MEMLÜKLER
Mısır, Suriye ve Hicaz’da hüküm süren müslüman Türk devleti. (1250-1517) Mısır-
Eyyûbî ordusundaki Türk asıllı âzatlı emîrler tarafından kurulan, dönemin
tarihçilerinin Türk Devleti olarak adlandırdığı Memlükler (Kölemenler), Bahrî
Memlükleri (Bahriyye, Birinci Memlükler; 1250-1382) ve Burcî Memlükleri
(Burciyye, İkinci Memlükler; 1382-1517) olmak üzere iki dönemde incelenebilir.
Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb’un Kıpçak ülkesi ve
Kafkasya’dan getirtip Ravza adasındaki kışlalara yerleştirdiği Türk asıllı
memlüklerden oluşan ve Bahrü’n-nîl’e (Nil nehri) izâfetle
el-Memâlîkü’l-Bahriyye adını alan özel birlikler çok geçmeden Eyyûbî ordusunun
en önemli unsuru haline gelmişti. Necmeddin Eyyûb’un ölümünün hemen ardından
Fransa Kralı IX. Louis liderliğindeki Haçlı ordusuna karşı kazanılan Mansûre ve
kralla birlikte pek çok kumandanın esir alındığı Faraskur (Nisan 1250)
savaşlarında en büyük rolü bu birlikler oynadı. Ancak yeni Eyyûbî hükümdarı
Turan Şah onların başarısını kıskandı ve liderlerini tahtının ortakları gibi
görüp görevlerinden almaya başladı; ayrıca tahta geçmesini sağlayan Türk asıllı
üvey annesi Şecerüddürr’ü babasının hazinesini saklamakla itham etti ve ona
ağır hakaretlerde bulundu. Bunun üzerine Bahrî emîrlerinden Baybars
el-Bundukdârî ve arkadaşları bir suikastla Turan Şah’ı öldürdüler. Onun
ölümüyle Mısır’da Eyyûbîler yıkılmış ve yerine Memlükler adıyla bilinen Türk
Devleti kurulmuştur.
Baybars ve arkadaşları efendileri Necmeddin Eyyûb’un dul eşi Şecerüddürr’ü
tahta çıkarmışlar, onun memlüklerinden İzzeddin Aybek et-Türkmânî’yi de atabek
yapmışlardı. Türk asıllı olması dolayısıyla bazı tarihçilerin Memlükler’in ilk
sultanı saydığı Şecerüddür esir Fransa kralıyla bir anlaşma yaparak Dimyat’ı
tahliye etmesi, ağır bir vergi ödemesi ve İslâm ülkelerine saldırmamaya söz
vermesi şartlarıyla onu serbest bıraktı. Ancak bu başarısı işe yaramadı. Ayrıca
onun sultanlığı kadın olması dolayısıyla da yadırganmıştı. Bağdat Abbâsî
Halifesi Müsta‘sım-Billâh’ın devreye girmesiyle tahta çıkmasını sağlayan Bahrî
emîrlerinin tavsiyesine uyan Şecerüddür, İzzeddin Aybek’le evlendi ve seksen
gün oturduğu tahtını ona devretti. Böylece tarihçilerin çoğu tarafından Mısır
Memlük hükümdarlarının ilki sayılan İzzeddin Aybek tahta çıkmış ve Memlükler
Devleti resmen kurulmuş oldu. (3 Temmuz 1250).
Sultan İzzeddin Aybek, tahtından feragat edip Eyyûbîler’den altı yaşındaki
el-Melikü’l-Eşref Mûsâ’yı tahta çıkarmasına rağmen Mısır üzerine yürüyen Suriye
Eyyûbî birliklerini Abbâsiye civarında mağlûp etti. Eyyûbîler’in yeniden savaş
hazırlığı yaptığı sırada Moğol tehlikesi ortaya çıkınca Abbâsî halifesinin
devreye girmesiyle iki taraf arasında antlaşma yapıldı (Nisan 1253). Eyyûbî
emîrlerinin Memlük Devleti’ni resmen tanıdıklarını göstermesi bakımından büyük
önem taşıyan bu antlaşma ile Ürdün nehri iki devlet arasında sınır kabul
edildi.
Duruma hâkim olan İzzeddin Aybek’in memlükleri onun önceki hanımından oğlu
Nûreddin Ali’yi sultanlığa, aralarından Kutuz’u da sultan nâibliğine
getirmişlerdi. On beş yaşında tahta geçen Nûreddin Ali zamanında (1257-1259)
bütün yetkileri elinde tutan Kutuz, 656 (1258) yılında Bağdat Abbâsî hilâfetini
ortadan kaldıran Moğollar’ın Suriye istikametinde ilerlemeye devam etmesi
üzerine, yaptığı toplantıda bu zor şartlarda herkese söz geçirebilecek muktedir
birinin sultanlığa getirilmesini teklif etti ve oy birliğiyle sultan ilân
edildi (5 Kasım 1259). Bu sırada İslâm tarihinin en kritik dönemlerinden biri
yaşanıyordu. Kutuz, Hülâgû’nun teslim olma tekliflerini reddederek ordusunun
başında Filistin’deki Aynicâlût mevkiine kadar geldi. Burada Moğollar’a karşı,
tarihin akışını değiştiren savaşlardan sayılan Aynicâlût Savaşı’nı kazandı (3
Eylül 1260) ve Suriye’nin büyük kısmı Memlükler’in eline geçti. İtaat arzeden
Hama, Humus ve Kerek Eyyûbî emîrleri görevlerinde bırakıldı. Bu zaferle
Memlükler İslâm dünyasının en büyük devleti haline geldiler ve bu özelliklerini
Osmanlılar’ın yükselme devrine kadar korudular. Ancak zaferiyle tarihe
damgasını vuran Kutuz kendisini karşılamak için süslenen başşehrine ulaşamadı.
Savaşın kazanılmasında büyük rol oynayan Bahrî emîrlerinden Baybars
el-Bundukdârî ve arkadaşları dönüş yolunda onu öldürdüler (23 Ekim 1260).
Bahrî emîrleri tarafından sultan ilân edilen ve devletin gerçek kurucusu
sayılan I. Baybars ile birlikte Memlük tarihinde yeni bir dönem başladı.
Saltanatına dinî meşruiyet kazandırmak ve bu sayede hâkimiyetini
kuvvetlendirmek isteyen Baybars, Abbâsî ailesinden birini halife ilân ederek
Abbâsî hilâfetini Mısır’da yeniden kurdu. Böylece hilâfetin hâmisi sıfatıyla
bütün İslâm ülkeleri üzerinde nüfuz sahibi oldu.
Burcî Memlükleri döneminin ilk sultanı olan Berkuk (1382-1399) Türk asıllı
emîrlerin isyanlarıyla karşılaştı ve 789 (1387) yılında tahtını bırakmak
zorunda kaldı. Ancak mücadeleyi bırakmadı, sekiz ay sonra tahtını geri almayı
başardı ve ülkesine istikrarlı bir dönem yaşattı. Timur’a karşı Osmanlılar ve
diğer müslüman devletlerle ittifak kurdu. Celâyir hükümdarını ülkesine kabul
edip iktidar mücadelesinde onu açıkça destekleyerek Timur’a meydan okumaktan
çekinmedi.
Yirmi sekiz yıl saltanat süren (1468-1496) ve Burcî Memlükleri’nin en büyük
sultanı sayılan Kayıtbay’ı uğraştıran en önemli mesele Osmanlılar’la mücadelesi
oldu. İki tarafın orduları arasında Çukurova’da cereyan eden savaşlar beş
yıldan fazla sürdü ve on beş yıllık bir barışın imzalanmasıyla sonuçlandı.
Kayıtbay bu dönemde iyice bozulan ekonomiyi düzeltmeye çalıştı.
Kayıtbay’ın ardından ülkede istikrar tekrar bozuldu. Nitekim Tomanbay
el-Âdil’i tahttan indiren emîrlerden hiçbiri onun makamına oturmak istemedi. Bu
cesareti gösteren Kansu Gavri ise istedikleri anda tahtı bırakacağına söz
vererek arkadaşlarından kendisini öldürmeyeceklerine dair söz almıştı. Asker
maaşlarını dahi ödeyemeyen Kansu Gavri durumu düzeltebilmek için sert bir
politika izledi. Ekonomik krizi atlatabilmek amacıyla vergileri arttırdı,
vakıflardan ve diğer hayır müesseselerinden vergi aldı. Memlük ekonomisini
iyice zora soktu. Kansu Gavri, Hindistan ticaret yolu için Portekizliler’le
girdiği mücadelede başarısız kaldı. Onlarla yaptığı deniz savaşlarında
Osmanlılar’dan teknik ve asker bakımından yardım aldı. Fakat bir süre sonra iki
ülke arasındaki ilişkiler bozuldu.
Şah İsmâil’i yenen Yavuz Sultan Selim’in Memlükler’e tâbi
Dulkadıroğulları’nı ortadan kaldırması iki ülkeyi savaşın eşiğine getirdi.
Nihayet Kansu Gavri’nin Şah İsmâil ile ittifak kurmasını vesile yapan Yavuz
Sultan Selim onun üzerine yürüdü ve Osmanlı topçusunun önemli rol oynadığı
Mercidâbık Savaşı’nda Memlük ordusunu ağır bir hezimete uğrattı (25 Receb 24
Ağustos 1516). Hazinesi Osmanlılar’ın eline geçen Sultan Gavri bu savaşta
ortadan kayboldu. Savaşın ardından kılıç kullanmadan Halep şehrine giren
Osmanlı kuvvetleri Hama, Humus ve Dımaşk’ı aldı.
İki gün süren Ridâniye Savaşı Osmanlılar’ın kesin zaferiyle sonuçlandı ( 23
Ocak 1517). Savaştan kaçtıktan sonra bir ara Kahire’yi ele geçiren Tomanbay
nihayet yakalanıp Bâbüzüveyle’de asılarak idam edildi (13 Nisan 1517). Böylece
Memlükler Devleti tarihe karıştı ve toprakları Osmanlılar’ın eline geçti.
Memlükler devri, İslâmî ilimlerdeki gelişme bakımından İslâm tarihinin en
parlak dönemlerinden biridir. Doğu İslâm dünyasının Moğol, Endülüs’ün ise Haçlı
istilâsına uğradığı bir sırada kurulan Memlük Devleti ülkelerini terketmek
zorunda kalan pek çok âlimin sığındığı yer oldu, Kahire ve Dımaşk, İslâm
dünyasının en önemli iki ilim merkezi haline geldi. İlmî çalışmaları
destekleyen devlet adamları, ülkede Zengîler ve Eyyûbîler zamanından kalan
medreselerin sayısını daha da çoğalttılar. Dımaşk’ta yüz altmış’de yetmiş beş
civarında medresenin bulunması bunun açık bir delilidir. Medreselerin çoğu
Sünnî dört mezhep üzerine öğretim veren fıkıh medresesi hüviyetini taşıyor,
bazılarında tek, bazılarında ise birkaç mezhebin fıkhı okutuluyordu. Dârülkur’ân
ve dârülhadisler de mevcuttu. Fıkıh ilmiyle birlikte diğer dinî ilimlerle dil
ilimlerinin okutulduğu bu medreseler zengin kütüphanelere sahipti. Ayrıca pek
çoğunun bünyesinde yetim ve yoksul çocuklar için ilkokullar yapılmıştı. Yine
ilköğretimin yürütüldüğü özel mektepler bulunuyordu… Hocalar ve talebeler
devletin himayesindeydi ve medreselerin her biri için bânileri tarafından
zengin vakıflar tahsis edilmişti. Camiler ve tarikatlara ait tekke ve zâviyeler
de birer okul vazifesi görüyor, zengin kütüphanelerin bulunduğu büyük camiler
zamanın önemli ilim merkezleri arasında yer alıyordu.
Memlükler devrinde kıraat, tefsir, hadis ve fıkıh alanlarında önemli
âlimler yetişmiştir. İbnü’l-Cezerî, Cerâidî, Ca‘berî ve Burhâneddin el-Kerekî
kıraat ilminin en meşhur temsilcileridir. Rivayet, dirâyet ve ahkâm
tefsirlerinin güzel örneklerinin yazıldığı bu dönemin en meşhur müfessirleri
Endülüs menşeli Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, yine onun gibi Endülüs’ten gelen
Ebû Hayyân el-Endelüsî, tefsiriyle büyük şöhret kazanan Ebû Ma‘bed İbn
Kesîr, Tefsîrü’l-Celâleyn müellifleri Celâleddin el-Mahallî ve
Celâleddin es-Süyûtî, İbnü’l-Müneyyir, Dîrînî, elli tefsiri bir araya getirmeye
çalışan İbnü’n-Nakīb el-Makdisî, İbnü’l-Bârizî ve Bikāî’dir. Süyûtî
müfessirlerin hal tercümelerine dair ilk eseri yazmış, bu geleneği talebesi
Dâvûdî devam ettirmiştir. Bu devirde Ṣaḥîḥ-i Buḫârî ve Ṣaḥîḥ-i
Müslim’in en muteber şerhleri yapılmış, hadis ricâli hakkında en güvenilir
eserlerden sayılan pek çok kitap telif edilmiştir. Dönemin meşhur muhaddislerinin
başında Nevevî, İbn Dakīkul‘îd, Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî, Abdülmü’min
ed-Dimyâtî, Alâeddin İbnü’t-Türkmânî, Moğultay b. Kılıç, İbn Receb, Hâfız
el-Irâkī, Heysemî, İbn Hacer el-Askalânî, Zehebî, Şemseddin es-Sehâvî,
Bedreddin el-Aynî, Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî ve Zekeriyyâ el-Ensârî
gelmektedir. Bu dönemde çok sayıda kadın hadisçi de yetişmiştir. Medreselerde
en ağırlıklı ilim olarak okutulan fıkıh sahasında da birçok âlim mevcuttur.
Şâfiî fıkhında İzzeddin b. Abdüsselâm, İbn Dakīkul‘îd, Sadreddin b. Vekîl,
Bedreddin İbn Cemâa, Bedreddin İbn Kādî Şühbe, Takıyyüddin es-Sübkî, Tâceddin
es-Sübkî, İbn Kesîr ve Ömer b. Reslân el-Bulkīnî; Hanefî fıkhında Osman b. Ali
ez-Zeylaî, Kâkî, Kureşî, Bâbertî, İbnü’z-Ziyâ el-Mekkî, İbnü’l-Hümâm, İbn Kutluboğa
ve İbnü’l-Kerekî; Hanbelî fıkhında Tûfî, Takıyyüddin İbn Teymiyye, İbn
Kādı’l-Cebel, Muvaffakuddin İbn Kudâme ve İbn Kayyim el-Cevziyye; Mâlikî fıkhında
Şehâbeddin el-Karâfî ve Burhâneddin İbn Ferhûn bunların en meşhurlarıdır.
Daha önce yapılan kelâm çalışmalarının yeterli bulunduğu anlayışının yaygın
olduğu bu dönemde kelâm ilmi diğer dinî ilimler kadar alâka görmemiştir. Bu
sahada yetişen âlimlerin başında İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim
el-Cevziyye gelmektedir. Hanefî fakihleri İbnü’l-Hümâm ve İbn Kutluboğa da
Mâtürîdî kelâmı sahasında eser vermişlerdir.
Bazıları birer mürid olan sultanların desteğiyle güçlenen tasavvuf hareketi
sosyal hayata damgasını vurmuştur. Sultanın tayin ettiği şeyhüşşüyûh tarafından
yönetilen çeşitli tarikatlara ait tekke, hankah, ribât ve zâviyelerin sayısı
artmıştı. Ülkede en çok Bedeviyye, Desûkıyye, Şâzeliyye ve Rifâiyye tarikatları
yaygındı. Bedeviyye tarikatının kurucusu Ahmed el-Bedevî, Desûkıyye’nin kurucusu
Desûkī, Şâzeliyye şeyhleri İbn Atâullah el-İskenderî, Muhammed Vefâ Şâzelî ve
İbn Vefâ dönemin en meşhur tasavvuf önderleri olmuştur.
Memlükler devrinde Arapça sahasında da pek çok âlim yetişmiştir. Nahiv
ilminin önemli isimlerinden olan İbn Mâlik et-Tâî, İbnü’n-Nehhâs el-Halebî, Ebû
Hayyân el-Endelüsî, İbn Hişâm en-Nahvî, İbn Nübâte el-Mısrî, Bahâeddin İbn Akīl
ve İbn Ammâr bunların başında gelir. Arap dilinde yazılmış en geniş lugatın
sahibi İbn Manzûr, Demâmînî, Hâlid el-Ezherî, Muhyiddin el-Kâfiyeci ve Süyûtî
de bunlar arasındadır. Arap nesir ve şiiri Memlükler döneminde parlak bir safha
yaşamıştır. Aynı zamanda edebî bir mektep gibi çalışan Dîvân-ı İnşâ sanatkârane
nesirde Kādî el-Fâzıl ekolünü devam ettiren İbn Abdüzzâhir, nesir ve
şiirleriyle önemli bir miras bırakan Şihâb Mahmûd b. Süleyman ve resmî
yazışmalar sahasında değerli eserler kaleme alan üç meşhur ansiklopedist edip
Ahmed b. Abdülvehhâb en-Nüveyrî, İbn Fazlullah el-Ömerî ve Kalkaşendî’yi
yetiştirmiştir. İbn Hicce, edebiyat alanında kıymetli eserler yazmıştır. Bu
devirde yetişen şairlerin başında, Hz. Peygamber hakkında yazdığı kasidesiyle
şöhret kazanan Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî gelir. Şerefeddin el-Ensârî,
Tel‘afrî, Safiyyüddin el-Hillî, Şihâb Mahmûd b. Süleyman, Sirâceddin el-Verrâk,
İbn Nübâte el-Mısrî, İbn Ebû Hacele ve Âişe el-Bâûniyye de meşhur
şairlerdendir. Bu dönemde Ali b. Sûdûn el-Başbugāvî ve bir divan sahibi olan
sultan Kansu Gavri gibi memlük asıllı şairler de yetişmiştir.
Günümüzde dahi zevkle dinlenen anonim Antere ve Baybars hikâyeleri son
şekline o dönemde kavuşmuştur. Ortaçağ İslâm dünyasından günümüze ulaşan gölge
oyunuyla ilgili tek dramatik nazım örneği de bu devirde yetişen İbn Dânyâl’e
aittir. Zehebî, Safedî, İbn Tağrîberdî, Bedreddin el-Aynî, İbnü’l-Hümâm,
Kâfiyeci, İbn Kutluboğa ve İbn İyâs gibi pek çok Türk asıllı âlimin yetiştiği
Memlükler devri edebî hareketi içinde Türkçe eserlerin telif edilmesi de
önemlidir. Bunlardan Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin Kitâbü’l-İdrâk’i
gibi bazıları günümüze ulaşmıştır. Meşhur İran şairi Firdevsî’nin Şâhnâme adlı
eserini Diyarbekirli Şerîfî adlı bir kişi Kansu Gavri adına yaklaşık 60.000
beyit halinde Türkçe’ye çevirmiştir.
Meşhur şahısları ve hadis ricâlini tanıtan en muteber eserlerden pek çoğu
bu dönemde kaleme alınmıştır. İbn Hallikân, Kütübî, Safedî, İbn Hacer
el-Askalânî, Zehebî ve Şemseddin es-Sehâvî bu sahanın en meşhurlarıdır. Mahallî
tarih çalışmalarında Makrîzî ve onun yolunu takip eden İbn Tağrîberdî, Sehâvî
ve İbn İyâs eserlerinde Mısır’ın siyasî, içtimaî ve iktisadî durumunu geniş bir
şekilde anlatmışlardır. Mekke tarihçileri Necmeddin İbn Fehd ve oğlu İzzeddin,
Medine tarihçisi Semhûdî, Kudüs tarihçisi Uleymî şehir tarihçiliği geleneğini
sürdürmüşlerdir. İbn Seyyidünnâs da siyeriyle meşhur olmuştur. Tarih
çalışmalarıyla birlikte yürütülen tarihî coğrafya alanında İzzeddin b. Şeddâd,
Ebü’l-Fidâ, İbn Fazlullah el-Ömerî, Kalkaşendî, Makrîzî ve İbnü’l-Cey‘ân ilim
âlemine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu arada ünlü Arap denizcisi İbn
Mâcid, Hint okyanusunda seyredecek gemiler için rehber kitaplar hazırlamış ve
Hindistan yolculuğunda Vasco da Gama’ya kılavuzluk yapmıştır.
Nüveyrî, İbn Fazlullah el-Ömerî ve Kalkaşendî ansiklopedileriyle Memlükler
döneminin “ansiklopediler çağı” olarak tanınmasını sağlamışlardır. Bu âlimler
yanında İbn Şâhin ez-Zâhirî, Makrîzî ve Hasan b. Abdullah el-Abbâsî devlet
teşkilâtı hakkında eserler telif etmişlerdir. Devrin büyük tarihçisi İbn Haldûn
tarih felsefesi ve sosyoloji ilminin temellerini atmıştır. Kâfiyeci, Süyûtî ve
Sehâvî de tarih tenkidine dair eserler kaleme almışlardır. İbn Abdüzzâhir, Baybars
ed-Devâdâr, İbnü’d-Devâdârî, Ebü’l-Fidâ, Zeynüddin İbnü’l-Verdî, Nâsırüddin
İbnü’l-Furât, Takıyyüddin İbn Kādî Şühbe, İbn Habîb el-Halebî, Mufaddal b.
Ebü’l-Fezâil, Yûnînî, Yûsufî, İbn Dokmak, Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Ebü’l-Velîd
İbnü’ş-Şıhne ve oğlu Ebü’l-Fazl İbnü’ş-Şıhne, İbnü’l-Cey‘ân, Şehâbeddin İbn
Arabşah ve Bedreddin el-Aynî dönemin diğer önemli tarihçileridir.
Memlükler döneminde felsefe, riyâzî ve tabii ilimler alanında da değerli
âlimler yetişmiştir. Tıp öğrenimi büyük ölçüde hastahanelerde yapılıyordu.
Hastahanelerin bünyesinde tıp alanında yazılmış kitaplar ve tıbbî aletlerle
teçhiz edilmiş özel bölümlerde teori ve pratik bir arada yürütülüyordu. Dinî
medreselerin bazılarında tıp dersi verilirken üçü Dımaşk’ta olmak üzere tıp
öğreniminin verildiği özel medreseler mevcuttu. Kahire, Dımaşk ve diğer büyük
şehirlerde çok sayıda hastahane bulunuyordu. Bu hastahanelerin en meşhuru olan
Kalavun Hastahanesi dahiliye, cerrahiye, göz hastalıkları ve ortopedi
kısımlarına ayrılmıştı. XII ve XIII. yüzyıllarda göz hastalıklarının
tedavisinde en önemli gelişme Mısır ve Suriye’de olmuştur. Halîfe b.
Ebü’l-Mehâsin katarakt ameliyatını başarırken Suriye-Mısır tıp akımının önemli
temsilcisi İbnü’n-Nefîs küçük kan dolaşımını keşfetmiştir. Tabiplerin
biyografisine dair eseriyle ün kazanan İbn Ebû Usaybia da zamanın meşhur göz
doktorlarındandı. Baytarlık alanında Bedreddin Bektût ve İbnü’l-Münzir
el-Baytâr tanınmış âlimlerdendir.
İbnü’l-Münzir’in, atlar hakkında yazılan kitapların en muteberi sayılan
eseri daha sonraki çalışmaların önemli kaynaklarından biri olmuştur.
İlmü’l-hayevân sahasında Demîrî; gökyüzü, yeryüzü, canlılar ve bitkiler
hakkında Cemâleddin el-Vatvât ansiklopedik eserler yazmışlardır.
Dönemin fizik âlimlerinden Ebü’l-Abbas Şehâbeddin Ahmed gök kuşağından
bahsettiği risâlesiyle meşhur olmuştur. Matematik, felsefe, mantık ve eski
kimya ilimlerinde de pek çok âlim yetişmiştir. Önemli bir husus da barut
kelimesinin ilk defa muhtemelen botanikçi İbnü’l-Baytâr (ö. 646/1248) ve
ardından XIII. yüzyılın ikinci yarısında Mısırlı âlim Hasan er-Rammâh
tarafından kullanılmış olmasıdır. Rammâh, günümüze ulaşan eserinde barutun
yapılışını izah etmiştir. Onun ve Ebû Şâme ile İbn Fazlullah el-Ömerî gibi
tarihçilerin verdiği bilgilerden Memlükler’in baruttan diğer milletlerden asırlarca
önce faydalandıkları sonucu çıkarılmıştır. Memlükler ateşli silâhların ve
özellikle topun kullanılmasında da öncü durumundadır; ancak bu sahada
Osmanlılar’la boy ölçüşememişlerdir.
Çarşılara çıkan ve ilim tahsili için mescidlere devam edebilen kadınlar
Memlük toplumunda saygı görüyordu. Onların arasından meşhur âlim ve şairler
yetişmişti. Eğitim ve öğretim kurumlarına sahip olan gayri müslimler vakıflar
kurabiliyordu.
Başşehrin Kahire olması sebebiyle pek çok mimari yapı burada bulunmaktadır.
Camiler.
I. Baybars
Camii.
Kahire’de Memlük devrinden günümüze ulaşan camilerin en eskisi olup şehrin
merkezinde yer alır; camiyi Sultan I. Baybars 1267-1269 yıllarında
yaptırmıştır.
Nâsır
Muhammed Camii (el-Câmiu’n-Nâsırî)
1318 Sultan Kalavun’un oğlu el-Melikü’n-Nâsır Muhammed tarafından üçüncü
iktidarı döneminde iç kalede inşa ettirilmiştir.
Emîr Kūsûn
Camii.
Muhammed b. Kalavun’un emîrlerinden Seyfeddin Kūsûn en-Nâsırî tarafından
1330 yılında Bâbüzüveyle dışında Kale caddesinde yaptırılmıştır. Mâridânî
Camii. Muhammed b. Kalavun’un emîrlerinden Altınboğa b. Abdullah
el-Mâridânî tarafından 1339-40 yılında inşa ettirilmiştir.
Aksungur
Camii
Muhammed b. Kalavun’un emîrlerinden Aksungur en-Nâsırî tarafından 1347
Bâbülvezîr caddesinde yaptırılmıştır. Nûr Camii veya İbrâhim Ağa Camii diye de
anılır.
İsmâilî
Camii
Muhammed b. Kalavun’un oğlu el-Melikü’s-Sâlih İsmâil’in memlüklerinden
Halep ve Dımaşk nâibi Argun el-İsmâilî tarafından Nâsıriyye semtinde 1347 inşa
ettirilmiştir.
Şeyhû Camii. Muhammed
b. Kalavun’un memlüklerinden olup Trablusşam nâibliği yapan Emîr Şeyhû
en-Nâsırî tarafından 1349 yılında yaptırılmıştır. Revaklı avlulu cami tipinin
küçük ölçekte bir devamıdır. Şeyhû’nun bu caminin karşısında 1355’de inşa
ettirdiği hankah da önemli yapılardandır. Burcî Memlükleri’nden
el-Melikü’l-Müeyyed tarafından 1415-1421 yılları arasında Bâbüzüveyle kapısı
yakınında yaptırılmıştır. Yapının bir köşesinde sebil-mektep bulunmaktadır.
Medrese-Külliyeler (medrese-cami-türbe). Memlükler
devrinde medreseler camilerin yerini almaya başlamış ve külliye fikrini tek
yapıda birleştiren medrese-külliyeler ortaya çıkmıştır. Özellikle XIV. yüzyılda
bu tip medrese-külliye sayısında bir artış görülür.
Kahire Sultan I. Baybars Medresesi
Sultanın el-Melikü’z-Zâhir
unvanından dolayı Zâhiriyye Medresesi diye de anılır. 1262 yılında inşasına
başlanan ve 1264’de tamamlanan yapıda ilk defa dört eyvanlı plan şeması
uygulanarak her mezhebe bir eyvan ayrılmıştır.
Şam Sultan I. Baybars Medresesi
Zâhiriyye Medresesi, Sultan
Baybars’ın 1277’de inşasını başlattığı ve ölümünden sonra oğlu Saîd Nâsırüddin
Bereke Han’ın (Berke Han) yapımını devam ettirdiği yapı 1281 yılında tamamlanmıştır.
Kahire Sultan el-Melikü’l-Mansûr Kalavun Külliyesi
Mısır’da İslâm sanatının ortaya koyduğu en önemli yapılardan biri olup
1284-85’te Memlük Sultanı el-Melikü’l-Mansûr Kalavun tarafından inşa
ettirilmiştir ve cami, medrese, türbe, hastahaneden (bîmâristan) meydana
gelmektedir. Külliyenin üzerinde bulunduğu sokağa sadece medrese ve türbenin
cepheleri bakmakta, arka tarafta bulunan bir geçit hastahaneye kadar
uzanmaktadır.
Medrese bütünüyle korunamamışsa da
plana göre avlunun yanlarında ve eyvanlar arasında iki katlı talebe odaları
vardır. Medresenin cephesinde kuzey köşede yer alan sebil,1326 yılında Kalavun’un
oğlu Sultan el-Melikü’n-Nâsır Muhammed tarafından külliyeye eklenmiş olup
Mısır’daki en eski sebildir.
Külliyeye dahil bulunan, içinde Sultan el-Melikü’n-Nâsır Muhammed’in ve
Kalavun’un diğer oğullarının defnedildiği türbe Kahire’deki en güzel tezyinata
sahip Ortaçağ binalarından biri olarak kabul edilmektedir.
Kalavun sultan olmadan önce 675 (1276) yılında Şam’da Nûreddin Zengî’nin
bîmâristanını görmüş ve burada tedavi olmuştur. Bu yapıdan ilham alarak
Kahire’de Bîmâristânü’l-Mansûrî adıyla da anılan kendi bîmâristanını
yaptırmıştır. Dorıs Behrens-Abouseıf
Kahire
Nâsıriyye Medresesi
Kalavun’un oğlu el-Melikü’n-Nâsır Muhammed tarafından 1296-1303 yılları
arasında Kalavun Mâristanı’nın bitişiğinde inşa ettirilmiştir. Medrese, cami ve
türbeden oluşur.
Kahire
Sultan el-Melikü’n-Nâsır Hasan Medresesi
Muhammed b. Kalavun’un oğlu el-Melikü’n-Nâsır Hasan tarafından yapımı 1356
yılında başlatılmış ve onun 1361’de ölümünün ardından tamamlanmıştır.
Kahire
el-Melikü’z-Zâhir Seyfeddin Berkuk Medresesi
İlk Burcî sultanı olan Berkuk tarafından 1384-1386 yıllarında inşa ettirilen,
cuma camii, türbe ve hankahtan müteşekkil büyük bir külliyedir.
