
Göğün iniltisine karıştı hurafeler ve
beş karış uzadı boyu yorgunluğun öyle ki gölgelerden alıp da nasibini kucakladı
devasa laneti göğün minderi iken akışkan bulut; rahmetin de özünde saklıydı
ümit.
Kordan vaveyla ve tökezleyen yalın
ruhu ifrata kaçan hazandan bile alacaklıydı beşer yine de temsil etti
yüreğindeki zafiyeti.
Tılsımlı renkler azat etti gök
kuşağını ve kırklandı sevgi belki de minnet ehli bir seyirciydi özlem, aşkın
tadı damağında kalan bir buse belki de kondukça alnına masumiyetin isli bulvarlar
bu kesti ve şehir mevsimin matemine teslim oldu.
Yorgun ruhların da dinlencesiydi her
gölge ve mağdur gözyaşı esir alıp da sefasını yüreğin koz verdi melekler
insanın elinde yeniden biçimlenecek huzura biat kök saldı zemine.
Aşkın fıtratına uygun bir zemin
aslında olmakla ölmek arasında gidip gelen arzular.
Hizaya gelen yüreğin müridi
duygulardan sarkan salkım saçak ve nöbet tutan taziyesi günün geceye
devrederken hüznünü illa ki çelme takacaklardı aşkın mabedine.
Kadınsal bir içgüdü ve sefere çıkıp
da günün ikbalini gecede saklı tutan.
Yorgunluğun feri illa ki sönmüyordu
ve mimoza düşler sıfatları mimledi ve sarıya döndü ruhun penceresi.
Zabıtlara geçmişti aşk.
Boyunu geçmişti hüzün.
Mevsimsel bir hükümle geceye şerh
düşmüştü Tanrı.
Yolunu g/özledikçe ölüme çanak tutan
bir hayatı mimledi sonra da ve gazabın alt yazısını mimledi sözcükler.
Bir buluta imrenendi coşkusu ölümün
ve şah beyitler ısrarla asıldı dizginlere.
Zamanın unuttuğu her yenilgide ihbar
etmeyi de görev bildi kader ve sumağı günün elbette gönlün surlarında uzanan
sefil heceler.
Bebeksi teninde ihanetin bir kadından
ziyade erkek özentisi her sıfat aslında düşkünlüğü ile özlemin de çeperinde
varsıl bir hikmet saklıydı.
Tüneyendi sözcüsü ruhun ve küreyen
her fasılada bilinmezin kök söktürdüğü.
Bir ihaneti ihbar edecekti Tanrıya
aslında ihanet edecekti yargıya aslında dokunulmazlığında ömrün süt liman
gölgelerden medet umacaktı.
Hikmetin dürtüsü ile geceye şevk
veren.
Aşkın illet acısıyla güne damga
vuran.
Sudan sebepler.
Serden ibaret ömrü sırlarla süsleyen.
Kayrasında yenilginin doğasına
çemkiren bir canlıdan ötesi var mıydı peki ve çakıl taşlarında kesilen
ayağından damlayan kanın abdestini bozup da güzelliklerin yüklendiği her satırı
yaftalayan bir meziyet ile.
İklim sefasını sürüyordu tıpkı Ekrem
gibi cefasını da saklı tutuyordu ceketinin iç cebinde.
Aşkla yıkanmış ruhların uzağında
yüreğinde kök salmıştı haris duygular ve elzem olana değil içinden gelene
odaklıydı.
Nöbet tuttuğu geceler geldi aklına ve
de nöbet geçiren hastalar.
Yandıkça vücudu havale geçirmeye
saniyeler kala ruhunu teslim eden çocuklar ve bebeksi teninde ölümün bir gizi
daha sonlandıran bir hadis gibi içinde tekerrür eden sefil gölgelerle de
sohbete oturduğu elbette kozasından ayrı düşüp fermuarını da açmışken acıların.
Sirayet eden her gölge günün
dokusunda uhrevi bir coşku salıyordu ve mesleğinden başka bir kaygısı olmayan
bir gölgeden başka bir şey de değildi elbette izdivacına talip bir ön yargıyı
dışlayıp da içindeki hezimeti sonlandırmak adına pabuç pahalı olsa da ön
yargıları silip adımlarken ömrü soyut bir rahlede sinmişliğin rükûu ile
cezbedici yüreğinde güller açmasına çeyrek kala.
Bir esaret iken sonlanmasını gereken…
ne gam.
Bir sözcükse iğfal edilen… akla
zarar.
İnzivaya çekilmiş ömrün de derdi
tasası şarkılarda közlenmiş notaların ihbar ettiği bir suskunluk belki de.
İtibar görmekle inkâr etmek arasında
çelişkili bir suskunluk belki de infilak öncesi o tedirginlik…
Geçit vermesine de gerek yoktu hani
gecenin ve türevi karanlık beyitlerin gizemine serilen de ehli keyif bir
hürmet, coşkunun sonlanmadığı ve aşkın akıllanmadığı.
Hücresinden ayrı düşen bir düş gibi
belki de başı önüne düşen bir ölü gibi sıradanlığın künyesinde sıra dışı olmayı
özümseyen bir imgeye de geçme hakkı tanıyan
trafik polisi gibi gölgelerin inkarında aydınlık yüklenmenin de bir
meziyet olduğu.
Havada uçuşan soru ekleri ve kaynağı
belirsiz hüzün nöbetleri.
Elinin tersiyle itti çay bardağını ve
içindeki yetimin gözyaşlarını sildi ne de olsa az evvel gelmişti morga
götürdüğü kaçıncı hasta olduğunu hatırlayamazken ne de olsa künyesinde
seferberlik ilan etmişti neşriyat ve sıra dışı mevsimden de almıştı payını.
Hastane koğuşunda son gecesiydi ve
nöbeti biter bitmez ömürlük vardiyası da sonlanacaktı.
Her ne hikmetse izafi bir tutanakta
saklıydı gece şerit değiştiren bunca hastanın yatağını yapıp da yeni gelecek
hastalara sıra tanındığı artık kaderin kaçınılmaz cilvesi iken: iyi de evdeki
nöbeti ne zaman sonlanacaktı bir de morga kaldırdığı her hastanın üzerinden
alıp da cebine tıkladıkları: sahi kaç saat, kaç altın bilezik ve kaç yüzüktü
üstelik aldırmadan hastanın gözlerindeki yaşlara nasıl da aşırmaya alışmıştı
üstelik mesleğine icra etmeye başladığı ilk günden bu yana.
Aklı düne gitti ve ona akıl veren
kıdemli hastabakıcıya.
Bir gece tam giyinmiş de evin yolunu
tutacakken şahit olmuştu ve de inanamamıştı gözlerine:
‘’Hey, Bahri Efendi hayırdır?’’
Kötü kötü bakmıştı hain adam ve
gözlerini devirip de nasıl tembihlemişti:
‘’Aklını kullanırsan doktorlardan
fazla olur gelirin.’’
Sahi ne diyordu bu adam?
‘’Gördüğüme inanamıyorum, ağabey. Ne
yani ölüleri mi soyuyorsun sen üstelik sana emanet edilmişken her biri?’’
Bir açıklaması illa ki vardı ve
ilişti yanına:
‘’Al şu iki cumhuriyet altınını.
Yaşadığı kadar yaşamış şimdi sıra bizde.’’
‘’Buna göz yumamam asla.’’
‘’Ama ben sana göz yumdum.’’
Ne demek istiyordu şimdi bu adam? Ne
yani sürgüsünü koyarken o felçli kadının biraz canını yaktıysa bu mu şimdi
başına dert olacaktı?
‘’Onlar bize muhtaç ve biz de
onlara.’’
Zar zor bulmuştu bu işi eniştesinin
yardımıyla bir şekilde kadroya alınmıştı ne yani biraz şiddet uygulamışsa
bundan dolayı mı işinden olacaktı?
‘’Aklını kullan kardeş ve sağlık
sektöründe de itibar kazan yeri geldi mi doktorlardan daha muktediriz hasta
haklarına. Hem sana işin inceliklerini öğreteceğim hem de ortak olacağız.
İstediğin kadar namusunla çalış bil ki ay sonu gelmeden maaşın tükenecek ve
sonrasını düşün.’’
İlk önce kabul etmese de etraflıca
düşünüp kabul etmeye razı gelmişti. Öyle ya vücudu iflas etmiş bir hastanın
fişini çektikten sonra gömülürken iki üç kayıp eşyası olsa kim fark edecekti ki
hele yaslı ailesi acı içinde kıvranırken üstüne üstük paraya boğarlardı en ufak
acısını dindirmiş olması adına o vefalı hasta bakıcıyı.
Ufaktan alışmaya da başlamıştı hani
üstelik işe başladığından çok kısa süre sonra bayağı da sefasını sürüyordu
tıpkı öğretildiği gibi.
Biraz kassa da kendini başlarda gerçi
vicdanı bir türlü rahat edememişti ama eşinin dırdırı sonlanmış ve evde
bakımını üstlendiği babası daha iyi şartlarda yaşamaya başlamıştı yine de
sindiremediği çok şey vardı bir türlü tövbe etmeye yeltenmediği.
Aldığı maaşın kaç katıydı hastalardan
yürüttüğü ve devamı da geliyordu.
Neresinden baksan emekli olduğu güne
kadar sağlama aldı geleceğini ve artık feraha çıkacağı günün beklentisi ile son
gecesini geçiriyordu hastane koğuşunda.
Bir bardak çay daha içecek sonra da
pılısını pırtısının toplayıp evin yolunu tutacaktı üstelik babasına daha iyi
şartlarda bakacağına da emin, en azından babası son günlerini konforlu
geçirecekti ve Hakkın rahmetine kavuşsa bile içi rahattı babasını el üstünde
tuttuğu için ve tüm birikimini de evdeki kasada saklıyordu üstelik evdekilerin
haberi olmadan bayağı da yatırım yapmıştı hastalardan çalıp çırptığı ne varsa
yekûn olarak kim bilir kar dönüm arsaya denk düşerdi sonra da köyüne dönüp
paşalar gibi yaşayacaktı.
Ve işte tüm vicdan azabını
gideriyordu ne zamanki aklına bunlar gelse ve iç rahatlığıyla da uyuyordu en
azından iyi bir evlat olduğunu biliyordu Tanrı.
Yoğun bakımdan gelen çağrıya
odaklandı demek ki az evvel acile gelen hasta bu dünyadaki görevini
tamamlamıştı ve işte son bir vurgun yapacak sonra da evin yolunu tutacaktı.
Her yer pislik içindeydi demek ki
bayağı can çekişmişti bu son gelen hasta. Kim bilir neyin nesiydi de aldığı
bedduaların hakkını vermişti.
‘’Biraz elini çabuk tut Ekrem Efendi.
Görünen o ki; hiç de itibar etmemiş ailesi hastasına baksana şuna her yeri yara
ve pislik içinde üstelik acilin kapısına bırakmış şerefsizler. Hayırdır Ekrem
Efendi?’’
‘’Yok bir şey hocam. Babam geldi de
aklıma hem hanımla nasıl ihtimam ederiz babama gerçi altına sık sık kaçırıyor
ama.’’
‘’Sen de emekli olduktan sonra daha
fazla ilgilenirsin babanla. Şanslı adam senin gibi bir oğlu olduğu için. Hadi
ortalığı temizle sonra da emekliliğin keyfini çıkarmak adına evinin yolunu tut.
Gerçi kaydını yapmadı nöbetçi hemşire ama. Al da şu adamın nüfus cüzdanını
kayda geçsinler ölü adamı. Zavallı adam demek ki kimi kimsesi yokmuş. Herkes
senin gibi mi ama?’’
‘’Mademki kimi kimsesi yokmuş…’’
‘’E, ne olmuş?’’
‘’Hiç öylesine dedim.’’
Gece mi ağır basmıştı üstüne mi
ağırlık çökmüştü sahi?
Sözcükler debeleniyordu işte tıpkı iç
sesi vızıldarken tüm dış seslere de kapalıydı ruhu ve işte terk edilmiş bir
hasta kim bilir nasıl bir ganimetti üstünden çıkacak üstelik kimsenin de
umurunda olmazken…
Yere düşen bir fotoğraf üstelik ters
çevrilmiş… rahatsız olması nasıl da gereksizdi üstelik alışkanlık edinmemiş
miydi her hastayı soyup soğana çevirmeyi?
Çöken bu ağır hava ama alışık olduğu
bir atmosferde onu nefes almaktan alıkoyan ne olabilirdi ki?
Akla hala resimdeydi yoksa düştüğü bu
çukurda son işini yaparken onu alt etmiş bir mağduriyet miydi ölümün öfkesi ile
ihtiras yüklü hayatında onu ne alaşağı edebilirdi ki?
Önce yerden resmi alacak ve yanına
iliştirecekti ölü adamın sonra da nesi var nesi yok indirecekti cebe belli ki
adam en yakın zamanda kimsesizler mezarlığına defnedilirdi. Ve yine aklına
düştü babası: şanslı babası ve ona nasıl da bebekler gibi bakacaktı o geceden
itibaren.
‘’Şu resim neden takılıyor ki aklıma?
Ne yani gidip haber mi vermem gerekiyor kimse yakını gidip de yüzlerine mi
haykıracağım neden hastanıza iyi bakmadınız diye?’’
Eğilip yerden tam alacakken resmi ilk
ve son kez tövbe etti bir ömür yaptığı bu ahlaksızlığı affetsin diye Tanrı ve…
Hastane onun çığlıkları ile çınladı:
‘’Baba…’’