Koronun Sırrı: Önde Olmak mı, Olgunluk mu?
10 Kasım 2025
H. Çiğdem Deniz
Koroya ilk geldiğim yıllarda en arkada oturmam gerektiğini bilir, kimseyi rahatsız etmemek için sessizce arka sıralara geçerdim. İçimde hem heyecan hem de çekingen bir saygı olurdu. Yeni bir topluluğa karışırken insan, sesinden çok kabul görüp görmeyeceğini düşünür. Arka sıra, o yıllar benim için hem bir nezaket hem de kendimi tanıma alanıydı.
Zamanla anladım ki korolarda bir sandalye yalnızca oturulan bir yer değildir. Yılların emeği, birikmiş anılar, kırgınlıklar ve gururlar o sandalyenin etrafında görünmez halkalar gibi dolaşır. Bazılarının küçük bir yer değişikliğine bile neden incindiğini o günlerde kavramaya başladım.
Urfa’dan geldiği ilk yıllarda koronun şefi Atik Sahil’in abisi Sıtkı Sahil’di. Sıtkı Bey, bu derneğin kurucusuydu. Atik Hoca ise o dönemlerde hem solist hem korist olarak bulunurdu. Onu tanıdıkça yılların içinde rafine olmuş bir olgunluk taşıdığını gördüm.
Çalışmalara geldiğinde boş bulduğu herhangi bir sandalyeye otururdu. Ön, arka, sağ, sol… Hiç fark etmezdi. Hatta onu tanıyanlar bilir; Atik Hoca bir çalışmada üç dört kez bile yer değiştirebilir. Kimine göre alışılmadık, kimine göre şaşırtıcıdır ama aslında bu tutumun içinde sessiz bir mesaj gizlidir: Koro, sandalye değil sestir. Kişinin değeri oturduğu yerde değil, getirdiği tonda saklıdır.
Bugün koroda yaşanan küçük bir yer tartışması beni hem eski kırgınlıklarıma hem de bu olgun görüntülere götürdü. İnsanların neden incindiğini biliyorum; yer bazen insanın kendine tutunduğu tek sembol gibi gelir. Ama o tartışmaların arasında müziğin sesinin inceldiğini de hissediyorum.
Oysa bir koro, en çok da hislerle kurulur. Öfke, gurur, kırgınlık, sevinç… Hepsi sesimize karışır. Ve belki de asıl yer, sandalyelerde değil; kalplerimizin aynı ritimde attığı o görünmez noktadadır. Biz fark etmesek bile müzik, sonunda hepimizi aynı hizaya getirir.
Bir de hafızamdan silinmeyen o konser akşamı var. Sahnede fotoğraf çekimleri yapılıyordu. Solist olan Atik Hocamı tebrik etmek isteyen hanımlar, kalabalığın içinde adeta kendilerini kaybetmişti. Herkes onun yanında görünmek isterken, objektiflerde sadece başı görünen Atik Sahil yine olgun bir başak gibi duruyordu. Ne itiyor, ne çekiyor, ne de sahnenin merkezini sahipleniyordu. Kalabalığın içindeki o ölçülü duruşu, yılların ona öğrettiği sükûneti öyle berrak bir şekilde görünür kılmıştı ki o an, mütevazılığın gerçek hâlini bir kez daha anlamıştım.
Aynı tablonun bir benzerini Kehribar grubuyla çıktığım sahnede ben de yaşadım. Konser sonrası beni tebrik edenler arasında Atik Hoca da vardı. Fotoğraf çekilmek için etrafıma doluşanların arasında bir an geriye çekilip objektife uzaktan baktım. Hayatı anlamak için ille de en önde durmanın gerekmediğini o anda daha açık gördüm. Büyüklerimizin “kemale ermek” sözünü boşuna söylemediğini, insanın bazen geride durarak bile ışığını kaybetmeden var olabileceğini, o sahne ışıkları altında derin bir sükûnetle hissettim.
Hayatta, sahnede ya da günlük yaşamda önde olmak her zaman gerekli değildir. Bazen geriden bakmak, sessizce gözlemlemek ve olgunlukla var olmak, kemale ermenin en güzel yollarından biridir. Teşekkürler Atik Hocam, teşekkürler sahnedeki bütün büyüklerim…
(
Koronun Sırrı: Önde Olmak Mı, Olgunluk Mu? başlıklı yazı
çitlembik tarafından
11.11.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.