Kaybolduğumda hayatın belirsizliğinde kılıfını buluyorum
yaşamanın
Beni nereye koyacaksın bahşettiğin bu kaderin içinde.
Terk edildim.
Anlaşılmamaya,
Kabul görmemeye terk edildim tüm samimiyetimle
‘’İçimden gelen bir ses
Ben kara olacağım
İnsan olmak
Ve doğrunun ve yanlışın şaşırmanın etten ve kemikten yaratılmış
insan haliyim.
Kendime doğru insan olduğumda bulacak anlamını yaşamak.’’(Alıntı)
Tersimden okuyorum tersimden kalktığım her
günün külüne banıyorum içimde açmayı erteleyen gülün ömrü ne kadar ki ve işte
üstü örtülü bir fani mezarına yakın duran ve de; Mehter marşında toprağa
verilmeyi umuyorum Ummanlara denk gelen kabrim midir yoksa kalbim mi unutulmayı
tehir edemediğimse hangi iklim ve umduğumdan değil umarsızlığından insanların
nasıl da besleniyorum ikircikli dünyaların yağız delikanlısıdır cümlelerim
oysaki ben henüz bir çocuk olabilmenin vakur ve ulaşılmaz hevesinde ç/atlayan
sabır taşıyım.
O minval ki…
Göğün terennümü.
Öylesine bir sona meyyal ki…
Yerkürenin soluk yüzü ve silik ruhu ve kurşun
yağdıran lanetin çoktan unutulmuşken de iyi insanların nuru.
Nar misali dağıldığım.
Ve eli kulağında hazanın…
Demedim deme kapıyı çaldı bile.
Ruhumu sattığım afra tafralar cemiyeti.
Na’şımsa çoktan hazır.
Ne inilti ne kasıntı; safi sessizlik sair
gürültü şairin de küfesinde saklı yükü.
Ben mevsimlerden mevsimler beğenirken şükürler
olsun ki yaz da nihayetinde teslim etti ruhunu.
Dökümlü etekleri vardı babamın gül düşmez
çehresinde nidaları saklıydı hüzün hırkasının; hani, halamın ördüğü aradan bir
yıl geçmemişti ki babamın gömüldüğü.
Oysaki o hırkayı halam bana örmüştü demem o
ki: bir hırkayı çok gördü bana kader bir de babamı.
Kestirmeden gittiğimiz bir yol ölüm: bu gün
neşe yarın hüzün sonra düğün elbet kim ne derse desin çözülmeyen bir kördüğüm.
Menşei ve de ömrün.
Saklanacağım neresi kaldı ki topraktan başka?
Seveceğim kim kaldı ki sevdiğim herkesi
uğurladıktan sonra?
Sevmiyorum ama kendimi.
Sevemiyorum kendime ettiğim zulmü.
Kırık bir kalp, raydan çıkmış bir lokomotif.
Vagonlarsa arkadan gelen sözüm ona ve kim
bilir içinde neler saklı?
Hüzün bohçam ve hüzün sarnıcım.
Derinlemesine bir acı teselli bulamadığım ne
ise tecelli etti edecek ve de büyüyecek hüznüm.
Yazı yazmanın da zamanı mıdır şimdi hani ne de
olsa az evvel uğurladık rahmetliyi.
Dualar dilimde dualar kalbimde kalemse devrik
bir lider misali pişkin pişkin gülümsese de aldırış etmiyorum ve şimdiden
kavuruyorum kendi helvamı.
Bıçkın rüzgâr.
Hayta mevsim.
Hoyrat kalemim.
Gözlerimde çökertme.
Ruhumda taziye.
Yüreğimde yonga.
Acımsa çok taze.
Açamadığım bir kara kutu az evvel denemiştim
açmayı aslında hep deniyorum kendimi aşmayı.
Dingin bir ruha olan özlemim diri bedenim
nasiplenmediği kadar dinginlikten ve sözcükler de sırça köşküm tasvip ettiğim
etmedim ne varsa dünde saklı.
Yazın hayatım.
Yazın sevdam.
Yarıda kalan her şeyim.
Hiçliğimle muhatap.
Huzurun da tekzibi.
Var olmanın hicreti.
Yaşamın meali bir de yaşayamamanın fermanı
şiirlerle damgaladığım ruhum varsın yıkılsın kale’ m varsın enkaza dönsün
tahtım bahtıma hep razı gelmedim mi?
Bir şerh düşülecekse eğer ki hayata demem o
ki:
Az evvel düştü içime Eylülün ateşi az evvel
hohladım aldığım nefesi tutmak adına içimde ve tutmak adına kendime verdiğim
sözü hani olur da bir gün bir ara rastlarım kendime…