Düş çürüğü bir iklim mavi teninde
sabahladığım bukleleri semanın yıldızlarsa semazeni göğün alt yazı geçtiğim bir
bülten ölümsüzlüğü irdeleyen şeşi beş gölgemle zikrettiğim fikrimden bir
yansıma ve işte bekası yerin göğün bense kim bilir kaç öğünde saklı tutuyorum
tok midemi.
Tok evin aç kedisi dahi olmadım.
Açlıkla sınandığım ömrün ukdesi olsa
olsa içtiğim bardak bardak şekersiz çayın deminde çöreklenen varlığım ve
yalnızlığın o tanıdık siması.
Renkler asılı göğün doruğunda.
Sarıdan bir mevsim bir resim safran
sarısı imgelerin başkaldırısı ve işte ihya edilesi sefil yüreğim seferi ömrün
acılardan bir buket şiir derlediğim kâh gün bitimi kâh gün ortası bense soyut
devasa bir rahlede gizliyim aralıksız.
İçime kaçtım öncesinde gözüme kaçan
tozun tozunu almak adına elimde pasaklı bir kâğıtla silmek için uğraştım alın
yazımda saklı kaçkın yıllarla taban tabana zıt günümün uysallığında önce
gözlerimi ovuşturdum sonra yere kapaklandım hazır çökmüşken dizelerimin üstüne
diz dize geçen yılların yalnızlığıma olan hâkimiyeti ile…
Elbet teferruata kaçtığım kadar
kendimden de kaçtım.
Bıçkın bir mimar olabilirdim.
Ya da bir Külkedisi.
Öncemde Alice okuduğum en sevdiğim
kitapta rast geldiğim Joe ile benzer mizaçta bir yazar olmaya karar verdiğim
çocukluğum ve ilk gençliğim.
Özet geçmekle iştigal hayata ve
özveri dolu bir de ön sözü oldu mu ömrün değme gitsin keyfine.
Keyfe keder yaşamakla yaşamamak
arasındaki o ince çizgi tıpkı normalliğin sinyali iken sakince bir iklimde
ılıman seyrinde ve de ılık duş alıp da geceye ve uykuya taziyelerini sunduğun
yol yorgunu ödevler ve sabahladığım geceler saati dahi kurmadan hazır ol da
nöbette hep de nöbetçi öğrenci olarak geçen yıllarımdan düşense payıma
ilerlemiş bir gözlük numarası ile numaradan uyuyormuşçasına yonttuğum kalemin
kölesi olmakla iştigal ömrün tekabül ettiği yorgun zamanların da kalesinde ömür
sürdüğüm.
Bir rengim var mı sahi?
Ya da bir ülküm.
Üzengisi dünün yüz görümü şiirlerim.
Yankısı dünün hali hazırda rüyama
giren öğrencilik yıllarım ve her biri dünde şüheda anılarda misafir kalan onca
sevdiğim insan ki sevmekten fazlası da gelmezken elimden.
Ve işte elimden düşmeyen kalem.
Yetmez ama…
Gözümden düşmeye gör yaşlarımı.
Düşmeye gör ey, sen insanoğlu.
Bir de düştün mü gözünden insanların.
Kırık bir çerçeve.
Yorgun bir minval.
Tünediğim yazgım ve kanayan
kanatlarım…
Dört duvar da yetmez:
Al sana beş duvar ya da beşkardeş.
Sürgün edildiğim coğrafyaların
kanayan yaralarında da saklı iken anılarım ve ölen insanlık ve işte mikado
çöpleri gibi dağınık haletiruhiyem kemale ersem de hala çocuk kaldığım belki
de…
Belki de çocuksu bir tutkunun eseri
ve nesridir tüm yazdıklarım bir algı eşiğinde salındığım kadar da hayallerin
beşiğinde neyse içimde ukde kalan pembe gözlüklerimle de tavaf ettiğim kadar iç
âlemimi ve hayallerin güncellenen seyrinde saklı tutulası bir yazma arzusu ile
tutuklu kaldığım beyaz sayfanın beni derinden ve aralıksız çağıran sesi…