100.  Yıldonümünde  Lozan Antlaşması –5. Bölüm--

5 Kasım 1922’de Ankara’dan yola çıkan İsmet Paşa Başkanlığındaki Lozan heyeti 7 Kasım 1922’de İstanbul’a ulaştı ve İstanbul’da büyük bir sevgi gösterisi ile karşılaştı.
Daha bir kaç gün önce ‘’ Padişahım Çok Yaşa.’’ Diyen İstanbul Halkı bu sefer ‘’ İsmet Paşa Çok Yaşa’’ Diyordu ve aslında bu şaşılacak bir şey değildi. Zira 19 Eylül 1922’de
“TBMM hükûmeti ve Başkumandanlık Fevkalade Mümessili’’ sıfatıyla İstanbul’a gelen ve daha sonra Padişah Vahdettin’e ‘’ Aman saraydan dışarı adım atmayın. ‘’ Diyen Refet Paşa’yı da aynı coşku ile karşılarken Padişah Vahdettin’e ‘’ Yıldız’daki pis herif ‘’ diyorlardı.
Şimdi yazıp çiziyorum ya eminim hiç kimsenin aklına şu soru gelmeyecektir: ‘’ Hocam bir dakika yahu. İstanbul, bahsettiğiniz tarihte İşgal altında değil miydi? İşgal altında bir İstanbul’da tüm bu karşılamalar merasimler nasıl oluyordu? Hele de resmi tarihimize göre Padişah Vahdettin tam anlamıyla İngilizlerin adamıyken (!)’’
Neyse...
İstanbul’da iki gün kalan İsmet Paşa’ya İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un, Lozan’a gelmesinin bir kaç gün gecikeceği İstanbul’da bildirilse de paşa buna aldırış etmedi. İstanbul’da iki gün kaldı. Bazı diplomatik görüşmeler yaptı. Bazı yerli ve yabancı gazetelere demeçler verdi. Vurguladığı en önemli husus: ‘’ Biz bir müstemleke değiliz. Lozan’a diğer devletlerle eşit bir devlet olarak gidiyoruz.’’ İdi.
Heyet nihayet 9 Kasım 1922’de Sirkeci Garından meşhur Şark Ekspresi ile Lozan’a gitmek üzere yola çıktı ve 12 Kasım 1922’de Lozan’a vardı. Varmasına vardı ama 13 Kasım’da başlayacağı bildirilen konferans için Türk heyetinden başka Lozan’a gelen yoktu. Öyle görülüyordu ki Lord Curzon ‘’ Ben gecikeceğim’’ Deyince ötekiler ‘’ Sensiz tadı tuzu olmaz. O halde ben de gitmiyorum.’’ Demişlerdi.
Eee inlerle cinlerle masaya oturup bir antlaşma imzalanamayacağına göre bizim heyet ne yapacaktı? Bu arada Fransa’nın Bern Büyükelçiliği Müsteşarı İsmet Paşa’ya konferansın 20 Kasım’da toplanacağını resmi olarak bildirdi.
İsmet Paşa, yavuklusu randevuya gelmemiş aşık gibi küplere bindi ve İngiltere ile Fransa’ya birer nota göndererek bu gecikmenin ağır sonuçlar doğurabileceğini belirtti.( Yani Türk ordusunun işgal altındaki İstanbul’a girebileceği, ingilizlerin çizdiği ve ‘’ Buradan ileri geçme.’’ Dediği hattın geçilebileceği imasında bulunuyordu.)
Bu arada Fransa Başbakanı Raymond Poincare, İsmet Paşa’yı Fransa’ya davet etti. Herhalde ‘’ Yahu oralarda yalnız başına ser sefil dolanıp durma. Gel Paris’te karşılıklı iki lafın belini kıralım.’’ Demiştir.
Neyse efendim, Poincare’nin bu daveti İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un eteklerinin tutuşmasına sebep oldu. Öyle ya ya bu ikisi, aralarda İngiltere aleyhine anlaşmalar yaparsa?
Hemen Poincare’ye de İsmet Paşa’ya da nota gönderdi ve ‘’Böyle bir gizli antlaşma olursa fena yaparım.’’ Mealinde tehdit etti.
Poincare tırstı lakin ok yaydan çıkmıştı. İsmet Paşaya ‘’ Ben tırstım. Sen en iyisi gelme.’’ Diyemezdi. Curzon’a ‘’ Korkma kanka. İki gözüm önüme aksın ki öyle bir şey olmayacak.’’ Mealinde cevap verdi ve uzatmayalım İsmet Paşa, yanındaki heyetin bir kısmı ile 14 Kasım 1922’de Paris’e gitti.
15 Kasım 1922’de Poincare ile görüşen İsmet Paşa ondan Kapitülasyonların kaldırılması konusunda destek istedi lakin bırakın desteği neredeyse karşılıklı küfürleşmeye varacak sertlikte bir tepki ile karşılaştı.
Fransa’da dört gün kalan İsmet Paşa bu arada İtalyan Büyükelçisi Avezzena ile de görüştü ve nihayet 18 Kasım 1922’de tekrar Lozan’a hareket etti Paris’ten...
İsmet Paşa’nın Paris’ten ayrıldığı gün ise Lord Curzon Paris’e gelerek Fransa ve İtalya temsilcileri ile Lozan’da Türklere karşı ortak tavır belirlenmesi konusunda görüştü.
19 Kasım’da Lord Curzon bu sefer Lozan’da Mussolini ve Poincare ile bir kez daha görüştü ve onlardan tam destek aldı. (Aynı kişilerle İsmet Paşa’da görüşmüş ancak özellikle kapitülasyonların kaldırılması talebi sebebiyle herhangi bir destek sağlaması mümkün olmamıştır.)
20 Kasım 1922’de Lozan görüşmeleri başlamadan önce Türk tarafının elini zayıflatan hususlardan biri de Türk heyetinin gerek Lozan’da gerekse daha önce Paris’teki temasları sırasında TBMM ile ( Dolayısıyla Mustafa Kemal’le ) yaptığı şifreli telgraf görüşmeleri olmuştur.
Neden mi?
Zira Lozan- Köstence – Ankara telgraf hattında yapılan şifreli görüşmeler bu hattı kuran İngiltere’nin kontrolü altındaydı ve şifreler kırılıp Türklerin atmayı düşündüğü her adım daha o adım atılmadan İngilizlerin kucağında oluyordu. Dolayısıyla da stratejilerini ona göre belirliyorlardı.
Peki Türk tarafının elini kuvvetlendirecek hiç bir şey yok muydu?
Vardı... Evet vardı...
ABD Başkanı Wilson’un 8 Ocak 1918’de yayınladığı 14 maddelik prensiplerinin 12. Maddesi vardı ve Wilson o ilkelerin 12. Maddesinde özetle ‘’ Türklerin çoğunlukta oldukları yerlerde onlara hakimiyet hakkı tanınmalıdır.’’ Diyordu.
Eee varsın Wilson öyle desin. Kim takar Wilson’u?
Yok, pek öyle değil. İngiltere bu aşamada Wilson’u ve tabii ki ABD’yi karşısına almak istemiyordu.
Peki Wilson Türklerin kara kaşına kara gözüne mi hastaydı ki bize, bizim çoğunlukta olarak yaşadığımız topraklarda bir bağımsız devlet bahşediyordu?
Elbette hayır. Wilson’un derdi İngiltere’nin I. Dünya Savaşından sonra dünyanın süper gücü olmasının önüne geçmekti. Eğer Türkiye tamamen ezilirse İngiltere süper güç olacaktı ve bu ABD’nin işine gelmiyordu.
*****
Lozan Konferansı, İsviçre Cumhurbaşkanının açılış konuşmasıyla başladı. Ardından İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon bir konuşma yaptı ve konferansın açılış merasimi böylece sona erdi zannedilirken İsmet Paşa kürsüye geldi. Bu beklenmeyen bir şeydi. Ama daha önce Lord Curzon’un bir konuşma yapacağını öğrenmiş olan İsmet Paşa, Pioncare’nin tüm ısrarlarına ve ‘’ Sen konuşma.’’ İsteklerine rağmen ‘’ O konuşursa ben de konuşurum.’’ Demişti ve dediğini de yaparak şöyle bir konuşma yaptı:
Sayın Başkan,
Dört yılı aşan bir süre önce, başkan Wilson’un ilkelerine ve bunlara inanç duygusuna dayanarak yapılmış bir silâh – bırakışımı, Osmanlı İmparatorluğunun da katılmış olduğu çarpışmaları resmen durdurmuştu.
Barışın nimetlerinden her zaman yoksun kalan Türk ulusu, o tarihten bu yana, hak ve adalet elde etmek için ara vermeden yaptığı barış girişimlerinin yetersizliğini ve hiç bir şeye yaramadığını görerek ve artık hiç bir kurtuluş umudu kalmadığını anlayarak, varlığını korumağı ve maddi ve manevî kendi kaynaklarıyla bağımsızlığını kazanmayı başarmıştır. Türk ulusu, bu yolda, pek çok acılara katlanmış, sayısız fedakârlıklara rıza göstermiştir.
Özgür uluslar, bütün bunlara, içten bir yakınlık ve anlayış duygusuyla tanık olmuşlardır. Kadın ve çocuk, her yaşta ve her durumdaki Türkler, bu savunma savaşına katılmışlardır. 1918 den bu yana, Türk ulusunun karşılaştığı sonu gelmez saldırıları ve acıları burada hatırlatmaktan kendimi alamıyorum. Gerek bu saldırılara ve acılara, gerekse hiç bir askerî zorunluluk olmaksızın, Türkiye topraklarının en zengin ve en bakımlı parçalarında, yok etmekten başka bir şey düşünmeyerek, sistemli bir şekilde yapılmış yakıp – yıkmalara tek bir özür bulunamaz.
Hala bu dakikada bile, bir milyondan çok masum Türkün, Küçük Asya ovalarında ve yaylalarında, evsiz ve ekmeksiz, başıboş dolaştıklarını da hatırlatmak isterim. Türk ulusu, insan gücünü aşan bu fedakârlıklara katlanmakla, uygar insanlık içinde, köklü bir yaşama gücüne sahip uluslara özgü olan varlık ve bağımsızlık haklarıyla, barış, huzur ve çalışkanlık unsuru olarak, büyük bir yer kazanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kesin amacı, bu yeri korumak ve güçlendirmektir. Son yılların olayları insanlığın vicdanında genel barış ve huzurun, Devletlerce, birbirlerinin haklarına, özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına karşılıklı olarak saygı gösterilmedikçe gerçekleşemeyeceği gerçeğini bir inanç ilkesi halinde yerleştirmiş bulunduğundan, bu olayların anısı, gelecek için bir barış ve huzur güvencesi olur umudundayım.
Düşünülmesi mümkün en büyük bir iyi niyetle dolu olan Türk Temsilci Heyetinin, öteki Temsilci Heyetlerinde de aynı iyi niyeti bulacağı ve böylece, konferans çalışmalarının memnunluk verici bir sonuca ulaşacağı umudunu besliyorum.
Sayın Başkan,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adına, İsviçre Cumhuriyetine, konferansımızın burada toplanmasını kabul etmekle lütfen göstermiş olduğu konukseverlikten dolayı teşekkür ederek sözlerime son vereceğim. Tarihi şanlı, soylu bir ulusun, kendi bağımsızlığına ne kadar büyük bir değer verdiğini inkar edilmez şekilde gösteren bu ülkenin, konferansa toplanma yeri olarak seçilmesinden büyük bir mutluluk duymaktayım.’’
Özellikle Lord Curzon için soğuk duş olan bu konuşmadan sonra komisyonların kurulması aşamasına geçildi. Lakin İsmet Paşa’nın ‘’ Kurulacak komisyonların hiç olmazsa birinin başkanlığının Türklere verilmesi.’’ Talebi hiç nazar-ı dikkate alınmayarak 21 Kasımda üç ana komisyon kuruldu. 1- Lord Curzon’un başkanlığı altındaki birinci komisyon, ülkesel ve askerî konuları; 2- Garroni’nin( İtalyan ) başkanlık edeceği ikinci komisyon, Türkiye’deki yabancıların ve azınlıkların statüsünü; 3- Barrère’nin ( Fransa ) başkanlığındaki üçüncü komisyon da malî ve ekonomik konuları ele alacaktı.
Sonra?
Sonrası gelecek bölümde.
( 100. Yıldonümünde Lozan Antlaşması –5. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 20.07.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu