VAKIF SAĞLIK KURUMLARI: DARÜŞŞİFALAR VE TIP MEDRESELERİ

İslam dünyasında darüşşifa  (hastahane), profesyonel tıbbi kadronun çalıştığı bir vakıf kurumu idi. XV. asra kadar nadiren uzman hekim çalıştıran Avrupa  hastaneleri  ise  sonraları  İslam  dünyasından,  özellikle  Selçuklulardan  etkilenmişti. XIII.-XV.asırlar arasında İslam  hastaneleri  İtalya  ve  Fransa’da ki  hastanelerden  daha iyi teşkilatlanmıştı ve standartları  daha yüksekti.Vakıf biçiminde ki kurumlar Batı’da daha çok XX. asır da oluşturulmuştu.

Ancak bunlar tam anlamıyla İslam vakıflarıyla aynı yapıya sahip değildi. İslam hastanelerin de eğitim ve tedavilerin hepsinin laik olduğunu belirten bazı araştırmacılar, aynı dönemde Avrupa tıp eğitiminin temelini manastır okullarının oluşturduğunu hatırlatırlar. Ancak Osmanlı arşiv belgelerini incelediğimiz de, ‘laik hastaneler’ konusunun istisnaları olduğunu görüyoruz. Örneğin 1727 tarihli bir belgeye göre, Kastamonu’da İbn-i Süleyman İbn-i Ali Darüşşifası’nda “mesru ’(saralı) ve mecnunlar (deliler)” darüşşifa şeyhi sayesinde “ifakat (iyileşme)” buluyorlardı. Üstelik yıllardır “talebeyle talim ve irşad üzere olup fethi hakani’den beri  meşihat-ı  mezbureye taraf-ı aherden müdahale olunmamış  idi. Vakıfların  kırsal kesimdeki  karşılığı ise tekkelerdi. Taşra da imkânlar İstanbul’ da olduğu kadar geniş değildi ve dolayısıyla tedavi uygulamaları dini unsurlar içerebiliyordu. 1734 tarihli bir belgeye göre, Erzurum Pasinler ilçesin de bir tekkede “etrafta başka bimarhane olmaması” sebebiyle-devletin onayıyla-mecnunlar tedavi ediliyordu. Ayrıca IX. asır da Bağdat yakınındaki Dair Hızkıl tekkesinde psikiyatrik tedavi yapıldığını belirtmek gerekir. 

            Anadolu’ nun ilk tıp merkezi olan Kayseri’de ki Gevher Nesibe Darüşşifası’nın (1205-06) vakfiyesine göre, medrese hastanenin bir parçasıydı. Burası için ‘Şifaiyye ve Kıyasiyye Medreseleri’  denilmiş ve  “Medrese-i Darüşşifa ifadesi kullanılmıştır

İlk İslam hastanesi Abdül Melik’in M. 706-707’de kurduğu hastane idi. Diğer önemli hastaneler, IX. ve X. asırlarda Harun Reşid, Ahmed İbn Tolon ve Sultan Adûduddevle tarafından inşa ettirilmişti. En büyük vakıf hastanesi ise Mansuri (Kalavun)  Hastanesiydi (1284)

Bu bilgilerden yola çıkarak, Sayılı’ nın da değindiği gibi, klinik öğretim da ha eskiye dayandığı için ‘İslam medeniyetinde hastane medresenin değil, medrese hastanenin bir parçasıydı’ diyebiliriz. Avrupa’ da ise XIII. asır dan beri hastaneler ile tıp üniversiteleri ve fakülteleri arasında işbirliği yoktu. Avrupa’ da klinik öğretim, XVI. asrın sonunda modern tıp uygulamalarıyla birlikte başlamıştı. Diğer yandan, Vakıf Gureba Hastanesi’ne  (1843) ait külliyenin merkezinde-klasik Osmanlı külliyelerinin aksine- cami değil hastane bulunmaktaydı. Yani cami, hastanenin bir parçası durumundaydı. Bu farklılık, son dönem Osmanlı vakıf kültüründe modern tıp eğitiminin daha da belirginleştiğinin bir görüntüsüdür. Ayrıca, Türk Tıp Tarihi literatüründe “hastahane” tabirinin ilk olarak Vakıf Gureba Hastahanesi için kullanıldığı ifade edilmektedir. Oysa Tanzimat öncesinde de ‘hastahane’ ifadesi kullanılıyordu. (Tanzimat öncesinde hastahane tabiri askeri hastaneler için kullanılıyordu. İlk sivil hastahane Vakıf Gureba’dır) Osmanlı arşiv kayıtların dan ulaşabildiğimiz –hastahane ifadesinin yer aldığı- en erken tarihli belgeye göre (M.1796); “Dergah-ı Ali topçularının marazilerine (hastalarına) hastahane olarak bir mahall-i mahsusun lüzumu …” gereğince “Beyoğlu’nda müştemilatıyla vaki hastane tahsis olunan mahal …” Hazine-i Amire’ den 2.500 guruş ödenerek satın alınmıştır.

Osmanlı’ da ‘hastahane’  ifadesi sadece askerlerin tedavi gördüğü hastaneler için kullanılmıyordu.Örneğin,1843’te  İstanbul Edirnekapı’ da ki bir medrese hastane  olarak tahsis edilmişti ve  “Gureba Hastahanesi” olarak anılmaktaydı.

Şunu ifade edelim ki XVIII. asrın sonundan itibaren oluşturulan bu hastahaneler, Darüşşifalar gibi bir külliyenin parçası değil, devlet tarafından kurulan ve bir kısmı vakıf kuruluşuydu. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin finansmanı, vakıflar aracılığıyla gerçekleştiriliyordu. Tarlalar, çiftlikler, köyler, ormanlar, zeytinlikler, değirmenler, madenler, evler, dükkanlar, hanlar ve su kaynakları gibi bir çok gelir kaynağı bu hizmetlere vakfedilmişti. İlmiye sınıfına ve vakıflara tanınan vergi muafiyetleri de önemli bir mali teşvik unsuruydu. Süleymaniye Tıp Medresesi’nin (1556-57) ilk müderrisi Ahmet Çelebi’ye vakfiyede ücret miktarı için 20 akçe denilmişken günlük 60 akçe ödenmesi, idarenin nitelikli bilim adamlarına verdiği önemi göstermektedir. Yurt dışından gelen hekimler de birikimlerini yine vakıf sağlık kurumları sayesinde topluma aktarıyorlardı. Fatih külliyesinin masrafları içerisinde darüşşifanın payı %16’yı bulmaktaydı. Süleymaniye Külliyesi’nde,1557 yılı için -zavaid, horan ve duaguyan ücretleri hariç- medrese, mektep ve darüşşifa görevlilerinin yevmiyelerinin toplam ücretler içerisinde ki payı  %30’du.Bu oran 1585,1653 ve 1703 yılları için sırasıyla %27, %19, %34’tür. Önceleri en yüksek değere sahip olan, cami görevlileri ücretlerinin payı ise 1703’te %26’ya düşmüştür. Bu mali destekler yanında bir idari destek olarak; darüşşifalar arasında hekim değişimi (rotasyon progamları) yapılıyordu.  Bu sayede hekim adayları ünlü hekimlerle çalışma, bilgi ve görgülerini artırma imkânı buluyorlardı. Ayrıca, Fatih ’in külliye kütüphanelerine bağışladığı kitaplar arasında çeşitli tıp eserleri vardı. Bu tarihlerde Paris Tıp Fakültesi kitaplığın da sadece altı eser bulunduğunu belirtelim.

 Yakup AKKUŞ İktisat Tarihi AD, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi,  Osmanlı Vakıf Kurumunda Tıp Bilimlerinin Gelişimi  Türkiye Klinikleri Tıp Etiği-Hukuku Tarihi Dergisi, C: 18, S: 1, 2010, s. 26-36.              

( Darüşşifalar Ve Tıp Medreseleri başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 2.12.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu