İLHANLILAR
İran’da kurulan bir Moğol devleti (1256-1353).Kurucusu Cengiz Han’ın torunu
Hülâgû’dur. Moğol Büyük Hanı Mengü (Möngke) 1253 yılında kurultay kararı ile
kardeşi Hülâgû’yu İran, Irak, Suriye, Mısır, Kafkasya ve Anadolu’yu ele geçirip
buraları kendisine tâbi bir “ilhan” (il+han “bölge hükümdarı”) olarak idare
etmek üzere görevlendirdi. Bu suretle başşehri Tebriz olmak üzere İran’da
kurulan (1256) ve 1295 yılından itibaren tam bağımsız hale gelen devlet,
Hülâgû’nun taşıdığı ilhan unvanına nisbeten İlhanlılar adıyla anılmıştır.
Mengü büyük hanlığa seçildiğinde (1251) Moğollar Yakındoğu’ya tam anlamıyla
hâkim değildi ve Hülâgû’yu batıya yollarken Mengü öncelikle bunu
gerçekleştirmesini istiyordu. Hülâgû yaklaşık 130.000 kişilik ordusuyla
Karakorum’dan yola çıktığında planı, o güne kadar Sultan Melikşah ve Hârizmşah
Alâeddin Tekiş dahil birçok hükümdarın alamadığı Alamut Kalesi’ni almak ve
arkasından Abbâsî Devleti’ni yıkmaktı.
Ele geçirdiği şehirlerde Büyük Han Mengü adına para bastırıp (1254, 1255)
Moğol hâkimiyetini yaydığını, 1256’da Alamut Kalesi’nin zaptından sonra ise
bastırdığı paralara kendi adını da koydurup ilhanlığını kurduğunu dünyaya
duyurdu. 1258’de Bağdat’ı zaptederek Abbâsî hilâfetini ortadan kaldırdıktan
sonra Irak, Azerbaycan ve Suriye’yi ele geçirdi; ayrıca 1243 Kösedağ
Savaşı’ndan itibaren Moğol hâkimiyeti altına girmiş olan Anadolu’yu da daha
sıkı biçimde baskı altına aldı. Ancak ağabeyi Mengü’nün ölümü münasebetiyle
Karakorum’a gittiği sırada Ketboğa Noyan kumandasındaki ordusu Filistin’de vuku
bulan Aynicâlût Savaşı’nda Memlük Sultanı Kutuz tarafından bozguna uğratıldı (3
Eylül 1260) ve Fırat kıyılarına kadar çekilmek zorunda kaldı.
Böylece görülmemiş zulüm, katliam ve yıkımlarla gerçekleştirilen İslâm
dünyasını istilâ hareketi Mısır ve Mağrib’e ulaşamadan sona erdi; Suriye,
Filistin ve Kuzey Irak da tahliye edildi. Hülâgû öldüğü zaman (8 Şubat 1265)
İlhanlı Devleti’nin sınırları Amuderya’dan Fırat’a ve Kafkasya’dan Belûcistan’a
kadar uzanıyor, Anadolu Selçuklu Devleti ile küçük Ermenistan Krallığı da
bağımlı devletlerini oluşturuyordu.
Hülâgû’nun ölümünden sonra İlhanlı kurultayı tarafından yerine, kendisi
gibi Budist olan büyük oğlu Abaka seçildi. Siyasî amaçlarla hıristiyanlara
yaklaşan Abaka, Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi, mücadelesini ise
doğuda Çağatay, batıda Altın Orda ve müttefiki Memlük devletleriyle sürdürdü.
Memlük Sultanı I. Baybars’ın Anadolu’ya girmesi ve Elbistan Savaşı’nda İlhanlı
ordusunu yenmesi üzerine (1277) çıktığı Anadolu seferinde, Baybars’ı davet eden
Selçuklu ümerâsına olan kızgınlığı sebebiyle binlerce insanı öldürtmüş, büyük
dedesi Cengiz ve babası Hülâgû gibi müslümanların hâfızalarında yıllarca
silinmeyen bir iz bırakmıştır. Abaka’nın ölümünden (1282) sonra yerine kardeşi
Teküder (Tekûdâr) geçti ve ihtida ederek Ahmed Teküder adıyla tanındı. Ahmet
Teküder iki yıl sonra yeğeni Argun tarafından tahttan indirilerek öldürüldü.
Argun’un yerine 1291yılında kardeşi Geyhatu kurultay tarafından hükümdar
seçildi. Geyhatu Budist olmasına rağmen müslüman eşinin etkisiyle İslâm’a karşı
hoşgörülü idi. 1295 başlarında Geyhatu’nun sefih yaşantısından memnun olmayan
bazı devlet adamları, onun Cengiz yasasını ihlâl ettiği gerekçesiyle Hülâgû’nun
torunlarından Baydu’yu tahtı ele geçirmeye kışkırttılar. 24 Mart’ta Geyhatu öldürüldü;
ancak yerini alan Baydu da 4 Ekim’de yine bazı devlet adamlarının desteğiyle
saltanata gelen Argun’un oğlu Gāzân tarafından öldürtüldü.
Daha önce 100.000 askeriyle birlikte müslüman olduğu için Gāzân Mahmud Han
adıyla tahta çıkan Gāzân İslâmiyet’i devletin resmî dini haline getirdi. Fakat
buna rağmen Anadolu’da halk daha fazla ezilmiş ve perişan edilmiştir. Çin’deki
büyük hanlığa tâbi olmaktan çıkan ve sadece kendi adına hutbe okutup para
bastıran Gāzân Han önce maliyeyi ıslahla işe başladı ve bunu askerî alanda
aldığı tedbirler izledi. Gāzân Han, atalarının Memlükler karşısındaki
yenilgilerinin intikamını almak için Papa VIII. Boniface’ye mektup yazarak
hıristiyan devletlerinin desteğini sağlamaya çalıştıysa da sonuç alamadı ve o
da Dımaşk yakınlarında bozguna uğradı (1303).
Gazan
Han’ın 1303’de ölümünden sonra yerine geçen kardeşi Olcaytu, ağabeyinin sistem
ve siyasetleri takip ettiği için ülkedeki huzur ve güvenin sürmesini sağladı.
Ebû Said Bahadır Han zamanında İlhanlı hakimiyeti doğuda Gazne şehrine, kuzeyde
Terek nehrine kadar uzandı. Memlükler ile yıllardır devam eden mücadeleye
1323’te yapılan bir antlaşmayla son verildi. Ebû Said, babası Olcaytu zamanında
devletin âdeta resmî mezhebi haline gelen Şiîliği terkederek Sünnîliği seçmiş
ve İslâmiyet’in yayılması için çalışmıştır. İlhanlı hükümdarlarının en
büyüklerinden olan Ebû Said 1335 yılında henüz otuz yaşında iken ölmüş veya
zehirlenerek öldürülmüştür.
Ebû Said’in vâris bırakmadan ölümü İlhanlı Devleti’nin parçalanmasına ve yerini
mahallî hânedanların almasına yol açtı. (Celâyirliler, Karakoyunlular,
Muzafferîler, Horasan Serbedârîleri ve Eretnaoğulları vb.)
İlhanlı hükümdarları sert ve otoriter kişiler olarak tanınmıştır. Ancak bu
hükümdarların sanat hâmileri olduğu da bilinmektedir. Hânedanın ilk kuruluş
yıllarından başlayarak XIII. yüzyılın sonlarında tahta çıkan Gāzân Han’a kadar
İlhanlı hükümdarlarının değişik dinî temayülleri sebebiyle İslâm sanatı
bakımından önemli bir faaliyeti göze çarpmamaktadır. Hülâgû, Abaka ve Argun
zamanında İlhanlılar, İslâm âlemi için büyük bir tehlike oluşturarak şehirleri
ve ilim merkezlerini tahrip etmişlerdir.
Önemli sanat faaliyetleri ise İslâmiyet’i resmen kabul eden Gāzân Han’ın
tahta çıkmasından sonra gerçekleşmiştir.
Gāzân Han döneminde İslâmlaşan İlhanlı yönetimi, idaresi altındaki
topraklarda özellikle İran ve Güney Azerbaycan’da yoğun bir imar faaliyetine
girişmiştir.
İlhanlı mimarisinin pek çok eseri zaman içinde harap olmuş veya tamamen
ortadan kalkmıştır. Gāzân Han devrinde İslâmiyet’in kabul edilmesiyle birlikte
ilk önemli eserlerin inşasına başlanılmıştır. 1298’de Gāzân Han’ın kendisi için
yaptırdığı türbe, cami, medreseden oluşan külliye zamanla harap olmuştur.
Veramin’deki Alaeddin Türbesi aynı yıl inşa edilmiştir. Lincân’da Selçuklu devrine ait olması
muhtemel kare planlı ve kubbeli bir yapının önüne Şeyh Muhammed İbn Bakrân
tarafından bir eyvan ekletilmiş ve bu kişinin ölümü üzerine (1303) buraya
gömülmesiyle yapı eyvan türbeye dönüştürülmüştür.
İlhanlı mimarisine önemli eserlerin kazandırıldığı Olcaytu Han zamanında
(1304-1316) İsfahan Cuma Camii genişletilip onarımı yapılmış, Netanz’da Sultan
Olcaytu devrinde inşa edilen cuma camii (Şeyh Abdüssamed İsfahânî Külliyesi)
cami 1304-1305), türbe ve hankahtan oluşmaktadır. Külliyede yer alan minare
1325 yılında Ebû Said Bahadır Han zamanında yapılmıştır.
Tebriz’de Mescid-i Ali Şah, 1310-1320 yılları arasında Olcaytu Han’ın
veziri Ali Şah tarafından yaptırılmıştır. Yapının doğusunda medrese, batısında
hankahla birlikte bir külliye olarak ele alındığı bilinmektedir.
Verâmin’de 722-726 (1322-1326) yıllarında inşa edilen cuma camiinin bânisi
Ali Kazvînî’dir.
Merâga’da 1322’de yapılan Künbet-i Gafferiyye’nin (Ca‘feriyye) bânisi, 1311
yılında İlhanlılar’a sığınmış olan Memlük kökenli Kara Sungur’dur (Sultan
Kalavun’un kölesi).
Sivas Çifte Minareli Medrese, Erzurum Hatuniye Medresesi ve Kümbeti,
Kırşehir Caca Bey Medresesi ve Fatma Hatun Kümbeti, Sivrihisar Alemşah
Külliyesi gibi yapılar XIII. yüzyıl içinde ele alınmış olup bânileriyle
İlhanlılar’a bağlanan eserlerdir. XIV. yüzyılın ilk yarısında inşa edilen diğer
eserler ise İlhanlı devri yapılarıdır.(Amasya Dârüşşifâsı, 708 (1308-1309)
yılında Anber b. Abdullah ve Ahmed Bey tarafından Olcaytu Han ve eşi İlduş
(Yıldız) Hatun için yaptırılmıştır. Erzurum’daki Yâkutiye Medresesi ve Kümbeti,
(1310) Erzurum Emîri Gazanlı Cemâleddin Hâce Yâkut tarafından Sultan Olcaytu ve
eşi Bulgan Hatun adına inşa ettirilmiştir. Niğde’de Hudâvend Hatun Kümbeti,
1312 yılında İlhanlı Valisi Sungur Ağa döneminde IV. Kılıcarslan’ın kızı
Hudâvend Hatun adına yaptırılmıştır. Tokat’ta 1314 tarihli Nûreddin b. Sentimur
Kümbeti’nin gövdesi kesme taştan inşa edilmiş olup kare planlıdır. Ahmediye
Medresesi 1314 tarihinde Erzurum’da Gāzî Ahmed b. Ali b. Yûsuf tarafından
yaptırılmıştır.
İlhanlı minyatürlerinin en güzel örneklerinin yapıldığı Tebriz’de istinsah
edilen eserler arasında İlhanlı Veziri Reşîdüddin Fazlullāh-ı
Hemedânî’nin Câmiʿu’t-tevârîḫ’i önemli bir yer işgal etmektedir.
Bizzat Reşîdüddin’in idaresi altında faaliyet gösteren bu atölyede yapılan
minyatürler, Çin ve Irak tesirlerinin bir araya getirildiği detaylara ehemmiyet
veren ve kullanılan renklerin de etkisiyle çok güçlü tesirler bırakan ihtişamlı
örnekler olarak şöhret kazanmıştır. Menâfiʿu’l-ḥayevân, el-Âs̱ârü’l-bâḳiye ve
Muizzî’nin divanı önemli İlhanlı devri minyatürlü yazmaları olarak tanınır. ABDÜLKADİR YUVALI ENGİN BEKSAÇ, AHMET VEFA ÇOBANOĞLU
TEBRİZ
İran’ın kuzeybatısında deniz seviyesinden 1350 m.
yükseklikte kurulmuştur. Tebriz ve çevresi Halife Ömer döneminde 642 yılında
Mugīre b. Şu‘be tarafından İslâm topraklarına katıldı. 730’da Emevî kumandanı
Cerrâh b. Abdullah’ı yenen Hazar Türkleri’nin eline geçtiyse de Saîd b. Amr
el-Haraşî burayı geri aldı. Ebû Ca‘fer el-Mansûr zamanında (754-775) Basra’dan
bazı Arap kabilelerinin yerleştirildiği Tebriz, Hârûnürreşîd devrinde imar
edilip etrafı surla çevrilince (791) önemi arttı ve bir müddet Sâcoğulları’nın
hâkimiyetinde kaldı. (890-929)Arap coğrafyacıları bu dönemde Tebriz’den surları
ve camileri bulunan, ticareti gelişmiş güzel bir şehir diye bahseder. Tebriz,
Revvâdî Emîri Ebû Mansûr ve bazı mahallî hükümdarlarla birlikte Azerbaycan’a
gelen Sultan Tuğrul Bey’e itaatini bildirdi ve Selçuklu hâkimiyetine girdi
(1054). 1059’da Revvâdîler’den Ebû Nasr Memlân’ın isyanı yüzünden ertesi yıl
Tebriz’i kuşatan Tuğrul Bey başarılı olamadıysa da 1062’de şehri yeniden
Selçuklu topraklarına kattı. Bir engelle karşılaşmadan Tebriz’e giren
Celâleddin şehre hâkim oldu (25 Temmuz 1225) ve bölgede egemenliğini kurduktan
sonra burayı merkez edindi; Azerbaycan, Kirman, İran ve Irâk-ı Acem’de hüküm
sürdü. 1231 yılında Moğol işgaline uğrayan Tebriz’i Argun Han askerî faaliyetleri
için merkez yaptı ve Hülâgû’nun 1256’da gelişiyle Hülâgû Han tahtı diye
nitelendirildi; idarî-siyasî merkez oldu. Abaka Han’ın İlhanlı başşehri yaptığı
Tebriz en parlak günlerini şehri imar eden Gāzân Han devrinde (1295-1304)
yaşadı. İlhanlılar’ın ardından Çobanlı, Altın Orda, Muzafferîler ve
Celâyirliler’in hâkimiyetine girdi. 1386’da Tebriz’i savaşsız ele geçiren Timur
şehrin idaresini ertesi yıl oğlu Mîrân Şah’a, 1404’te torunu Ömer’e verdi.
Şehir, 1408’de Timurlu Ebû Bekir Mirza’nın ve 1410’da Ahmed Celâyir’i yenen
Karakoyunlu Yûsuf’un eline geçti. Timurlu Şâhruh üç defa zaptettiği Tebriz’i
1436’da Karakoyunlu Cihan Şah’a bıraktı. 1469’da Uzun Hasan, Tebriz’i
Akkoyunlular’ın başşehri yaptı. Ortaçağ’da Tebrîzî nisbesiyle anılan birçok
âlim yetişmiştir.
1502’de Şah İsmâil tarafından Safevî başşehri yapılan
Tebriz 6 Eylül 1514’de Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı hâkimiyetine
alındı. Şehirde bir hafta kalan padişah halkın ileri gelenlerini, bazı sanatkâr
ve âlimleri aileleriyle birlikte İstanbul’a göç ettirdi. Kanûnî Sultan Süleyman
döneminde yeniden başlayan savaşlar sırasında Osmanlılar 6 Ağustos 1534’de
tekrar buraya girdiler. Bağdat’ı aldıktan sonra ikinci defa Tebriz’e hâkim
oldularsa da hemen ardından şehri boşalttılar. Kanûnî Sultan Süleyman 1548’de
ikinci İran seferi esnasında Tebriz’de kontrolü tekrar eline geçirdi, fakat
yine burada çok kısa süre kalabildi (Temmuz-Ağustos 1548). Osmanlılar’ın
Tebriz’de en uzun süreli egemenliği 1578-1590 Osmanlı-Safevî mücadelesi
döneminde gerçekleşti.
Tebriz’de Türk, Arap, Fars, Moğol, Ermeni, müslüman,
hıristiyan, yahudi, Budist gibi çeşitli milletlere ve dinlere mensup kişiler
yaşardı.
Tebriz’in en önemli eseri Gāzân Han’ın 1303’te inşa
ettirdiği, yapımı yedi yıl süren Şenbigāzân Külliyesi’dir. Külliyede türbe,
cami, iki medrese (Hanefî-Şâfiî), hastahane, rasathâne, kütüphane, tekke,
seyyid ve şerifler için misafirhane, hamam ve odalar mevcuttu. Bakımı için
kervansaray ve çarşı yaptırarak 100 altın tümen gelir vakfeden Gāzân Han burada
medfundur. I. Abbas’ın 1611’de tahrip ettirdiği, 1641 depreminden ciddi hasar
gören külliye 1725’te Köprülüzâde Abdullah Paşa tarafından onarılmıştır. XIX.
yüzyılda harap bir şekilde duran Şenbigāzân’dan günümüze bir şey kalmamıştır.
Şehrin en eski eseri Hârûnürreşîd’in zevcesi Zübeyde Hatun adına VIII. yüzyılda
yaptırılan camidir. Mütevekkil-Alellah’ın Dımışkıye Camii (IX. yüzyıl),
Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî’nin Rab‘ıreşîdî (709/1309), Tâceddin Ali Şah’ın
Ali Şah Camii (1312-1322), Karakoyunlu Cihan Şah tarafından yaptırılan
Gökmescid (870/1465-66), Uzun Hasan’ın Nâsıriyye Külliyesi (889/1484) ve Kayseriye
Çarşısı, Akkoyunlu Yâkub Bey’in Heşt-Bihişt Sarayı (888/1483), Şeyh Keçeci
Medresesi (XV. yüzyıl), Şah Maksud Camii, Şah Abbas Camii, Mirza Sâdık’ın
Sâdıkıyye Medresesi (XVII. yüzyıl) şehrin diğer tarihî eserleridir. ALİ SİNAN BİLGİLİ
ŞENB’İ GAZAN
İLHANLI HÜKÜMDARI GAZAN HANIN VAKIF KÜLLİYESİ
Vakıfların kurulmasıyla ilgili bazı iddialar
vardır, doğru da olabilir. Ama ben insanları vakıf kurmaya yönlendiren sebebin
İslami hassasiyetleri olduğu hususunda ısrarcıyım. Kitabı başlangıcından buraya
kadar okumak lütfunda bulunan okuyucu fark etmiş olmalıdır ki: İnsanları
kazanmak için canla başla mücadele verdiği kazancını beklentisiz bir şekilde
ancak İslami hassasiyeti harcamaya/toplum yararına sunmaya sevk edebilir.
Okuyucuların malumudur ki, dünya tarihinde Moğol imparatoru Cengiz Han’ın
müsebbibi olduğu bir Moğol istilası vardır. Bu istilanın hem insanlara hem
İslam kültürüne ne kadar zarar verdiğini az çok biliyor olmalısınız. Buhara,
Semerkand, Taşkent gibi mamur İslam beldeleri yerle bir oldu. Kütüphaneler
yakıldı. Tabiri caiz se İslam Medeniyetinin hafızası silindi. İnternette ki
bazı bilgi sitelerinde Cengiz Han’ın 40 milyon (o günkü dünya nüfusunun 1/10 u)
insanı katlettiği yazılı. Cengiz Han tarafından katledilen insanların
çoğunluğunun Müslüman olduğunu belirtmekte fayda görüyorum.
İnsanların İslami hassasiyetleri sebebiyle vakıf
işine girdikleri iddiamı için elimde ispatlı bir delilim var.
Kendisi de aslen bir İlhanlı bürokratı olan
Hamdullah Müstevfiyi Kazvini’nin “Dünya
eğer bin yıl hiç zarar görmeden kalsa Moğol istilasının zararlarını telafi
etmek ve vaziyeti eski haline getirmek mümkün olmayacaktır.” diye
anlattığı Cengiz Han’la başlayan Moğol istilası dünya tarihinin en büyük yağma,
katil ve tahrip hareketlerinden birisidir. Milyonlarca kişinin katledildiği
İslam medeniyeti kültür hafızasının silindiği istilanın başındaki Cengiz Han’ın
ölümünden 70 yıl sonra aynı soydan gelen Müslüman olarak İlhanlı tahtına oturan
Gazan Han (Gazan Han (23 Kasım 1272)
Abeskun’da doğdu. Budist olarak yetiştirildi. Şehzadeliğinde (1284) Horasan,
Mazenderan ve Rey valiliğinde bulundu. Kumandanlarından halasının kocası Nevruz
Bey’in teşvikiyle Elburz’da Lar vadisinde Müslüman oldu ve Mahmud adını aldı
(19 Haziran 1295).Kendisiyle birlikte yaklaşık 100.000 Moğol askeri de Müslüman
oldu. Karabağ’da yapılan cülus
merasimiyle İlhanlı tahtına geçti (3 Kasım 1295)...Reşîdüddin onun samimi bir
mümin olduğunu söyler. Müslüman olmasıyla birlikte hükümdar ve diğer devlet
adamlarıyla reaya arasındaki dini ihtilaflar sona erdi. Müslüman halk baskı ve
sıkıntılardan, ağır vergilerden kurtuldu...Moğollar yağmacılık ve katliamdan,
yakıp yıkmaktan vazgeçip huzur ve sükun içinde yaşamaya başladılar....Gazan
Han’ın ölümünden otuz bir yıl sonra İlhanlı Devleti’nin siyasi varlığı sona
erdi.
Reşîdüddin Fazlullah,
şimdiye kadar yıkmaktan başka bir şey yapmamış olan Moğolların inşa
faaliyetlerine bu dönemde başladıklarını söyler....Ayrıca ülkenin çeşitli
yerlerinde çok sayıda hayır eseri yaptıran Gazan Han bunlara vakıflar bağlamış,
kimsesizlerin defin masraflarının sağlanması, fakir ve dul kadınlara yardım
edilmesi, sahipsiz çocukların yetiştirilmesi, köprü ve yolların tamir ve
bakımı, hatta kış mevsiminde aç kalan kuşlara yem verilmesi gibi çok çeşitli
işlere kurduğu vakıflardan para ayırmıştır.DİA’den özetlendi) içinde kendi türbesinin
de bulunduğu büyük bir külliye inşa ettirmeye karar verdi. Gazan Han 5 Ekim
1297 yılında inşaatına başlanan,14 bin işçinin çalıştığı, 7 yıl süren ve Şenb-i
Gazan isimli külliye tamamlanmadan 17 Mayıs 1304 tarihinde vefat etti ve
külliyenin ortasındaki türbesine gömüldü.
Osman Özgüdenli’nin Yedikıta dergisinin Mart 2015 tarihli sayısında yazdığına göre Şenbi Gazan külliyesi Kümbed-i Ali (Gazan
Han’ın türbesi), Cami, Hanefi ve Şafiiler için iki ayrı medrese, Dervişler için
hankah, Darüssiyade (Seyyidler için misafirhane), Rasadhane, Darüşşifa
(Hastahane),Beytül Kütüb (Kütüphane),Beyt’ül Kanun (Devlet Arşivi)Beyt’ül
Mütevelli (Mütevelli evi),Havuz hane(Havuz ve Abdest alma yeri), Germabe’yi
Sebil(Hamam) olmak üzere 12 farklı bölümden oluşuyordu. Külliyede bunlardan
başka Hakimlerin (Hikmet Erbabının) ikamet ettiği aynı zamanda Hikmet ve
Felsefe derslerinin tedris edildiği Hakime veya Hikemiyye adlı bir medrese, bir
bahçe ve bir köşk (kuşk’i adiliye) bulunmaktaydı. Külliye’nin Gazan Han
tarafından satın alınarak vakfedilen, Fırat’tan Kerbela’ya kadar ziraata açılan
arazilerden ve Ucan vilayetinin gelirlerinden, muhtelif kaynakların rivayetine
göre 200.000 ila 1.000.000 dinarlık bir geliri vardı. Şenb’i Gazan külliyesinde
emsali bütün külliyelerde olduğu gibi ayrıntılı hizmet kalemlerine yer
verilmişti. Vakfiyede istisnasız bütün misafirlere verilecek yemek, tatlı, sahipsiz
çocukların bakımı ve eğitimi, kimsesizlerin defin işleri,kimsesiz kadınlar için
ödenek ayrılırken kış aylarında kuşların yemleri ve köle,hizmetçi ve küçük
çocukların kırdıkları testilerin yenisinin alınması da unutulmamıştı. YEDİ
KITA Aylık Tarih ve Kültür Dergisi.79 Mart 2015 Osman Özgüdenli
ALTIN
ORDA HANLIĞI
1241-1502
yılları arasında Deştikıpçak’ta hüküm süren bir Türk-Moğol devleti. Orda Moğolca
“çadır, otağ” mânasına gelmektedir. Devletin kurucusu Batu Han’ın ak otağının
üst kısmının altın yaldızlı olması sebebiyle bu devlete Altın Orda veya Ak Orda
denmiştir.
Altın Orda devleti Cengiz Han’ın nesli tarafından
kuruldu. Cengiz’in torunu Batu (Sayın) Han kazandığı büyük başarılardan sonra
1241 yılında İdil nehrinin aşağı mecrasına dönerek “Orda” (Saray) merkezini
kurdu.
Batu Han’ın 1256’da, varisi oğullarının da aynı yıl
ölmeleri üzerine daha önce İslam’ı seçmiş olan Berke, han oldu. Berke Han
bağımsızlığını ilan eden Galiçya’yı itaat altına aldı. Memlükler ile anlaşıp
Hülagu’yu yendi. İlhanlı Hakanı Abaka Han ile yaptığı savaşta yenilgiye uğradı;
dönüş sırasında da hastalanarak 1266 yılı başlarında öldü.
Altın Orda halkının büyük çoğunluğunu, X. yüzyıldan
itibaren müslüman olan çeşitli Türk boyları meydana getiriyordu. Berke Han’ın
Müslümanlığı kabul etmesiyle Altın Orda tam mânasıyla bir Türk-İslâm devleti
haline gelmiştir. İslâmiyet, özellikle Özbek Han zamanında Altın Orda’nın hâkim
olduğu sahalarda hızla yayılmış, Saray başta olmak üzere birçok şehir, bütün
İslâm memleketlerinde olduğu gibi camiler, medreseler ve tekkelerle
süslenmiştir. Hükümdarlarla devletin ileri gelenleri saraylarında ve
mâlikânelerinde âlimleri, şeyhleri, seyyidleri ve hocaları barındırmış ve
korumuşlardır. Hatta Kutbüddin er-Râzî, Şeyh Sa‘deddin et-Teftâzânî gibi meşhur
İslâm âlimleri davet üzerine Saray şehrine gelmişlerdir. Saray’dan başka Azak,
Batçin, Bakü, Büler, Bulgar, Derbent, Gülistan, Kırım, Kırım-ı Cedîd, Macar,
Macar-ı Cedîd, Saraycık, Sığnak-ı Cedîd, Ükek, Hacıtarhan, Şabran gibi şehirler
kültür ve ticaret bakımından oldukça gelişmiş, bunlardan bazıları ithalât ve
ihracat limanları haline gelmiştir.
BERKE HAN (ö. 1266)
Cengiz Han’ın torunu, Cuci Han’ın oğlu, Batu Han’ın
kardeşi, Sertak ile Ulakçı hanların da halefidir. Büyük bir ihtimalle
Müslümanlığı hükümdar olmadan önce Hârizm’de bulunduğu sıralarda kabul
etmiştir. Sertak ve Ulakçı’nın kısa saltanatlarından sonra 1256 yılı sonunda
Altın Orda tahtına geçti.
Tarihe
ilk müslüman Altın Orda hükümdarı olarak geçen Berke Han, İslâmiyet’i daha
yeğenleri zamanında kabul etmiş ve Sertak Han ile de bu yüzden anlaşmazlığa
düşmüştü. İslâmiyet’i kabulünde Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ’nın halifelerinden
Seyfeddin Bâharzî’nin büyük rolü olmuştu. Saray şehrinin kurulmasından sonra
Türkistan’la ticarî münasebetler artmış ve bunun sonucu İslâmiyet süratle yayılmıştır.
Cûzcânî ve Cüveynî’nin yazdıklarından anlaşıldığına göre Berke yasa ve şeriatı
birlikte uygulamış, her iki sistemin ruhuna bütün samimiyetiyle bağlı
kalmıştır. Kur’ân-ı Kerîm öğretmek üzere okullar açtırmış, Saray’da imam ve
müezzinler bulundurmuş ve âlimleri himaye etmiştir. ENVER KONUKÇU MEHMET SARAY