Bir düş’ ün çılgınlığında esen rüzgâr
misali ne de olsa taş taşımadan ağrıyan kollarımda yanan ateşe delalet o
sıcaklıkta eriyen kar misali ruhuma yağan nurun saflığında iz sürdüğüm…
Gizinde saklı iç sesim, aşkın muhalif
varlığına eşlik eden isyanım ve tövbelerim ve yeminlerim…
İsyanım oysa mevsime ve kötülüğe ve
iblise ve…
Haricinde ibraz ettiğim hiçbir şey
yok iken yoktan var edene tapmanın istikametinde saklı bir seyyah ruhum ki
bedenim ve kimliğim bir ömür asla önem arz etmedi.
Şık giyinmeyi az çok sevdiğim kadar
da şaklatmadım parmaklarımı ve tek seçenek tek şık da tanımam, Allah’tan başka
ve aşkın haricinde gezinen ruhumla tavaf ettiğim s/onsuzluğun g/izini sürdüğüm
takdirde…
Göğün saltanatı dinmedi gitti:
Önce karardı gök küre sonra
yağmalandı bulutlar ve yağdı yağacak yağmur, derken yazılası bir kitap gibi
bulutlar eşlik etti kalemime ve ruhuma.
Delişmen bir sevdayım madem ve işte
dinmeyen siren sesleri:
Lades, diyen iklimden arakladığım
polenler ve gün ve gece ayırt etmeden yaşaran gözlerime eşlik eden rahmet.
Kodaman varlıkların değil küçümen
cümlelerin firarında kopacak kıyametin de alametifarikası iken çıkacak çıngarın
ve kopacak fırtınanın ruhuna Fatiha okumalıyım belki de ve kekelemeden sevmenin
güzelliğini bahşeden Rabbime nasıl koşmam nasıl tapmam ben?
An meselesi ölüm.
Bir anı mı yoksa dünde kalan mutluluk…
Ar bildiğim ve ayırt etmeden sevdiğim
kadar umuttur da inancıma eşlik eden katık.
Gökte saklı görünmez bir ipte
yürümenin de kerameti ve ufka bandığım kalemim ve işte üstüme başıma bulaşan
mürekkep lekesi…
Ah, ben asla iflah olmam.
Surelerde saklı tuttuklarım kadar
suretlerde saklı imayı da bana sunmakta kalp gözüm ve istikrarla yaşayıp
istikrarla acı çekerken yetmedi ihtimamla sevip itiraz hakkım dahi yokken
hayatta ve işte kalemimle tutanaklara geçirdiğim.
Devasa bir hortum adeta beni içine
çeken sonra da boşluğa püskürten.
Sudan bahanelerle beni terk eden
sevdiklerim, dostlarım.
Ne bir yetidir ruhumda eksik olan ne
de yetim olduğum için feveran ederim: varsa yoksa adaletsizlik ve yorgun ruhuma
bir beden büyük gelen hüzün bulutları:
Sancağımı diktiğim.
Saltanatını sürdüğüm iklim.
Seferi tanığıyım hüznün ve de
kaderime hürmet ettiğim kadarım kederle süzülsem de esefle beni üzseler de…
Makul olan ne var ne yok peşindeyim
ve işte içimde büyüyen o izdiham.
Mubah olansa muktedir duyguların
hicreti.
Muhatap olduğum kâinat ve sessizlik
ve yalnızlık.
Gelin görün ki; ruhum ve yüreğim
nasıl da kalabalık…
Tezat duygulardan çıkıp da yola teğet
geçtiğim ölüme dalkavukluk eden kederime ithafımla ve temcit pilavı gibi aynı
şeyi söyleyen insanlara duyduğum tahammül gücümle tedavülden kalkmış kimse ve
hangi duygumsa reşit bir ömrü değil hercai bir yüreği temsil etmekteyim…
Uyruğu olmayan hayallerimin ve ifrata
kaçan umudun tevekkül yüklü ruhumda saklı sonsuzluğun ve bilinmezin de ansızın
teşrif ettiği yana yakıla değil sevdayla yaşadığım ve Rahman dışında huzur
bulamadığım gerçeği ile aşka ve inanca doyamıyorum.
Bir rengim yok benim çünkü ben gök
kuşağıyım.
Ulaşılası bir rakımsa çıkmaza
girdiğimde konduğum o tepe noktası ve işte teşrif eden gecenin karanlığında
kolaylıkla önümü görebildiğim ve inancımı günbegün büyüttüğüm, benim tek
gerçeğim.
O izafi rotada saklı duyguların
hümayunu.
O kesirli sayıda yuvarladığım ondalık
nidalar.
Yosun tutmuş şiirlerimle derlediğim
bir yolculuk iken kalemimin sevdasına düştüğüm ve içine düşülesi aşkın yüz
görümü iken beşi bir yerde şiirlerim yüzde yüz emin olduğum hikâyelerim ve
denemelerim ve tevekkül yüklendiğim kadar aşkın İlahi d/okunuşunda varsın
ıskalasam da mutluluğu insanların g/özünde neye denk düştüğümü bilsem bile…
Bile bile sevdiğim.
Gözünün ta içine bakıp da içine
düştükleri o karanlık tüneli kolaylıkla görebildiğim.
Safsata yüklü sevdalardan ve yalancı
aşklardan gına geldiği kadar sistematik bir yoksunlukla hiçliğime vakıf olduğum
kadar s/onsuzluğu nasıl da gayretle ve tükenmek bilmeyen bir çaba ve umutla
kucaklamaktayım.
Bir redif olabilirim.
Reddedildiğim kadar da randıman
alırım hayattan.
Yanan bir ateş olsam ne ki beti benzi
atmış yalanlardan uzak yaşadığıma kani iken yüce Yaratan.
Binlerce yeis mi?
Ya da beis?
Bense duyguların esiri ve nesri ve
neşri ve de reisiyim eşrafın alaylı gülücükleri değildir tamah ettiğim ve
özendiğim bir tek Allah’ın kulu yok iken evrende öykündüğümdür içime esen o
delişmen rüzgâr ve öldürdüğüm nefsim ve önem arz eden değilim önem vermediğim
kadar yalanlara ve ihtiraslı ruhlara ikaz ışığı evrenin aralıksız yanar ve
söner.
Sobelendiğim şu kavşak.
Ebegümeci duygulardan ördüğüm buket.
Bazen bir fısıltı.
Bazense bir vaveylaya dönüşen.
Hıçkıran değil isyan eden hiç değil
ıskaladığım kadar hayatı ve mutluluğu ibraz ettiklerimse ne ki içimde saklı
iken sonsuzluğu ve delişmen nutkumda saklı tuttuğum kadar ufku ayırdındayım
sözcüklerin ve makûs talihimin güncesidir tuttuğum notlar ve de tuttuğum
nefesim ve tutulası aşkın rahmeti ile yıkandığım.
Yalayan rüzgâr ve yağız bir delikanlı
iken umut.
Yaşaran ruhum ve yeşeren gözlerim.
Muktedir olana itikadım ve işte
inancın eşiğinde hüznün beşiğinde sollasam da içimdeki çocuğu sağ çıkmak adına
yarına elbet solumdan boşalan kurşun gibi ağırlığımca altın verseler de
değişmem ben içimdeki masumiyeti ve tutkuyu ne hiçbir şeye ne de hiç kimseye ve
kimsesizliğimin sonlandırandır hayatın içimde kalan ukdelerinden ördüğüm hüzün
hırkamla Peygamber Efendimin izinden gittiğim ve işte içine sığındığım o mağara
ve örümcek ağlarında takılı saçlarım ve hülyalarım ve rüyalarım ve bitimsiz
coşkum ve duygularım…
Bir nebze de olsa huzur bulduğum
değil asla…
Sonsuzluğa çevrili ve kurulu ruhum ve
cümlelerimle asılı kaldığım göğün müdavimi yaşımla yasımla karaladıklarım
değildir asla bana yeten yetecek olan çünkü ben imkânsızlığın ve acıların ve
sonsuzluğun müptelasıyım teslim olduğum Rabbimi her an’ ımda her duygumda
hissedip resmederken aşkı yaşadığım ve yaşattığım kadar iman gücümün bana
eşliğinde mağarada uyuya kalmış olduğum gecenin sabahında aydınlığa ve feraha
çıktığım…