VAKIF MÜESSESESİNİN TOPLUMSAL FAYDALARI
1.Yöneticilerin yaptıkları
vakıflar yönetilenlerle aralarında bir bağlantı oluşturması sebebiyle
meşruiyetin kuvvetlenmesine sebep olmaktadır.
Fakirlere
ücretsiz yemek verilen İmaretlerin ilki Orhan Bey zamanında,1330’lu yıllarda
İznik’te vakıf olarak kurulmuştur. Sultan böyle hayratlar yapmaya başlayınca
zengin hayırseverler de imaret kurmaya başlamışlardır: İmaretler:Osmanlı
sosyal adaletinin bir numunesi olan imaretler ülkedeki aç insanların
doyurulması gibi bir fonksiyonu yerine getirmekteydi…Öyle ki XVI yüzyılda
Anadolu eyaletinde 45,Amasya,Çorum,Trabzon ve Malatya sancaklarından
teşekkül eden Rum Eyaletinde 10,Rumeli Eyaletinin Trakya ve Makedonya
bölümünde 25,İstanbul’da ise 20 kadar imaret bulunmaktaydı. Yusuf
Halaçoğlu, Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı)
2. Varlıklı kimselerin
kurdukları vakıflar toplumdaki sosyal katmanlar arasındaki farklılığı
azalttığından sınıfsal münafereti (Birbirinden kaçıp nefret
etmek, karşılıklı huzursuzluk) düşürüp toplumsal barışa yardımcı olurlar,
Herkesin malumudur ki dilencilik bir
ülkenin/bölgenin ekonomik durum göstergelerinden biridir. Geçimini sağlamak
için dilenmek zorunda kalan insanların sayısı aynı zamanda ülkelerin içinde bulunduğu
ekonomik durumu gösterdiği gibi insanlar arasında yardımlaşma duygusu ve sosyal
kurumların etkinliğinin de göstergesi sayılabilir. Günümüz toplumlarının en
büyük sosyoekonomik sorunlarından birisi de hiç şüphesiz ki dilenciliktir.
Alışkanlık veya fakirlik dışında başka sebeplerle dilenenler mutlaka vardır ama
fakirliğin engellenmesi yönünde yapılacak çalışmalar fakirlik dışında
sebeplerle dilenmeyi alışkanlık haline getirenleri engelleyebilir. Vakıflar
Osmanlı toplumunda fakirleri,ihtiyaç sahiplerini gözetmek gibi büyük bir
toplumsal görevi de yerine getirmişlerdir. Bir toplumda refah asgari seviyede
herkes tarafından paylaşılmazsa sonu isyanlara gider ki dünya tarihi bu tür
isyanlarla doludur. Anadolu Türk İslam tarihinin belki de en büyük isyanı olan
Babailer isyanı tarihçilerimizin ittifakıyla sosyoekonomik temelli bir
isyandır.
Dinimizin
farzlarından olan Zekat ve kuvvetle tavsiye edilen infak (sadaka) fakirlere
verilen en büyük haklardandır. Kuran-ı Kerim’de şöyle emredilmektedir: "Zekatlar; ancak, yoksulların, miskinlerin, zekat tahsili işinde
çalışanların, kalpleri İslam'a ısındırılmak istenenlerin, kölelerin,
borçluların, Allah yolunda cihad edenlerin ve yolcuların hakkıdır. Bu, Allah
tarafından farz kılınmıştır" (et-Tevbe, 9/60).
Osmanlı sadaka taşı uygulamasıyla insanları rencide
etmeden para vermenin yolunu bulmuştur. Bu konuda Osmanlı’nın en çok dikkate
aldığı ayetler şunlar olmalıdır: ”Eğer sadakaları (zekat ve
benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne ala! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz,
işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı
örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir. Bakara :271 (Yapacağınız hayırlar,)
kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan
fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin
zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek
istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir. Bakara:273
Mehmet
Genç Klasik Osmanlı Sosyal İktisadi Sistemi ve vakıflar
isimli çalışmasında Vakıfların
Osmanlı toplumunda refahı herkese ulaştırma başarısını anlatıyor. M. Genç'in
yazdığına göre Avrupa’nın en gelişmiş ve zengini
kabul edilen İngiltere ve Fransa’da
17/18. Yüzyıllarda nüfusun %40 fakirdir,Paris ve Londra’nın(nüfusları 500 000)her ikisinde Ellişer bin kişilik bir dilenci
kitlesi vardır. Aynı tarihlerde(1736)İstanbul’da
hepsi Gayri Müslim olmak üzere 332 kişi dilencilik yapmaktadır. Bunların sadece
70’i dilenecek kadar fakir olduğu için Pazar günleri kilisede
dilenmelerine izin verilmiştir. Dilenenlerin İstanbul nüfusuna oranı yaklaşık
1/10000 dir. Nüfusu daha az olan Paris’teki
dilenenlerin oranı İstanbul’dan
700 kat Avrupa’daki diğer şehirlerin durumu
Paris’ten farklı değildir. Bahse konu yüz yılda Osmanlı dünyasını gezen
Batılı seyyahların tamamı hayretle dilencilerin azlığından hatta hiç
rastlamadıklarından bahsetmektedirler.18.yüzyıl başlarında Anadolu’yu gezen Fransız seyyah Joseph de Tournefort anılarında Türkiye’de ne dilenci ne de para isteyen kimse yok, çünkü onların
gereksinimleri karşılanıyor diyerek Osmanlı dünyası ile Batı
arasındaki derin ve sistemik farkı açıklamaktadır.(Klasik Osmanlı Sosyal İktisadi Sistemi
ve vakıflar,Mehmet Genç,Vakıflar dergisi 42-Aralık 2014)
3-Yeni fethedilen yerlerde
ahalinin devlete ısınması amacıyla yapılan vakıflar,
Osmanlı’nın
kurmuş olduğu genel amaçlı vakıflardan(imaret,şifahane vb.) faydalanmak
toplumun tüm sınıfları için serbest ve ücretsizdi. Orhan Bey’in İznik’te
kurduğu imarette çorba dağıttığı kaynaklarda mevcuttur.
4- Vakıflar;Devletin nüfus ve
lojistik desteğe ihtiyaç duyduğu doğu bölgelerinin şenletilmesi hizmetidir
(Diyarbakır, Nevşehir,Karapınar,Uzunköprü gibi).
Osmanlı
döneminde uygulanan vakıf şehir uygulamasına bir örnek vereceğim. Tarih ve Medeniyet Dergisinin Mayıs 1994 tarihli
sayısında Doktor İlhan Şahin Vakıf şehirler konusunu incelemiş. Yazdığına göre Osmanlı devletinde önce dini ve
sosyal tesislerin kurulması(cami,medrese vb.)ardından avarız vergisi muafiyeti
getirilerek bazı küçük yerleşim yerleri vakıf şehir olarak kalkındırılmıştır.
Bu vakıf şehirlerden birisi ilgimi çekti.
Yazılana
göre Nevşehirli Damat İbrahim Paşa memleketi Muşkara’yı vakıf şehir olarak ihya
etmiştir. Ürgüp'lü olduğum için biliyorum. Büyüklerimizden Ürgüp’ün Osmanlı zamanında
sancak merkezi olduğunu ve 40 tane medresesi olduğunu duyardık. Duyduklarımız
kulaktan dolma bilgiler değilmiş meğer. Damat İbrahim Paşa Büyük Vezir olunca
memleketi Muşkara’yı geliştirmek için vakıf şehir yaptırmış. İlk olarak Kadılık
Muşkara’ya alınmış. Kadılığın Muşkara’ya alınması demek tüm devlet kurumlarının
taşınması demek aynı zamanda. Muşkara’ya yerleşenler için Avarız vergisi
muafiyeti neticesinde doğal olarak Muşkara Nevşehir’e dönüştü,Ürgüp ise küçüldü
veya olması gerektiği kadar büyüyüp gelişemedi. Tarih ve Medeniyet dergisindeki
incelemede diğer vakıf şehirler hakkında da bilgi bulunuyor. Konuyla ilgili
yazıdan küçük bir alıntıya birlikte okuyalım:
(Vakıf olarak adeta yeniden
kurulan bir diğer yerleşim yeri örneğine XVIII. Yüzyıl başlarında rastlıyoruz.
Bu Yer günümüzdeki Nevşehir‘dir. Nevşehir’in asıl çekirdeğini, Muşkara adlı bir
köy teşkil ediyordu. XVI. yüzyılda Ürgüp kazasına bağlı olan ve XVII. Yüzyılda
bu durumunu koruyan Muşkara’nın talihi XVIII.yüz yıl başlarında aslen Muşkaralı
olan İbrahim Paşa’nın sadrıazam olmasıyla değişmeye başladı. İbrahim Paşa
doğduğu köyü unutmadı. Unutmasına da imkan yoktu;çünkü akrabaları, halen
oradaydı. Bu bakımdan İbrahim Paşa önce kendi vakıf hayratı olarak köyüne
cami,medrese, mekteb, imaret, çeşme ve sebil gibi devrinin dini ve sosyal
tesislerini yaptırdı. Bu tesislerle köyün çehresi değişmeye başladı. Dışarıdan
göçü teşvik etmek için köy halkı Avarız vergisinden muaf tutuldu. Özellikle
mali gücü yerinde olan Türkmen aşiretlerinin köye gelip yerleşmesi sağlandı. Bu
arada kaza merkezi lan Ürgüp’teki kadı, Muşkara’ya getirildi ve burada ikamet
etmeye başladı. Durum hiç şüphesiz Ürgüplüler’le Muşkaralılar’ın arasına açtı.
Ancak Muşkara köyü büyüdü ve yeni bir şehir manasına gelen Nevşehir veya Nevşehr-i
Dilara adıyla anılmaya başlandı. İlhan Şahin. Tarih ve Medeniyet Mayıs
1994)
Osmanlı
vakıf müesseseleri binlerce kişiye iş vermiş,tarihin her döneminde toplumların
en büyük derdi olan gelir adaletsizliğine bir çözüm bulmuş ve toplum
ekonomisine çok büyük katkılarda bulunmuştur. Türk Tarih Kurumu eski
başkanlarından Profesör Yusuf Halaçoğlu vakıfların Osmanlı ekonomik hayatındaki
yerini şu şekilde tespit etmiş…Bu tespitlere göre,Anadolu
Eyaleti’nin 1530-1540 yılları arasındaki genel gelir toplamı(19.787.960
akçe)nın %17 din ve kültür işlerine tahsis edilmiş vakıflara ait olduğu;bu
gelirle,45 imaret,342 cami,1055 mescid,110 medrese,626
zaviye ve hankah,154 muallimhane,1 kalenderhane, 1mevlevihane,2
darülhuffaz,75 büyük han ve kervansarayın işletildiği ve söz konusu
gelirlerden 121 müderris,2756 hatip,imam ve müezzin ile
3299 şeyh,şeyh-zade, kayyum, talebe ve mütevelli denen vakıf
yöneticisine maaş verildiği anlaşılıyor…Yine tespitlerine göre Mesela
Karaman eyaletinde genel gelirin %14’ü , Rum eyaletinde %15,7 si Halep ve Şam
eyaletlerinde %14 ü Zülkadriye’de %5 i ve Rumeli’nde ise %%5,4-32 si vakıflara
aitti. Bu gelirlerle de yukarıda bahsedilenlere benzer hizmetler
gerçekleştiriliyordu. Tabi bunlar vakıfların tarım alanlarından gelen
gelirleriydi. Bunun dışında vakıfların şehir içindeki mesken ve iş yerleri,
nakit para ve benzeri gelir kaynakları vardı. B. Yediyıldız)
Yusuf
Halaçoğlu’nun bunlara ilaveten başka tespitleri de vardır:Yine Kastamonu, Alanya, Teke, Hamid ve
Karahisar-ı Sahip sancaklarından oluşan Anadolu Eyaleti’nde 1530-1540 seneleri
arasında toplam 79.784.960 akça olan gelirin %17 si yani 13. 641.684
akçası vakıfların geliri olarak görülmektedir. Bulgaristan’da ise 3339 Türk
vakfı bulunduğu ve bunlardan 2356 sının cami ve mescid,142 sinin
medrese, 273 ünün mektep,174 ünün tekke ve zaviye,42 sinin
imaret,24 ünün köprü,16 sının kervansaray, diğerlerinin de
hamam,türbe,çeşme,sebil,kütüphane gibi
hayır eserleri olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. XVIII. asırda ise bugünkü
Türkiye sınırları içinde,Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinden tespit
edilebildiğine göre 6000 vakıf bulunmaktaydı. Yusuf Halaçoğlu, Osmanlılarda Devlet
Teşkilatı ve Sosyal Yapı.
Y. Halaçoğlu 1500’lü yıllarda vakıf
arazilerinin diğer araziler ve genel bütçedeki yerini şu şekilde tespit
ediyor.(Osmanlı Devletinde XVI. Asır başlarında(1500’lü yıllar),toprakların
3/5ü dirlik sahiplerinin elinde bulunmakta olup 1/5i doğrudan doğruya devlete
bağlı padişah haslarından,1/5 i de vakıf topraklardan teşekkül etmekteydi. Öte
yandan 1527-28 senesi Osmanlı bütçesinde 537.9 milyon akçe olan gelirin %51
i merkezi bütçeye,%37 si mahalli idareler
bütçesine % 12si vakıflar bütçesine aitti. Vakıflara ait % 12 lik bölüm 60.5 milyon akçe tutmaktaydı
ki bu meblağa vakıf binalardan,paralardan ve vakıfların diğer gelir
kaynaklarından elde edilenler dahil değildi. XVIII.yüz yılda ise Türk
vakıflarının gelir yekunu 1.163.167 akça olarak tahmin edilmektedir…Yusuf
Halaçoğlu a.g.e.)
1999
yılında Osmanlı Devletinin 700.kuruluş yılında basılan 12 cilt olarak basılan Osmanlı
Devletinde vakıfların toplumun ekonomik hayatına olan katkısı unutulmamış:Alpay
Bizbirlik Osmanlı’nın 5 cildindeki makalesinde Diyarbekir Beylerbeyliği
vakıflarını anlatıyor: Vakıfların
bulundukları bölge ekonomisine katkıları bunlarla sınırlı değildir....Diyarbekir
eyaletinde bulunan vakıflarda 1.371 kişi görev yapmaktadır. Bu insanlar
vakıfların bulundukları şehirlerde ihtiyaçlarını karşıladıkları için aldıkları
yevmiye de bölge ekonomisinde canlılık kaynaklarından birini oluşturuyordu.
Çalışan her kişi kişinin bir aileyi temsil ettiği ve bir ailenin de 5 kişi
olduğu varsayılırsa 6855 kişi vakıf ödenekleri ile geçimini
sağlamaktadır. Bu rakamda XVI. Yüz yıl ölçülerinde orta büyüklükte bir belde
nüfusuna eşittir. Alpay Bizbirlik,Osmanlı c 5)