VAKIF MÜESSESESİNİN  TOPLUMSAL FAYDALARI

                Osmanlı İmparatorluğunun 700. kuruluş yıl dönümüne tekabül eden 1999 yılında basılan 12 ciltlik Osmanlı’nın 5 cildindeki makaleleri incelediğimizde Osmanlı vakıflarının zamanla ortaya çıkan bir takım faydalarının bulunduğunu öğreniyoruz.

1.Yöneticilerin yaptıkları vakıflar yönetilenlerle aralarında bir bağlantı oluşturması sebebiyle meşruiyetin kuvvetlenmesine sebep olmaktadır.

Fakirlere ücretsiz yemek verilen İmaretlerin ilki Orhan Bey zamanında,1330’lu yıllarda İznik’te vakıf olarak kurulmuştur. Sultan böyle hayratlar yapmaya başlayınca zengin hayırseverler de imaret kurmaya başlamışlardır: İmaretler:Osmanlı sosyal adaletinin bir numunesi olan imaretler ülkedeki aç insanların doyurulması gibi bir fonksiyonu yerine getirmekteydi…Öyle ki XVI yüzyılda Anadolu eyaletinde 45,Amasya,Çorum,Trabzon ve Malatya sancaklarından teşekkül eden Rum Eyaletinde 10,Rumeli Eyaletinin Trakya ve Makedonya bölümünde 25,İstanbul’da ise 20 kadar imaret bulunmaktaydı. Yusuf Halaçoğlu, Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı)

2. Varlıklı kimselerin kurdukları vakıflar toplumdaki sosyal katmanlar arasındaki farklılığı azalttığından sınıfsal münafereti (Birbirinden kaçıp nefret etmek, karşılıklı huzursuzluk)  düşürüp toplumsal barışa yardımcı olurlar,

Herkesin malumudur ki dilencilik bir ülkenin/bölgenin ekonomik durum göstergelerinden biridir. Geçimini sağlamak için dilenmek zorunda kalan insanların sayısı aynı zamanda ülkelerin içinde bulunduğu ekonomik durumu gösterdiği gibi insanlar arasında yardımlaşma duygusu ve sosyal kurumların etkinliğinin de göstergesi sayılabilir. Günümüz toplumlarının en büyük sosyoekonomik sorunlarından birisi de hiç şüphesiz ki dilenciliktir. Alışkanlık veya fakirlik dışında başka sebeplerle dilenenler mutlaka vardır ama fakirliğin engellenmesi yönünde yapılacak çalışmalar fakirlik dışında sebeplerle dilenmeyi alışkanlık haline getirenleri engelleyebilir. Vakıflar Osmanlı toplumunda fakirleri,ihtiyaç sahiplerini gözetmek gibi büyük bir toplumsal görevi de yerine getirmişlerdir. Bir toplumda refah asgari seviyede herkes tarafından paylaşılmazsa sonu isyanlara gider ki dünya tarihi bu tür isyanlarla doludur. Anadolu Türk İslam tarihinin belki de en büyük isyanı olan Babailer isyanı tarihçilerimizin ittifakıyla sosyoekonomik temelli bir isyandır.

            Dinimizin farzlarından olan Zekat ve kuvvetle tavsiye edilen infak (sadaka) fakirlere verilen en büyük haklardandır. Kuran-ı Kerim’de şöyle emredilmektedir: "Zekatlar; ancak, yoksulların, miskinlerin, zekat tahsili işinde çalışanların, kalpleri İslam'a ısındırılmak istenenlerin, kölelerin, borçluların, Allah yolunda cihad edenlerin ve yolcuların hakkıdır. Bu, Allah tarafından farz kılınmıştır" (et-Tevbe, 9/60).

            Osmanlı sadaka taşı uygulamasıyla insanları rencide etmeden para vermenin yolunu bulmuştur. Bu konuda Osmanlı’nın en çok dikkate aldığı ayetler şunlar olmalıdır: ”Eğer sadakaları (zekat ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne ala! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir. Bakara :271 (Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir. Bakara:273

Mehmet Genç Klasik Osmanlı Sosyal İktisadi Sistemi ve vakıflar isimli çalışmasında Vakıfların Osmanlı toplumunda refahı herkese ulaştırma başarısını anlatıyor. M. Genç'in yazdığına göre Avrupanın en gelişmiş ve zengini kabul edilen İngiltere ve Fransada 17/18. Yüzyıllarda nüfusun %40 fakirdir,Paris ve Londranın(nüfusları 500 000)her ikisinde Ellişer bin kişilik bir dilenci kitlesi vardır. Aynı tarihlerde(1736)İstanbulda hepsi Gayri Müslim olmak üzere 332 kişi dilencilik yapmaktadır. Bunların sadece 70i dilenecek kadar fakir olduğu için Pazar günleri kilisede dilenmelerine izin verilmiştir. Dilenenlerin İstanbul nüfusuna oranı yaklaşık 1/10000 dir. Nüfusu daha az olan Paristeki dilenenlerin oranı İstanbuldan 700 kat Avrupadaki diğer şehirlerin durumu Paristen farklı değildir. Bahse konu yüz yılda Osmanlı dünyasını gezen Batılı seyyahların tamamı hayretle dilencilerin azlığından hatta hiç rastlamadıklarından bahsetmektedirler.18.yüzyıl başlarında Anadoluyu gezen Fransız seyyah Joseph de Tournefort anılarında Türkiyede ne dilenci ne de para isteyen kimse yok, çünkü onların gereksinimleri karşılanıyor diyerek Osmanlı dünyası ile Batı arasındaki derin ve sistemik farkı açıklamaktadır.(Klasik Osmanlı Sosyal İktisadi Sistemi ve vakıflar,Mehmet Genç,Vakıflar dergisi 42-Aralık 2014)   

3-Yeni fethedilen yerlerde ahalinin devlete ısınması amacıyla yapılan vakıflar,

Osmanlı’nın kurmuş olduğu genel amaçlı vakıflardan(imaret,şifahane vb.) faydalanmak toplumun tüm sınıfları için serbest ve ücretsizdi. Orhan Bey’in İznik’te kurduğu imarette çorba dağıttığı kaynaklarda mevcuttur.

4- Vakıflar;Devletin nüfus ve lojistik desteğe ihtiyaç duyduğu doğu bölgelerinin şenletilmesi hizmetidir (Diyarbakır, Nevşehir,Karapınar,Uzunköprü gibi).

Osmanlı döneminde uygulanan vakıf şehir uygulamasına bir örnek vereceğim. Tarih ve Medeniyet Dergisinin Mayıs 1994 tarihli sayısında Doktor İlhan Şahin Vakıf şehirler konusunu incelemiş. Yazdığına göre Osmanlı devletinde önce dini ve sosyal tesislerin kurulması(cami,medrese vb.)ardından avarız vergisi muafiyeti getirilerek bazı küçük yerleşim yerleri vakıf şehir olarak kalkındırılmıştır. Bu vakıf şehirlerden birisi ilgimi çekti.

            Yazılana göre Nevşehirli Damat İbrahim Paşa memleketi Muşkara’yı vakıf şehir olarak ihya etmiştir. Ürgüp'lü olduğum için biliyorum. Büyüklerimizden Ürgüp’ün Osmanlı zamanında sancak merkezi olduğunu ve 40 tane medresesi olduğunu duyardık. Duyduklarımız kulaktan dolma bilgiler değilmiş meğer. Damat İbrahim Paşa Büyük Vezir olunca memleketi Muşkara’yı geliştirmek için vakıf şehir yaptırmış. İlk olarak Kadılık Muşkara’ya alınmış. Kadılığın Muşkara’ya alınması demek tüm devlet kurumlarının taşınması demek aynı zamanda. Muşkara’ya yerleşenler için Avarız vergisi muafiyeti neticesinde doğal olarak Muşkara Nevşehir’e dönüştü,Ürgüp ise küçüldü veya olması gerektiği kadar büyüyüp gelişemedi. Tarih ve Medeniyet dergisindeki incelemede diğer vakıf şehirler hakkında da bilgi bulunuyor. Konuyla ilgili yazıdan küçük bir alıntıya birlikte okuyalım:

(Vakıf olarak adeta yeniden kurulan bir diğer yerleşim yeri örneğine XVIII. Yüzyıl başlarında rastlıyoruz. Bu Yer günümüzdeki Nevşehir‘dir. Nevşehir’in asıl çekirdeğini, Muşkara adlı bir köy teşkil ediyordu. XVI. yüzyılda Ürgüp kazasına bağlı olan ve XVII. Yüzyılda bu durumunu koruyan Muşkara’nın talihi XVIII.yüz yıl başlarında aslen Muşkaralı olan İbrahim Paşa’nın sadrıazam olmasıyla değişmeye başladı. İbrahim Paşa doğduğu köyü unutmadı. Unutmasına da imkan yoktu;çünkü akrabaları, halen oradaydı. Bu bakımdan İbrahim Paşa önce kendi vakıf hayratı olarak köyüne cami,medrese, mekteb, imaret, çeşme ve sebil gibi devrinin dini ve sosyal tesislerini yaptırdı. Bu tesislerle köyün çehresi değişmeye başladı. Dışarıdan göçü teşvik etmek için köy halkı Avarız vergisinden muaf tutuldu. Özellikle mali gücü yerinde olan Türkmen aşiretlerinin köye gelip yerleşmesi sağlandı. Bu arada kaza merkezi lan Ürgüp’teki kadı, Muşkara’ya getirildi ve burada ikamet etmeye başladı. Durum hiç şüphesiz Ürgüplüler’le Muşkaralılar’ın arasına açtı. Ancak Muşkara köyü büyüdü ve yeni bir şehir manasına gelen Nevşehir veya Nevşehr-i Dilara adıyla anılmaya başlandı. İlhan Şahin. Tarih ve Medeniyet Mayıs 1994) 

Osmanlı vakıf müesseseleri binlerce kişiye iş vermiş,tarihin her döneminde toplumların en büyük derdi olan gelir adaletsizliğine bir çözüm bulmuş ve toplum ekonomisine çok büyük katkılarda bulunmuştur. Türk Tarih Kurumu eski başkanlarından Profesör Yusuf Halaçoğlu vakıfların Osmanlı ekonomik hayatındaki yerini şu şekilde tespit etmiş…Bu tespitlere göre,Anadolu Eyaleti’nin 1530-1540 yılları arasındaki genel gelir toplamı(19.787.960 akçe)nın %17 din ve kültür işlerine tahsis edilmiş vakıflara ait olduğu;bu gelirle,45 imaret,342 cami,1055 mescid,110 medrese,626 zaviye ve hankah,154 muallimhane,1 kalenderhane, 1mevlevihane,2 darülhuffaz,75 büyük han ve kervansarayın işletildiği ve söz konusu gelirlerden 121 müderris,2756 hatip,imam ve müezzin ile 3299 şeyh,şeyh-zade, kayyum, talebe ve mütevelli denen vakıf yöneticisine maaş verildiği anlaşılıyor…Yine tespitlerine göre Mesela Karaman eyaletinde genel gelirin %14’ü , Rum eyaletinde %15,7 si Halep ve Şam eyaletlerinde %14 ü Zülkadriye’de %5 i ve Rumeli’nde ise %%5,4-32 si vakıflara aitti. Bu gelirlerle de yukarıda bahsedilenlere benzer hizmetler gerçekleştiriliyordu. Tabi bunlar vakıfların tarım alanlarından gelen gelirleriydi. Bunun dışında vakıfların şehir içindeki mesken ve iş yerleri, nakit para ve benzeri gelir kaynakları vardı. B. Yediyıldız)

Yusuf Halaçoğlu’nun bunlara ilaveten başka tespitleri de vardır:Yine Kastamonu, Alanya, Teke, Hamid ve Karahisar-ı Sahip sancaklarından oluşan Anadolu Eyaleti’nde 1530-1540 seneleri arasında toplam 79.784.960 akça olan gelirin %17 si yani 13. 641.684 akçası vakıfların geliri olarak görülmektedir. Bulgaristan’da ise 3339 Türk vakfı bulunduğu ve bunlardan 2356 sının cami ve mescid,142 sinin medrese, 273 ünün mektep,174 ünün tekke ve zaviye,42 sinin imaret,24 ünün köprü,16 sının kervansaray, diğerlerinin de hamam,türbe,çeşme,sebil,kütüphane  gibi hayır eserleri olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. XVIII. asırda ise bugünkü Türkiye sınırları içinde,Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinden tespit edilebildiğine göre 6000 vakıf bulunmaktaydı. Yusuf Halaçoğlu, Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı.

Y. Halaçoğlu 1500’lü yıllarda vakıf arazilerinin diğer araziler ve genel bütçedeki yerini şu şekilde tespit ediyor.(Osmanlı Devletinde XVI. Asır başlarında(1500’lü yıllar),toprakların 3/5ü dirlik sahiplerinin elinde bulunmakta olup 1/5i doğrudan doğruya devlete bağlı padişah haslarından,1/5 i de vakıf topraklardan teşekkül etmekteydi. Öte yandan 1527-28 senesi Osmanlı bütçesinde 537.9 milyon akçe olan gelirin %51 i merkezi bütçeye,%37 si mahalli idareler bütçesine % 12si vakıflar bütçesine aitti. Vakıflara ait % 12 lik bölüm 60.5 milyon akçe tutmaktaydı ki bu meblağa vakıf binalardan,paralardan ve vakıfların diğer gelir kaynaklarından elde edilenler dahil değildi. XVIII.yüz yılda ise Türk vakıflarının gelir yekunu 1.163.167 akça olarak tahmin edilmektedir…Yusuf Halaçoğlu a.g.e.)

1999 yılında Osmanlı Devletinin 700.kuruluş yılında basılan 12 cilt olarak basılan Osmanlı Devletinde vakıfların toplumun ekonomik hayatına olan katkısı unutulmamış:Alpay Bizbirlik Osmanlı’nın 5 cildindeki makalesinde Diyarbekir Beylerbeyliği vakıflarını anlatıyor: Vakıfların bulundukları bölge ekonomisine katkıları bunlarla sınırlı değildir....Diyarbekir eyaletinde bulunan vakıflarda 1.371 kişi görev yapmaktadır. Bu insanlar vakıfların bulundukları şehirlerde ihtiyaçlarını karşıladıkları için aldıkları yevmiye de bölge ekonomisinde canlılık kaynaklarından birini oluşturuyordu. Çalışan her kişi kişinin bir aileyi temsil ettiği ve bir ailenin de 5 kişi olduğu varsayılırsa 6855 kişi vakıf ödenekleri ile geçimini sağlamaktadır. Bu rakamda XVI. Yüz yıl ölçülerinde orta büyüklükte bir belde nüfusuna eşittir. Alpay Bizbirlik,Osmanlı c 5) 

 

 

( Vakıf Müüessesesinin Toplumsal Faydaları başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 7.08.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu