6 Kasım 2018
Sakarya Gecesinde Bir Çığlık
H. Çiğdem Deniz
Günlerdir uyku problemi yaşıyorum; yaşamasına da, bu gece pek bir farklı. İçimde ifadesi güç olan duyguları adlandıramıyorum. Saatin tik tak sesi yatak odasında yankılanıyor ve daldığım derin düşüncelerin içindeyken bile hissedebiliyorum. Zaman, adeta “Gün doğsun bir an önce,” diye dört nala koşuyor ama nafile. İnsanın eli kolu bağlıysa ne olacaktı ki? Gün ışısaydı bile…
Üstüne üstlük, stresin de etkisini artırdığını düşündüğüm kesik kesik öksürük krizleri tutuyor. Reflünün neden olduğu, kronikleşen bu hâl çareler aramaya itiyor beni. Yastık ilavesi yapıp bir nebze engel oluyorum bu rahatsız duruma. Bir o yana dönüyorum, bir bu yana… Ayaklarım alev gibi; yorganın içinden çıkarıp biraz ferahlıyorum. Lakin yine de sıkıntıdan yere göğe sığamıyorum. Yatak batıyor, yeniden kalkıyorum ve evin içinde ne yapacağımı bilmeden dolap beygiri gibi dolaşıyorum.
Sonra, içimdeki tarifsiz yangını söndürmek için mutfağa koşuyorum. “Su kurbası” deyimi beni tanımlıyor ama bu yangın bir başka. Oğlumun, on kiloluk damacanaları taşımaktan bezdiği bir anda dilinden dökülen sözler ailemizin gündemine oturdu bile. Evet, kabul ediyorum, sünger gibi su tüketiyorum. Eh, sonrasını siz düşünün: helâyla aramızdaki vazgeçilmez dostane ilişkiyi…
Neyse, tıpış tıpış tekrar yatağıma dönüyorum. Yorgun vücudum yavaşça teslim oluyor uykuya. Huzursuz hâlim rüyalara bile hâkim oluyor. Işık hızıyla yanımdan geçen bir kadın, telefonda görüştüğü kişiye hararetle “Beni topuğumdan vuracakmış,” diyor. Kim, nasıl, neden sana zarar vermek istiyor? Aynı sahne durmadan tekrarlanıyor, defalarca. Ya ben ne yapıyorum? Ardıma bakmadan devam ediyorum yoluma. “Suçlusun!” diye haykırıyor karanlığın içinden bir ses. “Engel olabilirdin! Suçlusun, suçlusun!”
Haykırıyorum; kendimi haklı çıkarmak istercesine: Ne yapabilirdim? Yoldan geçen, hiç tanımadığım bir kadının konuşmasına şahit olmam mı suçtu? Durdurup “Affedersiniz, size kulak misafiri oldum; sizi kim vuracak?” desem tavrı ne olurdu? “Sana ne be kadın, git işine!” demez miydi? Yoksa durup “Hadi gelin, size olan biten her şeyi anlatayım,” mı derdi? Off Allah’ım! Nasıl bir kâbus bu? Uyanmalıyım…
Kara bir bulut gibi üstümde uçuşan kuşlar da nereden çıktı? Kent meydanında her geçişimde tek bir ağaca tüneyip hep bir ağızdan şarkı söyleyen o kuşlar da mı şahit olmuştu benim duyduklarıma? Niye böyle telaşlılar? Niye neşelerinden eser yok? Sanki onlar da çıkış yolu arıyor kendi aralarında, tıpkı benim gibi. En azından telefonun diğer ucundaki meçhul kişi vardı, değil mi ya? Hararetle derdini anlattığı kişi kimse, olayları biliyordu; bir çözüm üretir, yardımda bulunabilirdi.
Polise başvurmuş mudur acaba? Yok canım! İstese ne olacak? Eli boş, yine kendi bilinmezliğine gönderilir diğer kadınlar gibi. Niye bu düşünce şimdi? Yine karamsarım… Off Allah’ım, off… Bizleri korumakla görevli olan polis, birçok kez göz yummamış mıydı kadın cinayetlerine? Gazetelerde, televizyonlarda… Bu canice işlenmiş suçların sonu gelmiyor; adalet de sıfır hızda işliyordu. Normal bir olaymış gibi hayata devam etmiyor muyduk her birimiz? İşte, içimdeki yargı merkezi alarm veriyor: “Sen de dönüp arkana bakmadan gittin işte. Gittin!”
Daha yakın zamanda öldürülmemiş miydi bir kadın? Ya da dövülmemiş miydi, bütün kemiklerini kırarcasına? Bu yüzden sığınma evine başvurmamış mıydı zavallı? Yok yok, cinsiyeti bir kenara bırakalım: İnsanlar şiddet görüyor ve öldürülüyorlardı. Çocuklar… En korumasız, en çaresizleri değil miydi?
Maskeler ardına saklanmış suretler birer birer haykırıyor: “Kim bilir ne yaptı da hak etti! Melek suratının ardında şeytan var; sen görmüyorsun! Bu kadın için mi bu olanca üzüntün? Ne çoraplar ördü bu zilli, sen bilmezsin!” Yeter! Yeter, susun! Duymak istemiyorum sizi. Hiçbir varlık bu şiddeti hak etmiyor. Bir nebze insanlık kalmadı mı içinizde? Güçsüz insanların sığındıkları bahaneleri duymak dahi istemiyorum.
Evet, bu korku ve endişeden başka bir şey değil. Bir rastlantı diyebilir miyim? Yok, hayır. Bu, hayatın bir cilvesi olsa gerek. Hiç tanımadığım bir kadın için çaresizlik içinde çırpınıyorum habire.
Adapazarı’nda Kadınlar
Kadınlar var
Adapazarı’nda,
Yufka yürekli,
Sular kadar berrak,
Doyumsuz tatlı dilli,
Elleri kınalı cefakâr gelinler…
Doğurgan şehirler gibi,
Göğsündeki sütü bereketli,
Yanağı gamzeli,
Gözleri sürmeli,
Entarisi atlastan,
Tiril tiril,
Mavi saçlı afet-i âsumân
dersin sanki o kadınlar.
Her yaştan,
Her ırktan…
Parça pinçik umutları,
Zarar ziyan,
Boyutsuz dünyaları…
Sadece ve sadece
iki karış toprak ya aradıkları,
bir telaş koştukları,
yamalı sevdaları,
birbirinden farklı sonları,
güç bela adımladıkları
akıbeti bilinmez yolları var
dersin,
ve susar o kadınlar.
Paytak yürüyüşlü bebek,
Saçı uzun, aklı kısa,
Eksik etek,
Cennetteki melek,
Cehennemdeki şeytan…
O pay biçilen rolde
Adapazarı’nda
vurulacak insanlık,
vurulacak topuğundan.
Ümmü/Han…
Kurşun har,
Dudağında kor,
Düşecek bir kuru yaprak
dalından dersin;
boynu kıldan ince o kadınlar.
(
Sakarya Gecesinde Bir Çığlık başlıklı yazı
çitlembik tarafından
6.11.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.