VAKIF VE SAĞLIK

 

“ Her şeyin başı sağlık”

Günlük hayatımızda en çok duyduğumuz cümlelerden birisi de budur eminim. Peygamber Efendimizin (sav) hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilmemizin gerekliliğine dair hadisi şerifini tam olarak idrak edemediğimizden olsa gerek bu cümleyi kuran pek çok kişinin hastalandıktan sonra bu cümleyi kurduğuna da eminim.

Kâinatın Efendisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur: “İman müstesna, hiçbir kişiye sıhhatten daha hayırlı bir nimet verilmemiştir.” (Tirmizî, Hadis No.: 3553)

Dünya Sağlık Örgütü anayasasında sağlık şöyle tanımlanmıştır: “Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam iyilik halidir.”

Kanuni Sultan Süleyman da sağlığın önemini  “ Halk içinde muteber nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi ” dizeleriyle ne kadar önemli olduğunu belirtmiştir.

Tıp, bir hastaya bakma,  teşhis,  prognoz (öngörü),  önleme (önleyici tıp,  tedaviyaralanma  veya  hastalıklarının palyasyonunu yönetme ve sağlığını geliştirme  bilimi  ve  uygulamasıdır

            İnsanlık, tarihi boyunca sağlıklı ve uzun yaşamanın yollarını aramıştır. Sağlıklı yaşamanın temeli olarak Tıp, binlerce belki de yüzbinlerce yıldır uygulanmaktadır. Tıp bilimi de tıpkı diğer bilimler gibi dünyanın gelişimiyle birlikte gelişmiştir. Tıp tarihi hakkında ayrıntılı bilgiler verecek değiliz. Yüksek Lisans öğrencisi Muhammet Rasim Kulaksız’ın Darüşşifa İslam Tıp Tarihi Araştırmaları dergisinin Haziran 2022 tarihli sayısındaki makalesinden İslam tarihi boyunca Müslüman bilim insanlarının tıbbın kaynağı hakkında tartıştıklarını daha doğrusu Tıb’bın ilahi kaynaklı olduğu hakkında ortak kanaatte olduklarını bunun tek istisnasının ise Deist olduğu iddia edilen Ebu Bekir Razi olduğunu öğreniyoruz. Kulaksız makalesinin ilerleyen bölümlerinde Ebu Bekir Razi’nin Deist sayılamayacağını belirtmektedir.

Makalede aktarılan bilgilere göre Eski Yunan’daki 8 tıp otoritesinin (I. Asklepios, Gûras (Praxagoras), Minos, Parmenides, Eflatun (Platon), II. Asklepios, Hipokrat ve Galen) Praxagoras hariç 7 tanesi tıbbın kaynağının ilahi olduğu görüşünü paylaşmaktadır. Sadece Praxagoras tıbbın beşeri tecrübenin bir ürünü olduğunu kabul etmektedir. Kulaksız’ın tespitlerine göre Antik Çağ’ın son iki otoritesi Hipokrat ve Galen de Tıbbın kaynağının İlahi olduğu görüşünü paylaşmaktadır.

            Kulaksız’a göre tıbbın kaynağı hakkında iki ekol bulunmaktadır. 1- Ashâbü’l-kıyâs’a göre tıbbın kaynağı ilahidir, deney ve gözlem ile bu bilgi geliştirilir. Ashâbü’t-tecribe’ye göre ise bilimlerin temeli ilahi bilgiler değil, sadece insan tecrübesi yani deney ve gözlemdir. Ashab-ül kıyas deney, gözlem ve tecrübeyi reddetmediği ve bunların önemini vurguladığı için aslında ashâbü’l-kıyâs ve’t-tecribe olarak adlandırılabilir.

Ünlü hekim Ali b. Rabben et-Taberî’nin (ö. 862) Firdevsü’l-Hikme adlı eserinde aktardığına göre Hint tıbbının temel kaynaklarından temel kaynaklarından olan Caraka adlı eserde “Geçmiş zamanlarda yeryüzünde hastalıklar fazla yoktu. Sonraları stres, nefret ve diğer başka sebeplerden dolayı hastalıklar arttı. Bunun üzerine alim ve salih kimseler keşişlerine giderek hastalıkların tedavisi konusunda Allah’a yalvarmasını istediler. O da bir dağın zirvesine çekilip uzun süre Allah’a dua etti. Nihayetinde Allah ona tıbbı öğretti.” Susruta adlı eserde Dimitra’nın tıbbı Brahman’dan, Brahman’ın da vahiy yoluyla aldığı ifade edilmektedir.

Tam da burada okuyucunun aklına şöyle bir soru gelebilir. Genelde ilimlerin özelde ise tıp ilminin kaynağı o kadar önemli mi? Evet kanaatimce ilimlerin İlahi bilgi kaynaklı olması ilmin kendisinden bile önemli. Şöyle açıklamaya çalışayım: Modern literatürde dini inancı olanlara Teist, inançsız olanlara Ateist, Allah’a (cc) inanan ancak Kur’an-ı Kerim’deki itikad esaslarını kabul etmeyenlere ise Deist denmektedir. (Metinlerde deizmin, herhangi bir vahyedilmiş dine bağlı olmaksızın Tanrı’nın varlığını kabul etmek, bununla birlikte O’nun ilim ve irade gibi sıfatlarını reddetmek, böyle bir varlığın âlemde tesirleri gözlenen veya tezahür eden hikmet ve inâyetinin bulunmadığına inanmak, âhireti inkâr, hususi bir dine ait -Tanrı’nın varlığı dışındaki- bütün itikad esaslarını reddetmek anlamına geldiği belirtilmiştir. DİA)

                Müslümanlar olarak biliyor ve inanıyoruz ki imanın altı şartını kabul ve tasdik etmeyen kafir olur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de Nisa Suresi 136. Ayette açıkça beyan edilir: (“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.” Nisa 136)

Allah Resulü (sav) de Cibril hadisi adıyla meşhur hadisi şerifte imanı “( İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Yine hayır ve şerriyle kadere iman etmendir.) şeklinde tarif etmiştir.  Anlatmak istediğim iman bir bütündür. İman aynı zamanda Allah-ü Teala’nın kudreti, ilim vb. tüm sıfatlarına da iman etmektir. Allah’ın ( cc) varlığına iman etmek yalnızca putperestlik çağında kabul edilebilecek bir düşünce tarzıdır. (Cahiliye devrinde yalnızca Allah’ın (cc) varlığına iman eden ve putlara tapmayanları Hanif denilirdi. Bunların durumu hakkında yani imanlarının kabul edilip edilmeyeceği hakkında kesin bir bilgi yoktur.)   

Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz (cc) Zat’ı hakkında (“Göklerde ve yerde bulunanların hepsi O’ndan ister (O’na muhtaçtır). O her an yaratma halindedir.” Rahman 29)  buyurmaktadır ki ayetin tevile ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. 

                19. yüz yılda felsefe literatürüne giren Pozitivizm ise (İki ayrı yüzyıla ait iki ayrı pozitivizmin olduğu kabul edilmekle birlikte bu akımın karakteristik olan temel fikirleri süreklilik göstermiştir. Bu fikirler şöylece sıralanabilir: a) Bilimsel bilgi tek geçerli bilgidir. b) Bilginin mümkün olan yegâne nesnesi olgulardır; metafizik ve teolojik düşünceler olgusal karşılığı olmayan spekülasyonlardan ibaret olup anlamsızdır. DİA), (Pozitivizm en genel anlamıyla, doğru bilginin kaynağının, yalnızca deneysel verilerde bulunduğunu belirten bir felsefe disiplinidir. Pozitivizm aynı zamanda, modern bilimi temele aldığından spekülatif, tartışmaya açık ve batıl inançlı fikirlerin karşısında yer alır. Her ne kadar iki düşünce sistemi kendi özgün yapılarını kurmuş olsalar da, pozitivizmin temelinin ampirizme dayandığı söylenebilir. Çünkü her şeyden önce pozitivizm, ampirizmin gerçekliği sadece deneyle elde edip bilinebileceği düşüncesinden oluşan tezi kabul etmektedir. Ece Saraçoğlu-Düşünbilportal- 8 Kasım 2017) bilimi adeta putlaştırarak Allah-ü Teala’nın -haşa- Yaratma sıfatını hiçe saymaktadır. 

            Kimsenin kafasını karıştırmak istemiyorum her türlü ilmin kaynağının İlahi olduğunu kabul etmek imanın doğal bir sonucudur.

            Konuyu dağıtmadan sayın Kulaksız’ın makalesine dönerek devam edelim: Kulaksız, Edebü’t-tabîb adlı eseriyle tanınan Galen uzmanı ve döneminin başarılı hekimi İshâk b. Ali er-Ruhâvî (ö. 930) nin Antik Yunan’ın en önemli iki otoritesi Hipokrat ve Galen’in eserlerinden tıbbın ilahî kaynağa dayandığına dair aktarım yapıp aksine bir şey söylemediğini, Hipokrat’tan “Allah’ın kendisine verdiği ilimle hastayı tedavi eden ve bununla Allah’ın kendisini ödüllendirdiği kimse ne yücedir” ifadelerini aktardığını, Galen’den ise tıbbın Allah tarafından insanlığa ilham edildiğini ve insan aklının bu muazzam ilmi icat edip ortaya koymasının mümkün olmadığını, ayrıca tıbbın aynı ilahî kaynağa dayandığı kabul edilen felsefeden de daha düşük bir seviyede olmadığı ifadelerini nakleder. Ruhâvî devamında yaptığı aktarımlardan hareketle, Hipokrat ve Galen gibi otoritelerin Allaha ve Peygamberlere inandıklarını belirttiğini kaydetmiştir.

            Makalenin ilerleyen satırlarında sayın Kulaksız Ebû Zeyd el-Belhî (ö. 934), İbn Cülcül (ö. 994)-, Platon, Hipokrat ve Galen’in ifadelerine göre tıp ve felsefe öğrenimi başlangıcının ilahî vahiy ve ilhama dayandığını ifade etmekte ve genel kabule göre tıbbın başlangıcının Asklepios mabedindeki ilahî bilgilere dayandığını Galen’den aktarmaktadır. -Tabakâtü’l-Etibbâ ve’l-Hukemâ- Bîrûnî (ö. 1061)- İlah’ kelimesi birçok medeniyette genel olarak kutsal olan her şeye söylenmekte hatta deniz, dağ, gök cisimleri vb. şeylere de denilmektedir. Özel olarak ise İlleti Ûlâ’ya (İlk Sebep), meleklere ve mübarek zatlara söylenir. Bu mübarek zatlar elde ettikleri bu konuma, savaş, güreş ya da gülle atmakla değil, insanlara kaynağı ilahî olan tıp vb. bilimleri öğretmeleri ve iyi bilim yapmaları sebebiyle ulaşmışlardır.-  ve İbn Ebi Usaybiya (ö.1269)- tıbbın ilk defa kim tarafından ortaya konulduğunu tespit etmenin kolay olmadığını ifade ettikten sonra, tıbbın kökeni hakkında ortaya atılan iki farklı temel görüş üzerinde durur.  

Birinci görüş sahipleri, tıbbın kökeninin tecrübeye değil ilahî bilgiye dayandığını savunur. Hipokrat, Galen, Ashâbü’l-kıyâsın tamamı ve Yunan şairlerinin bu görüşte olduğunu ifade eder. İkinci görüş sahipleri ise tıbbın başlangıcı tecrübeye dayanmaktadır. Bu görüşte olanlar tıbbın ilk defa kim ya da kimler tarafından ortaya konulduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir.  Uyûnü’l-Enbâ fî Tabakâti’l-Etibbâ-  gibi İslam alimlerinin görüşlerini aktarmak suretiyle bizleri bilgilendirmektedir.

İbn Ebi Usaybiya tıbbî bilginin beş ayrı şekilde ortaya çıkabileceğini ifade ederek bir sınıflandırma yapmaktadır. 1-Allah tarafından peygamberlere vahiy yoluyla verilen bilgilerdir. 2- rüyada öğrenilen bilgilerdir. 3- tesadüfen bulunan tedavilerdir. 4-Allah’ın hayvanlara ilham ettiği içgüdü ile yaptıkları tedavileri, insanların öğrenmesi yoluyla elde edilen bilgilerdir. 5-insanlara ilham yoluyla gelen ilahî bilgilerdir.

DİA

Düşünbil Portal Ece Saraçoğlu

Darüşşifa İslam Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisi (Haziran / June 2022) 1/1  MÜSLÜMAN BİLGİNLERİN TIBBIN KAYNAĞI KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİ MUHAMMET RASİM KULAKSIZ Yüksek Lisans Öğrencisi, Sakarya Üniversitesi, İlahîyat Fakültesi, Hadis Anabilim Dalı, Sakarya, Türkiye
( Vakıf Ve Sağlık başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 12/2/2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu