İhbar ettim düş yolunda
peyda olan o gerçeklerden yola çıkıp da varamadığım eksende rahmet dilediğim
her ölü dünü ve üzüncü.
Seyrettim dibini,
kavanoz dipli mihraklarla yoldan çıkmışlığını asla sorgulamayan, tümden varan
söz kırımı yalıtılmış gerçeklerin.
Ve eledim en doğurgan
nefreti, sürgün eyledim acımasızca süregelen onca tahakkümü ve seferberliğini
boykot eden merhamet ve ıskartaya çıkmış huzur iken mesken edilesi şu anlamsız
döngünün ve sürgüsünü kıran hangi savaşçıysa görmezden gelinmenin en katıksız,
o rüştünü ispatlamamış merhameti, iz bildiğim bir gölgeye yığdım kötülük ve
düşkün mizaçlı anlamsızlık iken yoldan çıkmışlığı marifet bilen.
Bir imgeden diğerine
seğirten hangi çapkın tümce ise; rest çektim ünlem yüklü cümlelere askıntı olan
bilinmezin indinde, görmezden gelmek kadar en aykırı mekanizma, benliğini
sorgulayan ve yalıtılan mizacı ile masumiyet, tepe taklak olmuş olsa da
zincirleme onca kazanın en sübyanı.
Bir gölgeye rast geldim
gecenin zifiri boğarken aşkı ve sevgiyi.
Bir sureye rast geldim
okunan ezanda.
Bir sevgiye teğet geçti
şeytan ve hangi melekse bir başına, soludu çaresizliği baştan savma.
Dengimi ayartmıştı
kader, dengini yitirmişti kadın ve adam.
Bir çocuk soludu acıyı
ve yarası deşildi anasının sıcaklığına doyamazken belki de ana yüreği özlemine
dayanamayacağının bilincinde solmuşken yolun tam da ortasında.
Suretler asılsızdı ve
renksiz.
Tümceler katıksızdı
ezelden.
Yontulmuş nefret iken
beşerin ihaneti ve sezinlenen hangi rüya ise, gözlerim açık, mest olduğum
gündüz vakti…
Yine de yeniden
diyebilmenin özlemi ile saf tuttuğum ve sükûtu delen o çığlığı görmezden
gelemezken insanoğlu.
Bir çocuk öldü
bilinmedik bir zamanda.
Bir kadın okşadı o
soğuk mezar taşını.
Henüz erkendi ayrılık
için ki öteleyemediği randevusunu Azrail vaktinden çok evvel düşmüşken yola.
Bir miladı yâd etmekti
aslolan, yeni bir başlangıcı sonla mimlemek.
Milim milim kusarken
öfkesini, yudumlarken özlemin coğrafyasını ve sezinlediğim en acımasız ve
zamansız ölüm ki; dilimin yarası ve gocunduğum onca teferruat, rast geldiğim
bir denkleme düşmüşken yolu bilinmezin indinde tefekküre daldığım ve yeni
baştan adımladığım.
Gölgeler idi tek
kurtarıcı ve karanlıktı en ıslak düşüm, düşmeden evvel tepe üstü.
Dün kalamadı dünde,
yarını olmayan bir ömrü kim ister, demekse maharet…
Bir döngüden diğerine
seğirttiğim; bir tümceden bir soruya denk düştüğüm ve adı asılı o ölüm
çizelgesinde: Milimini hesap etmiştim oysa çok öncesinde ve soluduğum kaçıncı
acı ise görmezden gelmenin mümkün olmadığı.
Bir ben ve bir sen ve ölüm
kaçınılmazı gerçeklerin en acıtanı.
Suslardan ibaret bir
imge iken yalnızlık ve kâfir gözyaşı yine de engel olamadığım o batılı yürekten
sızan en içli dize.