İklimin azadesi nefti duyguların
nakaratı özlemin ayak sesi kuş misali bir hiciv ki uçmanın güncesi…
Kat izinde saklıyım mevsimin meşru
müdafaası yalnızlığın bir gök cismi adeta tepelerde uçuşan sersem sefil
sözcüklerin gevşemiş contası.
Meczup düşlerimin
sistematik serzenişi dün mizaçlı gün ışığı solmaya dair ve elde var hüzün.
Kıtalar aştım
ama bildiğin coğrafyalara düşmedi yolum bilmediğin şiirlerde asılı kaldım:
Basmakalıp
sevmediğim kadar beyan etmek zorunda kalmasaydım ah, keşke yalnızlıkla özdeş ay
ışığı bense yıldızlara yakın bir minvalde boğulurken yalnızlığın enginliğinde
kıyılara vuran bir yakamoz misali önce ölüyorum sonra doğuma öykünüyorum bu
nasıl bir acıdır bilemezsin, azizim.
Hüzün
mektebinde değil hayaller diyarında okudum ben:
Azığa aldığım
üç beş hayal ve her kırıntıdan nasiplendiğim ölçüsüz düşlerin haznesinde
bombardımana tutulmuş sefil bir şehrin müdavimi iken öncüm düşlerin gölgesinde
akan yaşların izdihamında önce savruldum sonra savunmaya geçtim ve ölçüsüz bir
hüzünle ıskaladım ben hayatı ve mutluluğu en çok da ben sevmişken evrenin
kıyısında evrenin deltasında aslında her evresinde aykırı düşlerin sicim misali
yağmurunda yağmalandığım gerçeklerin minvalinde yüz vermediğim kadar paraya
pula kaç pul imiş meğer değerim.
Yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgi tıpkı
delirmekle akıl sağlığı arasında rnk veren baş veren umut gibi ve aşkın
müfredatında en çok ben sevdim en çok ben öldüm en çok da sivrildim
dikenlerimin deldiği her hayal yumağını başıma taç ettim taşlansam da taş
tutmadım taşa tapmadığım bazense taş kesildiğim…
‘’Karşınızda eylülün sesi
Ağustosa çekildi, eylülün sesi
Birazdan konuşacak
“Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir
baylar.
Eylül
ki, sorabilir mi
Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul
Bir asfaltın kuru sıcak soğuğundayız
Oysa bir deniz feneri mevsimsiz ölür baylar.
Dahası
Bu düğmesiz giysileri şöylece giymek
Bir boşluğu giyinmek mi olur
Olsun
İşte karşınızda ekimin sesi
Kasımın sesi sonra…’’(Edip Cansever)
Arıyorum kendimi…
Ah, keşke aramakla
mümkün olsaydı kendimi bulmam.
Mağdur düşlerin
semtinde bizim yakada yaşayan bir metafor iken kısık sesli güneş ve mazlum
iklim…
Seyrindeyim gri
bulutların, meftun iklimler kalesi diktiğim ve işte elimde buruşuk bir resim
yoksa adı Eylül müydü aradığım kendimin melun rüyalar kasabasından firar edip
de fani yüreğimin kasvetinde mi boğulacaktı şüheda mazim?
Geçkin bir kadın
sesi.
Geçimsiz bir adam.
Kendini geç sevmiş
mahzun bir gülüşe konuşlu seferi rüzgâr.
Ve bir yitim saklı
içimde bir de yetim düşlerin yatıya kalan çocuksu gülüşleri her eksildiğinde
zaman her yangında son kurtardığım iken kendime söylediğim her yalan.
Sözcükler iç
cebimde yargılanırken.
Ruhum tepede asılı
muhabbet ehli bir bulut misali dağılan sözcüklerin dağınık yatakların müdavimi
buruşuk bir yastık yüzü bir de yüz vermediğim aşkın esintisi ve işte
tebessümlerden derlediğim bir buket çiçek sepetin içinde ben seferi rüzgârın
alıp da savurduğu matem ve aylardan Eylül, azizim…
Metanetin de izini
sürdüğüm.
Sözcüklerin yontusu
ve yüreğimin kirli sepeti melun mahzun sürüklendiğim yol boyu yaş çoktan kemale
erdi ki kalemin gizinde bir sessizlikle yüz göz sözcüklerin bağlanmadan
basireti bulmalıyım illa ki kendimi.