Kahire el-Melikü’l-Eşref
Seyfeddin Kayıtbay Medresesi
Sultan Kayıtbay tarafından 1472-1474 yıllarında yaptırılmış bir kompleks
olup mescid-türbe-medrese-sebilküttâbdan oluşur.
Memlükler devrinde Kahire’deki bazı külliyelerin bünyesinde sebilküttâb adı
ile tanınan ve alt katı sebil üst katı sıbyan mektebinden oluşan bir yapı tipi
bulunmaktadır. Bu yapılar Osmanlı devrinde de benimsenmiş ve sayıları giderek
artmıştır. A. FULYA ERUZ İSMAİL YİĞİT
KAHİRE
Mısır’ın Yavuz Sultan
Selim tarafından Ocak 1517’de ki fethiyle başlayan Kahire’de Osmanlı devri,
görünüşe göre 1914’te sona erse de fiilen XIX. yüzyılın başında etkisini
yitirmiştir. Roma ve Venedik’i başka şehirlerle kıyas edebilecek derecede iyi
tanıyan seyyah Félix Fabri 1483’te Kahire’yi bütün dünya şehirlerinin en büyüğü
ve meşhuru, dünyadaki en harika bir şehir olarak belirtir.
Nitekim Kahire’de Memlükler
devrindeki elli sekiz kervansaraya karşılık Osmanlılar zamanında 348
kervansaray, seksen yedi çarşıya karşılık ise 144 çarşı yer almaktaydı.
1601 ile 1725 yılları arasında
güneydeki varoşta on dört cami ve otuz iki çeşme inşa edilmişti. Bu varoşta
yaptırılan kamu eserleri o dönemde bütün Kahire’de mevcut olan yirmi iki cami
ve elli altı çeşmenin yarısından fazlaydı.
Osman Kethüdâ’nın vakfı, yanında bir
halk hamamıyla birlikte gölün güneybatı köşesinde inşa edilmiş bir cami, bir
çeşme ve ticarî kullanımlı bazı yapıları da bünyesinde topluyordu.
Nitekim 1726-1798 yıllarında inşa
edilen on beş cami ve on iki çeşme ile batı varoşu Kahire’nin diğer bölgelerindekine
denk bir mimari faaliyete mazhar olmuştu. Daha önceki iki asır boyunca
(1517-1725) orada sadece dokuz cami ve iki çeşme yapılmıştı. Şu halde 1798’in
Kahire’si, Description de l’Egypte adlı kitabın müellifleri tarafından
haritaları çizilip tasvir edildiği gibi Osmanlılar’ın Memlükler’den miras
aldığı nüfus ve fizikî yönden geliştirdiği oldukça büyük bir şehirdi.
Fâtımîler tarafından inşa edilmiş
surlarının içinde Kahire gerçek bir ferdiyeti yansıtıyordu. Mahkeme
kayıtlarında dış mevzileşmeler XVII. yüzyıla kadar “zâhirü’l-Kāhire” olarak
zikredilmişti. Burada 153 hektarlık bir alan üzerinde yaklaşık 90.000 kişi
yaşıyordu.
Bu kesim şehrin belli başlı iktisadî
faaliyetlerinin sergilendiği yerdi. Toplam 144 çarşının altmış sekizi (% 47,2)
ve 348 kervansaraydan 244’ü (% 70) orada toplanmıştı.
Kahire’deki tasnif edilmiş anıtların
listesi 1517-1798 dönemi için 199 olarak kaydedilmektedir ki bu aynı süreye
denk Memlük dönemindeki yapılardan (233 yapı) biraz düşüktür. Fiilen inşa
edilmiş eserlerin sayısı çok daha yüksek olmuştur. 233 kamu binasından yetmiş
yedisi cami, otuz sekizi tekke, medrese, 118’i çeşmedir. Fakat gerçekte bu
sonuncusu çok daha fazladır. Meselâ 1798’de Kahire’de mevcut bulunan 300
sebilin ekseriyeti Osmanlılar devrinden kalmadır.
Bu mimari faaliyet asıl doruk noktasına XVIII.
yüzyılda yeniçeri kethüdası Abdurrahman’ın çalışmalarıyla ulaşmıştır.
Abdurrahman gelirlerini bir inşa ve imar politikasının hizmetine vermiş, böylece
bütün dönemlerde Kahire’nin büyük ilim ve sanat hamilerinden biri olmuştur.
1744-1765 yılları arasında on iki cami, üç tekke ve on üç çeşmenin inşası onun
tarafından gerçekleştirilmişti. (DİA özet)