Bu gün oda arkadaşımı toprağa verişimizin yedinci
gecesi,bu nedenle toplantı salonumuzda aramızda kur’an okumasını bilenlerce
ruhu için mevlid okundu.
Ben buraya geleli bir sene kadar ya
olmuştu ya olmamıştı, bir gün müdüre hanım beni odasına çağırarak” Bak sana
yeni bir arkadaş veriyoruz,sende artık iki kişilik odada yalnız kalmaktan
kurtulacaksın” dediği zaman na yalan söyliyeyim sevindiğim den daha fazlada
üzülmüştüm. İki kişilik odada tek başına kalıyor ve canım sıkılıyordu ama ya
yeni gelecek oda arkadaşımla anlaşamazsam ne olur diye düşünüyordum. Burada
öyle arkadaşlarmız vardı ki sanki ana kız gibi aynı odayı paylaştıkları gibi
öyle arkadaşlarımızda vardı ki sanki birbirleriyle ezeli düşman gibi idiler. “
Hayırlısı olsun kızım” dedim müdüre hanıma “İnşallah iyi biridir” dedim. “İyi
iyi sen merak etme” dedi “İnşallah!” dedim.
Onunla müdüre hanımın odasında ilk
tanıştığımızda nasıl olduysa oldu ikimizinde kanı bir birimize ısınıverdi,sanki
yıllarca birbirmizi tanıyorduk.
Yıll arın yorgunluğu yüzünde çok derin çizgiler
bırakmıştı. Gözleri çekinerek etrafa bakıyordu.Fazla da bir şeyi yoktu,ufak bir
çantası vardı,nesi var nesi yok bu çanta içindeydi. “Gel kardeş seni odamıza
gidelim” dediğimde ses çıkarmadan oturduğu koltuktan doğrulmaya çalıştıysa da
iki büklüm olan belini fazla doğrultama dan bastonuna dayanarak ayağa
kalktı.”Çantanı ben alırım!” dedim . Beraberce odamıza çıkmak için asansöre
doğru yürürken her ne kadar yıllara meydan okurcasına yaşına rağmen yürümeye
çalışıyorsa da buraya gelmenin verdiği sıkıntı ve utançtan dolayı sanki ayakları
geri geri gidiyor gibiydi,çünkü bu durumu bende çok iyi biliyordum. Kaldığımız
kat da asansörden inip kalacağımız odaya doğru yürürken yorulmuş olmasına rağmen
bunu hiç belli etmemeye çalışarak bastonuna dayanıp soluklanmak için camdan
dışarı baktı “Manzarası da güzelmiş” dedi,dedi ama sesi sanki çok derin bir
kuyunun ta en dibinden geliyordu. İşte burası böyledir, ilk gelenler
gelişlerinde hep kendini buraya ait sanmazlar,buraya gelmekten utanırlar ama maalesef
bazılarımızın hayat da en son durağı burası olabiliyordu. Bizde buraya
istiyerekmi gelmiş burada yalnız ve kimsesiz olarak kendimizi buraya
hapsetmiştik. Hapsetmiştik diyorum ama yanlış anlaşılmasın hapsetmekten
anlatmak istediğim; dışarıdaki kötülüklerden kaçıp buraya sığınmaktır,burayı
kendimizi koruyacak kalemiz olarak görmemizden.
Odamızda iki yatak,iki dolap,iki adet yatak ucu
dolabı vardı. Kapıyı açıp”Buyur kardeş hoş geldin” dediğimde çok zor işitilse
“Hoş bulduk ahretlik!” diyebilmişti. “Senin yatağın burası gel otur istersen
uzan yorgunsundur dinlenirsin” dediğimde yüzüme öyle bir baktı ki sanki yılların
tüm utancı yüzünden okunuyordu. Çantasını dolabına koydum, yatağının üzerine
oturdu iki elini dayadığı bastonuna dayanarak odayı şöyle bir gözleriyle
süzdükten sonra “Çok güzel” diyebildi. “Öyle!” dedim. Bir an sessizlik oldu,o
bastonuna çenesini dayayarak yere bakıyordu. Laf olsun diye”Nerelisin?” diye
sorduğumda yavaşça bastonuna dayanarak geriye doğru doğruldu ve yüzüme
baktığında gözlerindeki yaşları fark ettim. “Üzülme kardeş, burada olmamıza
üzülmek yerine buraların bizim gibilere kucak açtıkları için sevinmeliyiz,ne
kadar şükretsek azdır.Dışarıda değersiz bir eşya gibi itilip kakılmaktansa
burada insan olduğumuzu anlayarak yaşamak çok daha iyi” dedim. Yüzüme yine
dalgın dalgın bakarak gözlerinden akan yaşlara hiç aldırmadan “Öyle ahretlik
öyle” dedi. “Sen biraz uzan dinlen ben daha sonra gelir seni alır yemeğe iner
sonrada birlikte burayı sana tanıtırım” dedim. Başını olur anlamına salladı, oda
dan çıktım.
Daha sonraki günlerde biz iki oda arkadaşı o kadar
güzel kaynaştık ki sanki çok önceden tanışıyorduk. Zaman zaman kol kola girip
bahçede volta atıyor,kimi zaman televizyon odasında televizyon seyrediyor,kimi
zaman da arkadaşlarımızla sohbet ederek vakit geçiriyorduk. Burada zamandan bol
bir şey yoktu. Gençliğimizde zamanımız yoktu ama burada en bol şey zamandı.
Onun için herkes birbirine istese de istemesed e bazen kendine göre,geride
kalanları rencide etmemek için hayat hikayesinin bazı yerlerini değiştirerek
anlatıyordu. Burada olanların geride kalanlar çoğunlukla çocuklarıydı,bazende
eşi oluyordu. Çok nadirde olsa bazen çok zengin olmalarına rağmen hakiki
dosttan yoksun kişiler etraflarından kaçarak buraya sığınıyorlardı.
Bu arkadaşımında hayat hikayesi de bazı
ayrıcalıkları olsad a hepimizinki gibiydi ama !.. işte öyleydi…
Annesi öldükten sonra babasıyla
yalnız kalmış geçimlerini kadın terziliği yaparak kazanıyormuş. Babası da hakkın
rahmetine kavuşunca konu komşu “Bak kzım ,böyle yalnız olmaz” diyerek kendinden
oldukça yaşlı bir çocuklu bir adamla evlendirmişler.
Adam seyyar satıcılık yaparak hayatını
kazanırken bizim arkadaşta yine kadın terziliği yapıyormuş. Bu adamdan dört
çocuğu olmuş ama adamın çocuğunu da kendi çocuğu gibi sevmiş. Derken kocası
rahatsızlanmış ve ölmüş.Tek başına beş çocukla kalakalmış, yılmamış gece gündüz
demeden didinmiş çalışmış sabahlara kadar evinde terzilik yaparak çocuklarını
namerde muhtaç etmemiş. Üvey oğluda onu çok sevmiş. En büyükleri olduğundan
sanayide düzenli olarak hem iş öğreniyor hemde eve para getiriyormuş. Diğer
çocuklar da buldukları işlerde çalışıyor eve yardımcı oluyorlarmış. Askerden
sonra üvey oğlan bir dükkan açarak diğer kardeşlerini de yanına almış,almış ama
dört kardeşin en büyüğü olan biraz yan yollara sapmış. Nerede bitirimler var
oralara takılıyormuş. Bir zamanlar kumarhanelerde çalışmış,velhasıl askere
gidinceye kadar girip çıkmadığı bitirimhane kalmamış.Bu arada da kadıncağız hiç
durmadan evde dikiş dikerken bir yandan da yan yollara sapan oğlunun peşinden
gidip onu zorla da olsa eve getirmeye çalışıyormuş. Çocuklar askere gidip
gelmişler,askerlikten sonrada yine üvey ağabeylerinin kanatları altında onun
işyerin de ortak olarak çalışmaya başlamışlar. Üvey ağabeyleri evlenmiş ve ayrı
ev tutmasına rağmen baba bir ana ayrı kardeşlerini hiç atmamış. Bir ramazan
akşamı teravih namazından sonra işyerin de ki sobayı tinerle yakmaya çalışırken
sobanın patlaması sonucu kendi de tutuşmuş ve yanarak ölmüş.Diğer kardeşler
ağabeylerinin işini hep birlikte yürütmeye devam etmişler,yengelerine ve
yeğenlerine bakmışlar. Bir zaman sonrada yengeleri yeniden evlenmiş ama yinede
dışarıdan yeğenlerine destek olmaya devam etmişler. Bizim arkadaşta çocuklarına
evde terzilik yaparak yardım etmeye devam ediyormuş. Zamanları gelince bizim
arkadaş çocuklarını teker teker evlendirmiş. Her evlenen tabiî ki evden ayrılıp
ayrı ev açsa da işyerleri aynıymış. Kadıncağız yaşlılıktan dolayı iş yapmakta
zorlanmaya başlamış. Çocuklarında bu arada işleri yi gitmiş, iyi kazanmışlar.
Kadıncağız bir müddet yalnız başına kaldıktan sonra çocuklar “Anne sen
yalnızsın bak gel sen bizlerde kal hem canın sıkılmaz daha iyi olur”demişler.
Kadın sanki başına gelecekleri biliyormuş gibi direnmişse de sonunda eşyaların
toplayıp sırayla çocuklarının yanında kalmaya başlamış. İlk önceleri her
çocuğun yanında ikişer ay kalıyormuş ,bu sonraları bir aya daha sonraları yirmi
güne,on beş güne ve düşe düşe bir haftaya kadar düşmüş. Sırası gelen kardeş
gidip annesini alıyor eve getiriyor bir hafta dolunca da kadının eşyaları daha
akşamdan sokak kapısının yanına konuyormuş, kadınında yapacağı bir şeyi yokmuş.
Kadıncağız artık bir eşya gibi birkaç günde bir,
bir evden diğer eve sebepsiz taşınır olmuş. Hayatını çocuklarına adayan kadın
sonunda mükafat olarak değersiz bir eşya gibi görülmeye başlamış. Bir gün
uzaktan bir akrabası “Bak kardeş bu böyle olmaz sen evlen,hiç olmazsa kocana
hizmet eder onun hayır duasını alırsın” diye başlamış kadına söylenmeye. Kadın
bir karşı çıkmış iki çıkmış derken bakmış bu yaşadığı hayat da hayat değil
olurmu diye evlenmeyi düşünmeye başlamış. Çocuklara hiç bahsetmeden yine eşi
ölmüş bir emekli hacı dayı ile evlenmeye karar vermiş.
Çocuklardan habersiz nikah masasına
oturmuşken,evlen diyen akraba kadın imza atılmasına az bir zaman kala kadının
çocuklarına telefon ederfek”Çabuk anneniz nikah masasında” diye haber vermiş
Dört çocukta gelmişler ama iş bitmiş. Çocukların yapacak bir şeyleri yokmuş.
Kadın dokuz sene kadar bu adamla
yaşamış,adamda vefat edince yine ortada kalmış.
Çocuklarda kendilerine göre yapılacak
tek şeyin onu buraya yerleştirmek olduğunu annelerine söylemişler. Kadında buna
dört elle sarılmış,çünkü tekrar çocuklarının evin dönerse gelinlerin dilinden
neler çekeceğini çok iyi biliyormuş. Son kocasından kalan evi buraya bağışlayarak
son günlerini geçirmek üzere buraya gelmiş,gelmişte analık işte çocuklarını
özlüyor. Arada sırada çocuklarının kızmalarına aldırmadan telefonla onları
arayarak onları görmek istediğini söylese de çocuklar her seferinde bir bahane
ile onu atlatmaya çalışıyorlardı.
O bana ahretlik diyor bende ona can dostum
diyordum.
Derken kadın hastalandı. Çocuklarına haber
verildi ama maalesef çocukları kadın vefat ettikten sonra gelebildiler.
Gece gündüz demeden kırık bir dikiş makinesı ile
çocuklarını hayata bağlıyan bu kadının ölümüne bile işlerinin yoğun olmasını
bahane ederek çocuklarının hepsi gelemedi.
Kadıncağız ,çocuklarımın gelişini
görürüm diye kapıya baka baka öldü.
Arkadaşımın defninden sonra yanıma
gelen büyük oğluna “bak oğlum burada annenin eşyaları var almak istersen al
hatıra olur” dediğimde eşyaları laf olsun diye karıştırırdı içinden çıkan
kadının resmini eline aldı uzun uzun baktı baktı ve hiçbir şey söylemeden resmi
cebine koyup,”Hoşça kal teyze!”deyip arkasına bakmadan çıktı gitti.
Ben öylece yatağımın üzerine oturmuş arkasından
baka kalmıştım.
Akşam yemeğinde masama gelen bir
hanım arkadaş “Bak senin rahmetli oda arkadaşının resmi değilmi bu?” dedi.
Baktım Odadan çıkarken oğlunun elinde olan resimdi. Arkadaşımın yüzüne bakarak
tam soracaktım ki; o, “Bu resmi bahçede sokak kapısının yanındaki çöp kovasında
buldum” dedi.
Elimden çatal masaya düştü,bende yemek yiyecek
hal kalmamıştı.
Oğlu ayıp olmasın diye annesinin resmini yanımda
değilde bahçedeki çöp kovasına atıp çekip gitmişti.
Yemek yemeden masadan kalktım,gözlerimden akan
yaşların görülmesine hiç aldırmadan odama çıkmak için asansörlere doğru
yürüdüm.
Kamil ERBİL