Cilveli bir ihanet idi şarkılar
üstelik şiirin cebinden çıkardığı ve de gamlı notalar nazarında hüznün nezih
bir ölüm dilerken Allah’tan…
Hoyrattı fırtına ve fıtratım kaygan
zemine çalım atan ve işte dualarım ve işte Allah inancım sadık kaldığım
zemheride büyümeyi unuttuğum bir zelzelede ve annemin ellerine muhtaçtım adı
aşk adı masal adı hüsran ve adı umut olan notalar ve harflerle doldurduğum
cüzdan çünkü para geçmiyordu benim ruhumda kuruşların dahi tünediği ve
tükendiğime delalet ne varsa türettiğim sevgimin karşısında meleklerin
düğmelerini iliklediği bir cennetin seyyahı bir yolcusu idim dinmeyen rüzgârın
esintisinde üşüyen içim ve için için sevdiğim varsın kulakları çınlasın şüheda
mazimin…
Ben bir rakkase.
Ben bir semazen.
Ben aylak bir kuş.
Ben demlenmiş çayın dibe çöken
tortusu.
Ben zelzelede ayakta kalan dimdik bir
bina ölümün olsa da mayhoş kokusu ne isyan ettiğim ne inkâr ne itiraz
yalnızlığın dekoratif yüklü dökümlü eteklerinden dökülen yürek sızlatan o
türkü.
Niyazımdı dillenen günbegün ve
sözcüklerimle hüküm sürdüğüm ütülü bir perde misali edebi ahlakı saygısı baş
tacı ve yalnızlığım ihtişamlı sadakati asla bana ihanet etmeyen kalemim ve
kelamın esintisinde verdiğim Allah’ın selamı karşılık bulacağım illa ki
cennetin korusunda ve korosunda tutuşan yaprak misali yâdımda saklı iken nazım
yârimse kolaçan ettiğim yürek pazarım tezgâhta saklı duygular ve imgeler gönlün
redifi sözcüklerin neşri ve neşrettiğim onca şiire hikâyeler biçtiğim gönlümün
hutbesi koştuğum kadar Rabbime sonsuzluğun dibe çöken tortusu…
Ben ki kıblemdeki yangın.
Ve sen ki, kavuşamadığımız kadar da
yakın kalpler birbirine.
Ve yalnızlık denen o tufan aşkla
eşleşen şiirlerin nezdinde:
Ah, yanık kelamım…
Ah, ucu yanık mektuplarım…
Ah, o sessiz yakarışım…
İlla ki kavuşacağım yüce Rabbime.
Ne bir koku ne de yalın bir korku.
İzafi bir duman yandığım o d/oku.
Ve fırlattığım o oku:
Yay gibi gergin…
Aşk gibi s/üzgün.
Sözcükler gibi alımlı.
Sökün eden mısralarsa çöl çiçeğim ben
ki bir hümayun ve sen ki…
Sevdiğim kadar da var hani.
Bir çetele tuttuğum öncem.
Ruhumdaki bilmecem.
Yaramdaki katman.
Yamalandığım değil yarıladığım hiç
değil en çok da yalanladığım vardır elbet bir bilen bir duyan.
Sızımda saklı kırık sazım.
Sazımda saklı gamlı notalarım.
Belki bir sol anahtarı belki fa lakin
bildiğim tek şifre: aşkın haznesinde saklı özlemin ukdesinde ve sözcüklerin
güftesinde yaranamadığım bir tek Allah’ın kulu nasıl ki kinaye ve yalan ve
nefret kustu ve doğamdaki misafir: umudun peçesi sözcüklerin neşesi yalnızlığın
nesnesi ve dolduruşa gelen kimse yok mudur sahiden de Allah korkusu?
İstifli kitaplar masa üstümde.
Özenle saklı sözcükler sayfalarda.
Öznesi özlem olan şiirler yüreğin
raflarında.
Ve ayağımdaki çizmem adeta Kırmızı
Çizmeli Kedinin masalında hükmeden ya da Uyuyan Güzel ve işte alnıma konan o
masum buse.
Ne var ne yok feragat ettiğim ömürden.
Yalın ve yanan bir kale içten
fethedilen.
Kalem ise bir römork kalem ise bir
araç kalem bir ayraç mühim olan insanın yüreğinde yaşattığı sevgi sevinç ve
neşe ve gaipten gelen coşkum uyuya kaldığım masa başında kitaplar iken başımı
yasladığım ve Rabbimin ‘’oku’’ emrine biat aşkla okuduğum ve öykündüğüm
yüzlerce masal kahramanı içinde saklı huzur sözcüklerse cennet bildiğim ve
kalem ile tokuşan başım kalem ile restleşen nazım ve kalem ise eşleşen yürek
sesim ben kambersiz ben kaldığım kadar saf ve temiz ben ki Allah yolunda
uçabildiğim kadar yükseklere ve işte cihanda saklı o karanlık dehlizden firar
ettiğim kadar da yalandan ve neşrinden nefretin ölümle pekişen iç sesim varsa
yoksa Hakkın Yolu varsa yoksa içimden taşan coşkum ve itikadım aşkla eşleşen
mademki Allah var gam yok…