‘’Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.

Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım.’’(Oğuz Atay)

 

 

 

Ruhumun tünediği o minval…

Hani, hani, kendimden uzaklaştığım yakınlaşmak adına tüm insanlara…

Hani, içimdeki hüznü yüzüme gözüme bulaştırdığım elbet güneşin de balçıkla sıvanmayacağı gerçeğine binaen parlayan gözlerim ve saçlarım.

Ruhumu tetikleyen bir minval diliyorum Tanrıdan ölümsüz olmak gibi ölümlü sevgime kulp takanlara haddini bildirmek gibi ve ısrarla sevdiğim ve de yazdığım yazgımı kabullenmemin ertesinde alt yazı geçmekle iştigal yeni güne ve geceye ve yarınlara kabul görmek adına toplumda soyutlandığım gerçeği ile koşar adımlarla Rabbime yaklaştığım.

Münferit bir gün ve sıradan bir yenilgi olmasını dilerdim ve içine düştüğüm tüm yanılgıların yansımasında biliyorum ki ben; sevginin hem feri hem neferiyim sebepsiz sevebildiğim kadar insanların sebepsiz yere uzaklaştığını görmek benden canımı ayrı acıtırken bir de yakınlarımın serzenişte bulunup kinayelere sığındıkları ve eşsiz bir gıybet denizinde beni boğmaya çalışırlarken günaha bulaştıkları…

Evrenin kini.

İnsanların nefreti.

Allah sevgisine akabinde insanları sevmeye odaklı bir güzergâhta kâh iteklendiğim kâh acı sözlerle namımın yürüdüğü.

Bekası mı ömrün?

Yoksa bakaya kalan zaman mı?

Bacasından tüten duman gibi sevdalandığım Paşabahçe vapuru.

Vurgun yediğim şehir ve şehir sakinleri.

İçtimada geçerken ömür.

İhmaller dâhilinde ikaz edemeden…

İbraz ettiklerim Tanrıya ve defterim insanlar tarafından dürülürken.

Menfi ya da müspet eleştiriler asla yapıcı olmayan bir minvalde yıkıma uğrayan ruhum canı yanan bedenim ve yalnızlığımın dahi ihlal edilmişken sınırları.

Sinir katsayım.

Haizi olduğum o farkındalık ve kümelenmiş duygularım.

Müsveddeye yazdıklarım ve tüm hatalarımı temize geçirip Rabbime sığındığım.

Rengi de yok iken insanların ve duyguların ve işte ihbar ettiğim ve işte Rabbime havale ettiğim azgın ruhları sahiden kutsayacak mı zaman?

Mekânsız ve zamansız ve boyutsuz.

Hemhal olduğum sıkıntılar ve fırtınalar ve fıtratıma yakışan yaptığım ses etmeden yaşayıp yazdığım.

Dokunulmazlığım da olsun hani mademki bana yakından dokunamıyor onca insan ruhumu hırpalamaya yüreğimi parçalamaya ne hakları var?

Hak hukuk da tanımaz iken çoğunluk ve azınlıkta kalan masum yüreğim ve insan sevgim asla da çıtkırıldım değilken bile olmayacak bir yerden yeniden ve defalarca kırılıp küllerimden yeniden doğmama vesile iken yüce Rabbim.

Eşkâlim yok.

İşgal edilsem de.

Emsalim yok.

Yeniden ölüp doğsam bile.

Bir emare mi yoksa gizli saklı olan?

Allah’ın bildiğini kuldan saklamadığım kadar bildiklerini Rabbimin yanlış yansıtan insan nesli insan nefsi.

Ötekileştirilen bir minvaldeyim hayli cebbar gölgeler hayli kalantor sözcükler.

Rengi solan gök kuşağında serili bir örtü gibiyim ve ben beyazım alabildiğine beyaz ve pervasız ve cesur ve cebbar çünkü doğrunun ve sevginin peşindeyim bir yitimde saklı iken yatık cümleler ve yetim yüreğimle nasiplendiğim sevginin ve hüznün göçünde öç alırken münafıklar ben ruhumun göçüne hazırlanıp Allah yolunda yaşıyor olmamın verdiği huzurla farklı bir boyuttayım.

Yorgun.

Yitik.

Hiç biri.

Hiçliğimi muhafaza ederken varlığımı kutsayan.

Varlık katsayımda sabit bir noktaya odaklanıp en çok da üç nokta koymayı sevdiğim yaşam serüvenim ve edebiyat maceram.

Köhne bir ev.

Karanlık bir dehliz.

Ve o kör noktası yalnızlığın.

İçinde saklanası bir lahit.

Hayat.

Kabir azabı yaşarken çekilen çileye istinaden bir kördüğüm ve işte çözülmesi gereken binlerce denklem.

Arzında ömrün.

Depremle yerle bir olan.

Artçı sarsıntıları döngünün İlahi Aşka baş koyan.

Mecali kalmasa da.

Endamı yitip gitse de.

Haşmetli öngörüler ve kovuşturulan gerçekler.

Konuşlu olduğum o tepe noktası hayatın da optimumunda saklı tutulası.

Ruhun azat edilmesine çeyrek kala.

Araf’ta sıkışık kalan cümleler ve devrik bir komutan gibi ihaleye kalan duyguların tezat vuruşlarında farklı kutupların kutsandığında ansızın infilak eden bir yürek gibi bir ruh ve rabıtası evrenin rengi solgun gülüşlerin istişarede bulunup çekincelerini yok sayan bir yemin gibi kutsal kitabın üstüne ant içip insan kalmanın da bekası iken umudun ve İlahi Aşkın enginliğinde sevgiyle istişare eden sözcüklerin de merkezden geçip sonsuzluğa odaklı bir var oluşun yansıması…

İçtenliğin.

Aksayan ayaklarında yalnızlığın ve insanın Rabbine dönük yüzü ve İlahi Aşkı çevreleyen inancın ve de umudun simgesi iken şiirler ve şair asla çekinmeden asla geri durmadan açtığı o devasa paranteze sığdırdığı kadar duygularını arda kalan ayracın da himayesinde yokluğun var oluş kaygısında sere serpe serildiği zeminde duyulmazken de sevginin ayak sesi çünkü kâinatı kapsadığı kadar da tüm insanlığı içine alan sevginin örtüsüne sığınan dilekler ve dualar gibisi de yok iken arz ettiği kadar talep bulan sevginin emsalsiz gücünde yaşadığı ve yaşattığı kadar sevgiyi şairin.

Müptelası olduğu kadar aşka ve umuda eşlik eden inancın gücünde savrulan beyitlerden arda kalan o hoş koku ve doku elbet yüce Rabbin de ilk emri iken, ‘’oku’’…

 


( Oku... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 17.10.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu