M. NİHAT MALKOÇ
Kadim medeniyetin ve Türk-İslâm kültürünün ihya olduğu bereketli topraklar...
Türklerin ata yurdu, ilk yerleşim
yeridir Çinlilerin “Xinjiang”(Şincan) diye adlandırdıkları Doğu Türkistan. Topraklarının genişliği bakımından Kazakistan’dan
sonra Orta Asya’nın ikinci, dünyanın ise en büyük on dokuzuncu ülkesidir bu
kadim coğrafya. Burası dünyanın en geniş topraklarına sahip olan Kızıl Çin'in
altıda birine karşılık gelmektedir. Uçsuz bucaksız çölleri ve vahalarıyla,
yüksek tepe ve ormanlık alanlarıyla bambaşka güzellikleri barındırmaktadır
içinde. Tanrı Dağları, Altay Dağları, Pamir Dağları, Taklamakan Çölü, Turfan
Çukurluğu ile Tarım ve Cungarya Nehirlerini sınırları içinde bulunduran Doğu
Türkistan; Rusya, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan, Afganistan,
Tacikistan, Tibet, Hindistan ve Çin'le komşu olan kadim bir Türk yurdudur.
Eski bir
yerleşim yeri olan Doğu Türkistan, tarih boyunca nice büyük medeniyetlere
beşiklik etmiştir. Tarihî İpek Yolu'nun önemli bir kısmının bu topraklardan
geçtiği, mürekkep yalamış herkesin malumudur. İslâmiyet’ten önce Şaman, Hint ve
Batı Yunan medeniyetleri çok etkiliydi bu bölgede. Uygur Türkleri 10. yüzyıldan
sonra Müslüman olmaya başlayınca İslâm medeniyetiyle de tanışma şerefine nail
olmuştur. "Uluğ Türkistan"(Büyük Türkistan) olarak da adlandırılan bu
önemli coğrafyanın batı kısmı 19. yüzyılın ikinci yarısında Ruslar tarafından
işgal edilince, doğuda kalan kısmına “Doğu Türkistan” adı verilmiştir.
Mazlum bir
coğrafyadır Doğu Türkistan
Mazlum bir coğrafya
olan Doğu Türkistan, yer altı ve yer üstü zenginlikleri bakımından çok önemli
bir bölgedir. Bu topraklar petrol, doğalgaz, kömür, altın ve uranyum gibi doğal
kaynaklar bakımından da çok zengindir. Çin, petrol ihtiyacının dörtte birini bu
bölgeden karşılamaktadır. Doğu Türkistan’ın doğalgaz rezervi 1 trilyon 400
milyar metreküp seviyesindedir. Bu miktar Çin’in 30 yıllık doğalgaz ihtiyacını
karşılayamaya yetmektedir. Öte yandan Çin'in kömür rezervinin yüzde 40'ı
yine Doğu Türkistan topraklarında bulunmaktadır. Bu topraklarda 118 farklı
maden çıkarılmaktadır. Buradaki maden ocaklarının sayısı beş binin üzerindedir.
Özet olarak söylemek gerekirse devasa bir ülke olan Çin'in enerji ihtiyacının
üçte biri bu bölgeden sağlanmaktadır. Bu yer altı zenginliği tarih boyunca, başta
Çin olmak üzere, birçok ülkenin iştahını kabartmıştır. Bu baskılar ve zulümler bu
yüzdendir.
Doğu
Türkistan'ın tabiî zenginlikleri
emperyalistleri bir mıknatıs gibi bu bereketli topraklara çekmiştir. Bu mazlum
coğrafya tarih boyunca nice işgallere ve istilâlara uğramıştır. Bu işkence ve zorbalıklar ne yazık ki günümüzde
de devam etmektedir. Bugün Türkistan’ın doğu kısmı Çin’in, batı kısmı ise
Rusya’nın zulmü altında inim inim inlemektedir.
Doğu
Türkistan deyip de geçmemek lâzım. Burası Türk-İslâm kültürünün temel
dinamiklerinden olan din, dil, kültür, edebiyat ve sanat için mümbit bir toprak
olmuştur. Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacib, Hoca Ahmet Yesevi gibi büyük
şahsiyetler bu topraklarda yetişmiş; Dîvânu Lügâti't-Türk, Kutadgu Bilig
ve Divan-ı Hikmet gibi eserler bu lâtif ve munis iklimde yeşermiştir. İlk
yazılı hukuk, ilk yazılı edebiyat ve ilk basılı kitap bu coğrafyada hayat
bulmuştur. Yine ilk yer altı su kanalları bu bölgede inşa edilmiştir.
Türk-İslâm âleminin kanayan ve acısı hiç dinmeyen yarasıdır
Doğu Türkistan.
Çin'in Doğu
Türkistan'a saldırılarının ve tahakkümünün tarihî bir hayli eskidir. İlk istilâ
ve sızma teşebbüsleri 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar inmektedir. Bu durum
uzun süre devam etmiş, Çin 1949'da Doğu Türkistan'ı işgal etmiştir. Bir Türk
yurdu olan Doğu Türkistan 1955’te resmî olarak Çin’in “Şincan Uygur Otonom
Bölgesi” ilân edilmiştir.
Büyük
zenginlikleri üzerinde barındıran Doğu Türkistan'ın yönetimi hiçbir zaman Doğu
Türkistanlılara bırakılmamıştır. Uygur Türklerinin devlet kurma girişimleri olmuşsa
da buna dair teşebbüs ve gayretler olgunlaşamadan derdest edilmiştir. Bu
kapsamda 12 Kasım 1933'te Hoca Niyaz Hacı önderliğinde kurulmuş olan Doğu
Türkistan İslâm Cumhuriyeti, 1934'te Rus-Çin müşterek saldırısı sonucunda
yıkılmıştır. Bunun akabinde on sene sonra Doğu Türkistanlıların yeni bir devlet
kurma teşebbüsü olmuş, Ali Han Töre liderliğinde 12 Kasım 1944’te Doğu
Türkistan Cumhuriyeti kurulmuş; fakat bu devlet de sadece beş yıl ayakta
kalabilmiş, 1949 yılında Çin rejimi tarafından ortadan kaldırılmıştır. Doğu
Türkistanlıların daha bunun gibi birçok kez devlet kurma ve mevcut yönetime
isyan girişimleri oldu. Her özgürlük teşebbüsü Çin tarafından şiddetle
engellendi. Çin'in orantısız gücü ve şiddeti karşısında dünya hep sessiz kaldı.
Bu da yetmezmiş gibi, Çin’i kendisine rakip gören Rusya, Uygurlar söz konusu
olduğunda Çin’i hep destekledi. 1990, 1995 ve 1999 yıllarında haklarını korumak
için harekete geçen kardeşlerimiz acımasızca katledildi.
Doğu Türkistan bütün engellere rağmen var olma mücadelesinin
remzidir.
Doğu Türkistan bütün engellere
rağmen var olma mücadelesinin remzidir. Filistin'le birlikte İslâm dünyasının
en mağdur ve en mazlum coğrafyasıdır. Türk-İslâm âleminin kanayan ve acısı hiç
dinmeyen yarasıdır Doğu Türkistan. Bu yaradan akan kan, başta Müslüman yurtlar
olmak üzere, tüm coğrafyalara bulaşmış bulunmaktadır.
Çin'in zalim
yöneticileri Kaşgar’da, Urumçi’de, Turpan’da ve Hoten’de her gün işkencelerini
artırmakta, zulümde sınır tanımamaktadır. Bugün Doğu Türkistan, kelimenin tam
anlamıyla kızıl kıyameti yaşıyor dersek yeridir. Bu mahzun coğrafyada yaşayan
35 milyon Uygur Türk'ü sadece Müslüman oldukları için insanlık dışı muamelelere
maruz kalıyor. Aileler çil yavrusu gibi dağıtılıyor, birbirinden koparılıyor.
Kadın erkek, yaşlı genç demeden Uygur kökenli insanlar kamplarda işkence
görüyor. İnsanlık can çekişiyor.
İnsanlıktan
nasibini almayan komünist ve bir o kadar da emperyalist Çin, egemenliği altında
yaşayan mazlum ve mağdur Doğu Türkistanlılara yönelik keyfî gözaltı ve
tutuklama, işkence, yargısız infaz ve idam, zorunlu kürtaj, kısırlaştırma,
zorunlu göç, din eğitimi ve ibadet yasağı, kamu hizmetlerinden yararlanmanın
kısıtlanması, AIDS gibi öldürücü ve bulaşıcı hastalıkların yaygınlaştırılması,
insanları zorunlu/ucuz işçi olarak çalıştırma, çalıştırmak üzere göç ettirme,
seyahat ve hareket özgürlüğünü kısıtlama, haberleşme ve iletişimin engellenmesi
gibi her türlü rezilliği reva görmektedir. Fakat bu acı hakikatlerden pek çok
kimsenin haberi yoktur. Çünkü Çin pek çok konuda ser verip sır vermeyen, adeta
kapalı bir kutudur. Bu kutuyu açmak ve yaşanan acıları dünyaya ilân etmek biz
Müslümanların insanlık görevidir. Bunu ne kadar yaptık? Onların dertleriyle ne
kadar dertlendik? Bu sorular bir kıymık gibi pörsüyen vicdanlara batmaktadır.
Uygur Türkleri dünyanın gözü önünde imha
ve soykırıma tabi tutulmaktadır.
İnsanlıktan nasibini almayan komünist
Çin, dün olduğu gibi bugün de, Uygur Türklerini dünyanın gözü önünde ısrarla ve
planlı bir şekilde imha ve soykırıma tabi tutmaktadır. Bir milyonu aşkın Uygur
Türk'ü toplama kamplarında kültürel asimilasyondan geçirilmektedir. Son olarak aralarında meşhur profesörlerin,
şairlerin, yazarların, akademisyenlerin ve gazetecilerin de bulunduğu 150’den
fazla isim gözaltına alınmıştır. Bu kişilerin akıbetleri bilinmemektedir. Fakat
çoğunun hapiste, tecrit ve ikna odalarında olduğu, buralarda fiziksel ve ruhsal
işkenceler gördükleri tahmin edilmektedir.
Zalim Çin yönetimi özgürlük yanlılarına
ve Çin'in menfaatlerine karşı olan Uygur Türklerine yaşama hakkı
tanımamaktadır. Uygur halkını uyandıran ve onlara hürriyet şuuru aşılayanlar
Çin devleti tarafından yok edilmesi gereken düşmanlar olarak bellenmektedir.
Onlar her yerde takip edilmekte ve cezalandırılmaktadır. Halkının yanında olan
ve Çin'e boyun eğmeyenler ölüme mahkûm edilmektedir. Bunlar arasında yer alan
Doğu Türkistan’ın önde gelen din âlimlerinden Urumçi İslâm Enstitüsü eski
Rektörü ve Kur’an-ı Kerim’in mealini ilk kez tercüme eden Muhammed Salih
Damollam’dan sonra ünlü Uygur tıp doktoru Prof. Dr. Halmurat Gafur’un da bu
sebeple katledildiği haberi bizleri derinden üzmüştür.
Zalim Çin yöneticileri Uygur
Türklerinin çoğalmaması için ellerinden geleni yapmaktadır. Bu çerçevede Uygurlu
kadınların çocuk doğurmasına engel olunmakta, birçoğu kürtaja zorlanmaktadır.
İnsanlık fukaraları, bu zulmü doğum yapanların bebeklerini öldürmeye kadar
vardırmaktadır. Böylece Uygur Türklerinin çoğalmasının önüne geçtiklerini
sanmaktadırlar. Bütün bunlar bireysel eylemler olarak değil, kelimenin tam
anlamıyla devlet terörü şeklinde gerçekleştirilmektedir. Oysa bu hain ve vahşi
eylemler Uygurların mücadele azmini bilemektedir. Geride kalanlar, ölenlerin
intikamını almak için ant içmektedir.
Uygur Türkleri, varlık içinde darlık çeken mazlum
bir millettir.
Zengin bir
yer altı coğrafyasının üzerinde oturan Uygurlar bu zenginliği hiçbir zaman
hissedememişlerdir. Doğu Türkistan'ın yer altı ve yer üstü zenginlikleri tarih
boyunca Çin tarafından sömürülmüş, bölgenin yerlileri olan Uygur Türkleri,
tabir caizse varlık içinde yokluk çekmişlerdir.
Bölgenin bereketli topraklarından refah payı talep eden Uygurlar baskı
ve yıldırmalarla sindirilmiş, nefrete ve şiddete maruz bırakılmıştır. Hak iddia
edenlerin mabetleri ve okulları Çinliler tarafından yakılıp yıkılmıştır.
Camilerde namaz kılmak, ramazan aylarında oruç tutmak ve Kur'an-ı Kerim okumak yasaklanmıştır.
Bu zorbalıklar Uygur Türklerini yıldırmamış, aksine inançlarına dört elle sarılmalarını
sağlamıştır.
Çin'in baskılarından iyice bunalan
Doğu Türkistanlılar seslerini bir türlü ilgili makam ve mercilere
duyuramıyorlar. Çığlığa dönüşen titrek ve acılı sesleri sağır duvarlara
çarparak geri dönüyor. Vicdanlar taşlaştığı için kimse onları anlamıyor veya
anlamak istemiyor.
Bugün
dünyada 1,6 milyarın üstünde Müslüman
yaşamaktadır. Bu aslında Müslümanlar için çok büyük bir güçtür. Fakat bu gücü
yerinde, zamanında ve layıkıyla kullanamadığımız ayan beyan ortadadır. Bunun en
büyük delili Uygur Türklerinin yaşadığı dramdır. İslâm dünyası Doğu Türkistanlı
Müslümanların yaşadığı zulüm ve işkencelere hep duyarsız kalmaktadır. Hani nerede
kaldı İslâm kardeşliği? Oysa Peygamberimiz Müslümanların tasada ve kıvançta bir
olması gerektiği konusunda şöyle buyurmaktadır: "Birbirini sevmekte,
birbirine acımakta ve birbirini görüp gözetmekte müminler, tek bir vücut
gibidir. O vücudun bir organı rahatsız olunca öteki organların tamamı
uykusuzluk ve derin bir rahatsızlık hisseder. Hasta olan organın ıstırabını
daima paylaşırlar."
Doğu Türkistan uzağımızda olsa da ülkemizle adeta et ve tırnak gibidir.
Asya'nın mazlumu Doğu Türkistan,
mesafe bakımından Türkiye'den yaklaşık beş bin kilometre uzakta olsa da tarihî köken
ve medeniyet bakımından ülkemizle adeta et ve tırnak gibidir. Onlarla güçlü
tarihî bağlarımız vardır. Bu mahzun coğrafya siyasî açıdan Pekin yönetimine
dahil olsa da kalben Anadolu'ya ve Türkiye'ye bağlıdır. Bu güçlü sevgi ve
muhabbet bağını bugüne kadar kimse kesememiş, bundan sonra da kesemeyecektir.
Doğu Türkistan'da sayıları 35 milyon
civarında olan Uygur Türkleri; Hun, Göktürk, Uygur ve Karahanlı devletlerini kuran büyük bir
kültürün ve medeniyetin torunlarıdır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin
en batı noktasında bulunan Doğu Türkistan yaklaşık iki yüzyıldan beri kızıl
güçlerin işgali altındadır ve özellikle son elli yıldır komünist Çin
yönetiminin baskıcı ve zalim yönetimi altında ezilmektedir. Durum bu
iken hem aynı dine, hem de aynı ırka mensup olduğumuz acılı, bağrı yanık Doğu
Türkistan’a duyarsız kalabilir miyiz?
Yapmamız gerekenler o kadar da zor ve imkânsız şeyler değildir.
Öncelikle bu durumu dünya kamuoyuna duyurmalıyız. Doğu Türkistan'da yaşananlar
dünya gündeminden düşmemelidir.
Çin, Doğu Türkistan’daki
Müslümanları yıldırmak ve sindirmek istiyor. Çünkü onlara tarihten gelen bir
kin ve nefretle bakıyorlar. Onların şahsında eski Türk devletlerini görüyorlar.
Çin Seddi'ni bile aşan kahraman ceddimizin gölgesinden dahi korkuyorlar.
Çinlilerde tarihten
gelen iflah olmaz bir Türk düşmanlığı vardır. Buna bir de Müslümanlığımız
eklenince şiddet ve nefret katlanmaktadır. Zira Çin devleti tek tip insan
istiyor. Hakkını aramayan, milliyetini ve kültürünü unutan, mankurtlaşmış,
koyun misali güdülen insanlar… Böyle
olmamak için direnenleri de kaba kuvvetle hizaya getiriyorlar.
Çin’in yaptığı
soykırım ve asimilasyon zulmü son bulacak gibi görünmüyor. Aksine dünya
sustukça her geçen gün daha da artıyor. Sözde insan hakları savunucuları
Asya’da yaşanan bu acılara kulaklarını tıkanmış bulunuyor. Hayatları sonu
gelmeyen çifte standartlardan ibaret olan Avrupalılar, köpekleri ölünce
duydukları kederin onda birini bu insanların ölümüne duymuyorlar. Durum böyle
olunca acılar dinmiyor, katlanarak çoğalıyor.
Ülkesindeki
azınlıklara insanca muameleyi reva görmeyen kızıl Çin, Çinceyi ana dili olarak
benimsemeyenlere iş ve aş vermemektedir. Çinliler kendilerini ayrıcalıklı
saymaktadır. Uygur kökenli Müslümanlardan, eğitimde kendi dilini Çinceye tercih
edenlere ilkel bir eğitim ortamı dayatmaktadır. Çinceyle eğitim görmek
isteyenlere ise modern ortamlarda çağdaş eğitim vermektedirler. Vahşetin kol
gezdiği Çin’de, başta Uygurlar olmak üzere, anadillerinde eğitim görmek isteyen
azınlıkların iş almaları imkânsız denecek kadar zordur.
Mazlum ve çilekeş Doğu Türkistan, gönül
göğümüzde dolunaydır.
Mazlum ve çilekeş Uygurların arka
dağı Türkiye'dir. Türkiye, ümmetin yetimi olan bu kardeşlerimize sözde değil,
özde tam destek verebilse Çin bu kadar zulüm yapamaz. Türkiye'deki medya
organları Doğu Türkistan'da olup bitenlere nedense sağır kalıyor. Bu
kardeşlerimiz adeta kaderine terk edilmiş durumdadır. Türkiye'nin Doğu
Türkistanlı kardeşlerimizin çektiği sıkıntılar karşısında sessiz kalma hakkı
yoktur. Tarih bize onlara sahip çıkma mesuliyetini yüklemiştir. Gözden ırak
olan Doğu Türkistan, gönülden de ırak olmasın.
Müslüman-Türk kardeşlerimizin adeta
destanlaşan bir hürriyet mücadelesi verdiği Doğu Türkistan, gönül göğümüzde dolunaydır.
Karanlık gecelerimiz onunla aydınlanır. O ki muhabbetiyle ısıtır bizi. Vaktiyle
Doğu Türkistan'da yaşananlar beni son derece üzmüş, bu üzüntü yüreğimde bir
şiire dönüşmüştü. İşte o ruh hâlindeyken Doğu Türkistan'ı ve orada yaşananları gönül
gözüyle şöyle anlatmıştım: "Yürekler yangın yeri, minareler
ezansız/Vicdanlar yağmalanmış, idrakler kör, izansız//Dar’a
çekilmiş bülbül, yastadır gonca güller/Zifiri karanlıkta söndürülmüş kandiller//Ölüm
kusuyor gökler, boyunlar satırlarda/Gökbayrak dalgalanır imanlı
sadırlarda//Uygur günde beş vakit hakikate yaslanır/Kanlı gözyaşlarından
seccadeler ıslanır//Çin’de günün özeti: işkence, zulüm, talan…/Mimsiz
medenilerin her söylediği yalan//Çalınmış nevbaharın, mahkûmsun
zemheriye/Mâziden kuvvet alıp bakmalı ileriye//Umudu katık eyle bayırda, düzde,
dağda/Suçun(!) Müslüman olmak bu abus yüzlü çağda //Osman Batur nerdesin?
Kardeşlerin dardadır/Esaret yağlı urgan, özgürlük firardadır//İffeti
kirletilen; anamız, bacımızdır/Ümmetin yetimleri, onlar baş tacımızdır//Varlığınla
ısınır, yokluğunda üşürüz/Gül yüzlü umutları seninle bölüşürüz//Nefret
bahçelerinde kan çiçekleri açar/Müslüman'a ölüm yok, mümin cennete uçar//Hüzün
dağlar misali, tasalı gönül evi/Zalimleri yakacak hürriyetin alevi//Ey ölümü
kuşanan, kefenindir Gökbayrak!/Zemheri soğuğunda yorganın kara toprak
//Prangalar da erir, öyle inanıyoruz/Bu mahzun coğrafyaya yürekten
yanıyoruz/Esaret zincirini elbet bir gün kıracak/Doğu Türkistanlılar devletini
kuracak//Ümmet birlik olacak, Çin’i boğacak bir gün!/Urumçi semasından
güneş doğacak bir gün!…"
Ey vicdanı sağır dünya, Doğu
Türkistan’da yaşanan insanlık dramını gör!..
Müminin gurbeti olan dünya, bütün insanların
sınanma yurdudur. Herkes yaşadığı üzere muamele görür. "Kim zerre miktarı
hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu
(karşılığını) görür."(Zilzâl S. 7-8) İnancımız odur ki zalimlerin
yaptıkları hiçbir zaman yanlarında kalmayacaktır. Bu dünyada tecelli etmemiş
gibi görünen adalet ahirette tecelli edecektir. Herkes tarafına ve duruşuna
göre muamele görecektir. Onun için Doğu Türkistan Türkleri çektikleri acılar
nedeniyle zararda gibi görünse de, selâm yurdunda bunun mükâfatını fazlasıyla
alacaklardır. Zalim Çinliler, Uygur Türklerine yaptıkları kötülüklerden dolayı
ceza göreceklerdir. Neticede kazanan mazlumlar olacaktır.
Ey vicdanı sağır
dünya, ey insanlık iş işten geçmeden gözlerini aç ve Doğu Türkistan’da yaşanan
insanlık dramını gör! Bigane kaldığın bu hadise bir gün senin de başına
gelebilir. Adalet herkese lâzımdır. Allah katında hiç kimse üstün ırka sahip
değildir. Üstünlük ancak takvadadır. İnsan hakları palavrasını ağzında sakız
eden hovarda demokratlar, siz de yaşananları görün ve sesinizi yükseltin! Bu
insanların yerinde sizler de olabilirdiniz. Bizim inancımızda “Bana dokunmayan
yılan bin yaşasın” anlayışı yoktur. Kötü her yerde kötüdür. Zehirli yılanın ve
yalanın masumiyeti olmaz. Yılan yılandır ve tez elden başı ezilmelidir. Körpe
çocukların hayalleri, uçurtmalar misali masmavi göklerde sonsuzluğa
kanatlanmalıdır.