri bu hakikatin söze bürünmüş hâlidir: “Ağlasa
derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana/Âşikâr olurdu gâlib râz-ı pinhânım sana//Mesned-i
hüsn üzre sen ben hâk-i rehde pâymâl/Mûr hâlin nice arz ede Süleyman’ım sana//Şem’i
gör kim meclisinde ağlayıp başdan çıkar/Hoş yanar yıkılır ey şem’-i şebistânım
sana//Subh gibi sâdık olduğum gam-ı aşkında ben/Gün gibi rûşen durur ey mâh-ı
tâbânım sana//Dün rakîbin cevrini men’ eyledin ben hastadan/Eyledi te’sir gûyâ
âh u efgânım sana//Zahm-ı hicrân şerhi çün mümkün değildir dostum/Sîne-çâkinden
haber versin girîbânım sana//Eyleme gönlün gözün cevr ile Avnî’nin harâb/Dürr ü
gevherler verir bu bahr ile kânım sana”
Osmanlı’yı Osmanlı yapan, büyük hak ve hakikat dostu Fatih’in
kaleminden çıkan yukarıdaki güzel şiiri daha anlaşılır kılmak için günümüz
Türkçesine çevirelim: “İçimdeki dertler, yaş dolu gözlerim senin için
ağlasa,/Gözyaşlarıma gâlip gelir aşikâr olurdu gizli sırlarım sana//Sen
güzellik tahtında, bense senin uğrunda, ayaklar altında/Karınca halini nasıl
arz ede, Süleyman’ım sana//Muma bak ki senin meclisinde ağlayıp baştan çıkar/Ne
hoş yanıp yıkılır senin için ey odamı aydınlatan//Aşkının yolunda sabah kadar
sâdık olduğum/Gün gibi âşikârdır sana ey ay gibi parlayanım//Âh ve feryatlarım
galiba sana tesir etti ki,/Dün rakibi men eyledin eziyet etmekten bu hastaya//Ayrılık
yarasını şerh etmek mümkün değil dostum/Göğsümdeki yarıkları haber versin açık
duran yakam,//Eziyetinle Avnî’nin gözünü gönlünü harap etme/Zira bu deniz ve
ocak inci mücevherler verir sana.”
Harp sahasındaki maharetini şiirde de gösteren Fatih,
sadece ordunun değil, kelimelerin de serdarıydı. Onun şiirlerini okuyunca bu
gerçeğe sizler de şahit olursunuz. Fakat onun, ordunun başındaki sert duruşunu
şiirde göremezsiniz. Şiirde mahviyeti ağır basar. Zira o, şiirde kendisini
Allah’a kul ve peygambere ümmet olarak görür. Hayata o zaviyeden bakar.
Gençlerimiz onun komutanlığını, şairliğini ve Hakk’a kulluğunu mutlaka örnek
almalıdır.