9 Eylül 1922’de Türk ordusunun İzmir’e girmesi ile Milli Mücadelenin silahla yürütülen safhası sona ermişti. Bundan sonrasında öncelikle bir ateşkes antlaşması ile silahlar tamamen bırakılmalı ardından da bir barış antlaşması yapılmalıydı.
11 Ekim 1922’de İngiltere, Fransa, İtalya ve TBMM Hükumeti arasında Mudanya Ateşkes Antlaşması yapılarak Kurtuluş Savaşının silahlı safhası, dolayısıyla da diğer tüm müttefiklerimiz için çoktan bitmiş ama biz Türkler için hâlen devam etmekte olan I. Dünya savaşı sona erdi.
‘’Hocam! Biz Savaşı Yunan ile yaptık ama ateşkes antlaşmasında o yok.’’ Dediğinizi duyar gibiyim.
Evet Yunanistan temsilcisi bu ateşkes antlaşmasına direkt dahil olmadı bir gemi içinde uzaktan izledi.
Sonra İtilaf Devletleri I. Dünya Savaşında tarafsız kalmış olan İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılmasını düşündükleri barış antlaşması için bir taraftan Osmanlı’nın son sadrazamı Tevfik Paşa’yı veya görevlendireceği bir heyeti Lozan’a davet ederken diğer taraftan Mustafa Kemal Paşa’yı veya görevlendireceği bir heyeti Lozan’a davet ediyordu. Yani çakallık yapıp Türk tarafını ikiye bölmeye çalışıyorlardı.
Bu arada son sadrazam Tevfik Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf üstüne telgraf çekip ‘’ Bölünmeyelim! Sen Ankara’dan bir heyet hazırla, ben İstanbul’dan bir heyet hazırlayım bu iki heyet birleşsin ve Lozan’da Türkleri birlikte temsil etsinler.’’ Diyordu ama Mustafa Kemal Paşa’nın bu saatten sonra Osmanlı hanedanından veya saltanatından hiç kimseyi Türk Milletinin kaderi ile ilgili mevzulara karıştırmak gibi bir niyeti olmadığı gibi direkt olarak Osmanlı hanedanına da tahammülü yoktu. Bu arada ileride ‘’Atatürk Düşmanı’’ denilince ilk akla gelen isim olan ama öncesinde Lozan’a gönderdiğimiz heyetin ikinci başkanı Rıza Nur ‘’ Saltanat artık bitmiştir. Kaldıralım gitsin.’’ Demekteydi ki Mustafa Kemal de aynı düşüncedeydi.
Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarının TBMM’ye sundukları altı maddelik önerge ile 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırıldı.
5 Kasım 1922’de Mustafa Kemal Paşa, Lozan’a gönderdiği İsmet Paşa başkanlığındaki heyeti bizzat Ankara Tren Garından kendisi uğurladı Lozan’a.
İsmet Paşa ve beraberindeki heyet dedik... Onları da tanıyalım.
1- Baş murahhas( temsilci ) hariciye vekili( Dışişleri bakanı) İsmet Paşa [ İsmet Paşa Hariciye Vekili Yusuf Ziya Bey ( Tengirşek ) istifa ettirilerek yerine getirildi. ]
2- İkinci Murahhas Sağlık vekili Rıza Nur ( Bu kişi Milli Eğitim Bakanlığı da yapmıştır. İki kez bakanlık yapıp Lozan’da Türk Milletini temsil etme görevi verilen ve çok akıllı olduğuna inanılan bu kişiye daha sonraları yazdığı ‘’’Hayatım- Hatıratım’’ adlı ve Atatürk aleyhinde çok şiddetli iddialar olan kitabı sebebiyle ‘’ Akıl hastası- Deli ‘’ denmiştir. )
3- Eski Maliye Bakanı Hasan Bey ( Saka )
Bu üç isim Lozan’da Türkiye’yi temsil edecek ana omurgadır ama bunların dışında da insanlar vardır Türk heyetinde ve bunların çoğunluğu danışmandır. Arzu edilirse tek tek isim yazarım ama kafa şişirmemek için isim yazmak yerine şöyle yapıyoruz:
Lozan’a bir baş delege, bir ikinci delege, ve bir sadece delege dışında yirmi iki danışman, iki basın danışmanı, bir genel sekreter, ( aynı zamanda danışman ) bir tercüman, iki katip, sekiz sekreter, iki de İsmet Paşanın yaveri olmak üzere otuz üç kişilik bir heyetle gidildi.
Bu heyet içinde yer alan Yahudi Hahambaşı Haim Nahum günümüzde hep tartışılmıştır. ‘’ Bir Yahudi’nin ne işi vardı Lozan’da?’’ Diye... Hatta bu adamın İtilaf Devletleri temsilcilerine ‘’ Aman Türkleri halifeliğin kaldırılmasına zorlayın. Aksi takdirde ileride çok başınız ağrır.’’ Dediği iddia edilir. Lakin bu iddiaların hiç bir dayanağı yoktur. Aynen bu kişinin Vehbi Koç’un babası, Aydın Doğan’ın da dedesi olduğunun tamamen palavra olması gibi...
Peki Lozan’da ne işi vardı?
Yahu adam hep siyasetin içinde. Mesela 1915’de resmi görevli olarak Çanakkale ablukası esnasında, Çanakkale’de ateşkes şartları için İngiltere ve Fransa adına Dedeağaç’a gelen bir İngiliz diplomatla görüşmeler yaptı. [ İngilizler tarafından önerilen şartlar Osmanlı yetkilileri tarafından kabul edilmedi.]
1918 yılında Osmanlı resmi görevlisi olarak Almanya, Lahey ve Stockholm’e gitti. Bu seyahatin amacı Batı Avrupa Yahudilerinin Osmanlı Devleti’ne desteğini sağlamak ve Avrupa’ya gelecek olan ABD Başkanı Wilson ile görüşüp onun da desteğini Osmanlı lehine çevirmeye çalışmaktı
Yine 1918 Yılında Sadrazam İzzet Paşa’nın görevlendirmesiyle İtilaf Devletleri ve Osmanlı Hükumeti arasında bağlantı kurma görevi ona verilmişti. Ayrıca hem padişaha hem Mustafa Kemal’e bağlılığını bir Fransız gazetesine ‘’ “Padişahın hüküm ve nüfuzu altında Türkiye yeniden refahını kazanarak Doğu’da bir düzen etmeni olabilir. Anadolu ve tüm Türk halkı Mustafa Kemal ile beraberdir.” Sözleriyle ifade ederken 23 Temmuz 1922 günkü Tasvir-i Efkar Gazetesi’nde “Hayim Nahum Efendi Ankara’dan verilecek görevi kabule hazır” başlığı altındaki demecinde: “Biz hepimiz memleketin evlatlarıyız. Bu sıfatla hangi şerait( şartlar ) altında olursa olsun memlekete hizmet etmeye çalışmalıyız. Ankara’dan bana herhangi bir vazife tevdi edilirse bunu her iyi vatandaşın yapacağı gibi elimden geldiği kadar hassen surette ifa etmeğe çalışacağım” demişti.
Yani zaten siyasetin bunca içinde olan bir kişinin hele de Milli Mücadelede Mustafa Kemal’in yanında yer almışsa, Lozan’a gitmesinden daha normal ne olabilirdi ki?
Neyse... Konumuz Haim Nahum değil. Hele de onu aklamaya çalışmak hiç değil. O halde asıl merak edilen konuya dönelim.
TBMM’de görüşülüp kara bağlandıktan sonra İsmet Paşanın eline verilen on dört maddelik talimatta neler neler vardı? Türkler hangi konularda taviz verebilir hangi konularda asla taviz verilemezdi.
1. Doğu sınırı: Ermeni yurdu bahis konusu olamaz. Olur ise müzakerelerin kesilmesini gerektirir [ Evet... Ermeni yurdu diye bir şey karşımıza getirilirse asla taviz verilmeyecek. Hatta görüşmeler kesilecekti.]
2. Irak Sınırı: Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancakları istenecektir. Konferansta bundan farklı olarak ortaya çıkacak güçlükler için Bakanlar Kurulu’ndan talimat alınacaktır. Petrol vesaire imtiyazları konusunda İngilizlere bazı ekonomik çıkarlar sağlanması görüşülebilir
3. Suriye Sınırı: Bu sınırın düzeltilmesine imkân oranında son derecede çalışılacak ve bu sınır şöyle olacaktır: Resi İbn-i Hayn’dan başlayarak Harm, Müslimiye, Meskene ve sonra Fırat yolu Dirizor, çöl ve nihayet Musul Vilayeti güney sınırına ulaşır
4. Adalar: Duruma göre hareket edilecek ve kıyılarımıza pek yakın meskûn olan ve olmayan adalar behemehal ilhak edilecek, başarı elde edilemediği takdirde Ankara’dan sorulacaktır. [ Misak-ı Millide dile getirilmeyen adalar konusu Lozan’da komik bir şekilde ele alınmış : ‘’Bize yakın olan adaları topraklarımıza katalım. Eğer bunu başaramazsak Ankara’ya ‘’ olmuyor ne yapalım? Diye soralım. ]
5. Trakya Batı Sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacaktır
6. Batı Trakya: Misak-ı Milli maddesi uygulanacaktır
7. Boğazlarda ve Gelibolu yarımadasında yabancı asker kuvvet kabul edilemez. Eğer bu konuda müzakerelerin kesilmesi gerekiyorsa görüşmeler kesilmeden önce Ankara’ya bilgi verilecektir
8. Kapitülasyonlar kabul edilemez. Müzakerelerin kesilmesi gerekir ise yapılır [ Kasinlikle taviz verilmeyecek ikinci konu ]
9. Azınlıklar: Esas, mübadeledir. [ Yani karşılıklı değiş tokuş. ]
10. Düyun-u Umumiye: Türkiye’den ayrılan memleketlere dağıtımı, Yunanlılara devri, yani tamirata karşılık tutulması, olmadığı takdirde 20 yıl ertelenmesi gerekir. Düyun-u Umumiye İdaresi kalmıyacaktır. Güçlükler çıktığı takdirde Ankara’ya sorulacaktır
11. Ordu ve donanmayı sınırlandıran konu olmayacaktır
12. Yabancı kurumlar: Türk kanunlarına tâbi olacaktır
13. Türkiye’den ayrılan memleketler için Misakı Milli’nin özel maddesi yürürlüktedir.
14. Cemaatler ve İslam Vakıflar Hukuku eski antlaşmalara göre sağlanacaktır.”
[Kaynak: Türk İstiklâl Harbi II nci Cilt Batı Cephesi 6 ıncı Kısım IV Kitap İstiklâl Harbinin Son Safhası (18 Eylül 1922: 1 Kasım 1923), Genelkurmay Başkanlığı Harb Tarihi Dairesi Resmî Yay. Seri No.: 1, Ankara, 1969, s.117 ]
İsmet Paşa ve beraberindeki heyet yola çıktı ama İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon ülkesindeki seçimleri bahane ederek bir kaç gün gecikeceğini bildirince işler karıştı. Sonuçta Lord Curzon gelse de gelmese de Lozan’a gitme kararı verildi çünkü gidilmediği takdirde ‘’ Türkler barışa gönüllü değil.’’ Algısı çıkabilirdi ortaya. Evet..Gidilecekti ama öyle çok da aceleye gerek yoktu.
Türk heyeti oldukça umutlu ve kararlıydı. Bu umut ve kararlılığın bir nişanesi olmak üzere heyetteki herkesin başında Milli Mücadelenin ve emperyalizme karşı direncin sembolü olan kalpak vardı. Lakin acaba kalpakla gidilen Lozan’dan kalpakla dönülebilecek miydi?
Gelecek bölümde inşallah.
(
100. Yıldonümünde Lozan Antlaşması –4. Bölüm-- başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
19.07.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.