Peygamberimizin,
“İlim Çin’de de olsan alınız.” Yine din ulularımızdan Hz. Ali’nin, “Bana bir
harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” gibi sözlerle dinimizin öğrenmeye,
ilime ne kadar çok önem verdiği yadsınamaz bir gerçektir. Yine dinimiz
Müslümanın iki gününün aynı olmaması gerekir savıyla inananları çalışmaya
yönlendirir. Öğrenme-öğretme eyleminin sonu yok. Bu bağlamda ünlü İngiliz filozof
Bertrand Russel’den şöyle bir söz okumuştum: “Bilmediklerimiz bir okyanus,
bildiklerimiz bir damla bile değildir.”
Bu
görüşler ışığında yurttaş olarak bizlerin okumaya aydınlanmaya ne çok
gereksinimiz olduğu açık. Hele öğretmenlerimizin gün gün, hafta hafta… her yıl
bilgilerini yenilemeleri okulculuk çalışmalarındaki yenilikleri takip etmeleri
çok önemli. Bilgi çağında yaşıyoruz. Ulusların en önemli zenginlik kaynağı
yetiştirdikleri donanımlı insan gücüdür. Öğretmenlerimiz, güzel günler
yaşamamız ve geleceğimize ümitle bakabilmemiz için çok çalışmalı ve donanımlı
olmalı. Yoksa bu güzel topraklarda barış içinde huzurlu yaşamamız olanaklı
değildir.
Anı-öykülerimi
yazarken birincil amacım kral çıplak bakış açısıyla okullarda yapılan
çalışmaları anlatmak. Yanlışlıkları göstermek, hastalıkları teşhis etmek.
Karınca kararınca yılların kazanımlarıyla edindiğim deneyimlerin ışığında
sorunlara çözüm yolları önermek. Maalesef ülkemizde sıkça uygulanan bilim dışı
uygulamaları irdelemek. Böylesi uygulamaların sorunlara çözüm değil çözümsüzlük
getirdiğini anlatmaya çalışmak.
Az gelişmiş ülkelerde ve
bizde de hep yaşanan bilgiye, tecrübeye ve liyakate önem vermemenin nelere mal
olduğunu sık sık görüyoruz. Tek dileğim halkımızın aydınlanma yaşaması, özgür
düşünceli yurttaş olabilme olgunluğuna erişmesi. Bu ülküye ulaşmanın yolunun çocuklarımızın,
gençlerimizin bilimsel yöntemlerle eğitilmesi. İnsanımızın gerçek düzeyde
okur-yazar hale gelmesi. Karşılaşılan sorunları çözmekte bilimin aydınlatıcı
ışığına yönelmelerini kendilerine yaşam biçimi olarak seçmesi.
Böylesi idealist görüşler
ışığında çoğu kere Don Kişot usulü yaptığım çalışmaları anlatırken sürçi lisan
yapmamaya özen gösterdiğimi de belirtmek isterim.
Analitik düşünerek ve
kutsal dinimizin görevlerini de yerine getirmenin gayet de olanaklı olduğunu
yaşayarak uyguladığımı belirtmek isterim. Bunun için bu seride yazdığım bir
önceki yazıda namaz kıldığımdan bahsetmiştim. Yoksa riyakârlık yapmak değildi
amacım. Biliyorum inanç, kişi ile Allah arasında olan bir ilişki biçimidir.
İsteyen dinimizin kurallarına uyar, istemeyen de serin davranır. Önemli olan
birbirimizi kırmadan, fikirlerimizi özgürce savunabilmek, görüşlerimizi zorla
dikte ettirmemeye çalışmamak.
Okullarda tek gaye
nitelikli eğitim yapacak çalışmaların önünü açmak olmalı. Öğretmenlerin idealist
duygularla yetiştirilmesi işin en önemli ayağı. Bakanlığımız, devletimiz
ülkenin ihtiyacı kadar öğretmen yetiştirecek okullar açmalı. Geçmiş yıllarda
uygulanan köy Enstitüleri ve Öğretmen Okulları uygulamalarından da yaralanarak
çalışmalara bir an önce başlanmalı. Hemen hemen her üniversite bünyesinde
eğitim fakültesi açıp gerekli donanım sağlanmadan öğretmen adayı yetiştirmek
hiç sağlıklı yaklaşım değil.
Gelelim özelde okulumda
genelde ülke düzeyindeki okulculuk faaliyetlerine. Okullarımızda öğretmen okulu
çıkışlı, farklı fakülte mezunları, eğitim fakültesi bitiren ve de sözleşmeli
öğretmenler çalışmaktalar. Farklı okullarda farklı amaçlarla yola çıkanlar
ülkemize has bir uygulamayla bir aradayız.
Benim gibi mesleğinin son
baharını yaşayanlar öğretmen olarak yetiştirilmiştik. Bizim için uzak-yakın köy
önemli değildi. Yurdumuzun yücelmesini kendimize şiar edinmiştik. Aramızda
okuldan aldığımız terbiye ile örnek düzeyde dayanışma duygusu vardı.
Büyüklerimize büyük saygı duyar, onların tecrübelerinden yaralanmakla güzel
başarılara imza atardık. Deneyimli öğretmen büyüklerimiz de bizlere yardımcı
olmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmazlardı.
Giderek meslektaşlar
arasında olmaması gereken aşırı fikir ayrılıkları oluştu. Öğretmenler farklı
partilerin sözcüleri durumuna geldi. Ayrışmalar ve gruplaşmalar baş ağrıtacak
düzeye geldi. Kimse kimseye değil soru sormak, selamlaşmak bile usulen hale
geldi. Bu durumları üzülerek yazıyorum. Meslekte saçları aklaşmış bir müfettiş
benim gibi emekliliği yaklaşmış arkadaş grubuyla sohbet ederken söylediği
sözler çok ilginçti.
“Siz kıdemli öğretmenler
emekli olunca okullarımızın durumu hiç hoş olmayacak. Yeni kuşak öğretmenler
pedagojik bilgilerle yetiştirilmiş olarak gelmiyorlar.” Bu içerikte sözleri hep duyar olduk.
Arkadaşlarımla güzel bir
uygulama içine girmiştik. Sohbetlerimiz esnasında birbirilerimize sıkça sorular
soracağız. Dersleri başarılı işlemek adına soru sormaktan çekinmeyeceğiz. Ayşe
öğretmenim bu konuda açık kalplilikle düşüncesini paylaştı:
“Kendine güveni olan,
yoruma ve eleştiriye açık olan öğretmenler ders işleyişi hakkında sorular
sorabilir.” Arkadaşımız haklıydı. Velileriyle sorunlar yaşayan, teftişlerde
yüzleri gülmeyen arkadaşlar aramıza katılmazlardı. Ben de kendi aramızda üst düzey
yardımlaşma ve dayanışmanın olmasından yana oldum. Bizler birbirimize destek
olur özellikle nitelikli eğitim için görüşlerimizi paylaşırsak öğrencilerimiz
ve de herkes için verimli işler çıkarırız. Müfettiş, amir, veli karşısında alnı
ak, başı dik oluruz savımı sürekli gündemde tutmaya çalıştım.
Mezun ettiğim öğrenciler
artık ikinci kademe öğrencileri olmuştu. Onların durumlarını da takip ediyorum.
Fen Bilgisi yazılısından sınıfça dökülmüşler. Yana yakıla bana geldiler.
Başarısızlıkların nedenini sordum. Burcu’m vardı. Başarılı bir kızımdı. Başladı
anlatmaya:
“Öğretmenim, öğretmenimiz
sınıfımıza dersin yarısında geldi. Sınavı başlattı. Zil çalınca da
kâğıtlarımızı topladı… Cevapları yetiştiremedik.” Bu durumu Fen Bilgisi
öğretmeniyle görüştüm. Yeni mezun genç
kadın öğretmenimiz benimle daha da konuşmadı. Hâlbuki durum hakkında konuşma
isteğim gayet de masumcaydı. Genelde genç arkadaşlar çokbilmişler havasına
kapılıp bizlere yaklaşmıyorlardı. Nihayetinde de velilerle sık sık sorunlar
yaşıyorlardı.
Hele müdürümüz şen,
şakacı bir arkadaştı. İlçe okulumuza atanıyor. Sendikalar itiraz ediyor.
Atanması durduruluyor. Yerine müdür yardımcısı vekâlet ediyor. Kısa süre sonra
bir daha atanıyor. Bu terane hayli devam etti.
Sınıfımda gönlümce
çalışıyorum. Velilerimle iletişim tam. Okulumuzda bir adet fotokopi makinesi
var. Öğrencilerimize çalışma yaprakları hazırlıyoruz. Bu çalışmaları okulda çoğaltıp
öğrencilerimize çalışma ödevi olarak dağıtıyoruz. İkinci kademe arkadaşlarımız
yazılı kâğıdı çoğaltıyorlar. Fotokopi makinemiz sık sık bozuluyor. Velilerimle
görüştüm. Sınıfımıza ait yazıcı aldık. Eve götürdüm. Çalışma kâğıtlarını evde
hazırlıyorum. Sadece bir öğrencin özel eğitime muhtaç. Özel ilgilendim. Velisi
ile birlikte çalışmalar yaptık. Bir ilerleme sağlayamadık. Durumu ilçe
rehberliğine ilettik. İlçeye, birinci dönemin sonuna doğru bildirmeme karşın
haziran ayının ilk haftasına randevu alabildim. Haziranda okullar zaten tatile
giriyor. Bu konuda, İlçe Milli Eğitim Müdürü’ne şöyle bir öneride bulundum:
“Sayın müdürüm seksenli
yıllarda 15. Kolordu İlköğretim Okulu’nda çalıştım. O zaman müdürümüz
okulumuzdaki özel öğretime muhtaç öğrencilere bir sınıf tahsis etti. Bir
öğretmen arkadaş sadece o çocuklara ders veriyordu. Siz de hemen yakın çevre
okullarında bu öğrencilerimiz için bir sınıf açtırsanız… Olmaz mı?” Müdürümüzün
cevabı aşırı trajikomikti:
“Hocam müdür arkadaşlar
sınıf vermiyorlar!” Hani denir ya öp babanın elini. Müdürlük öğretmenlerin
banka özendirme (promosyon) paralarından kendine pay ayırıp müdürlük için özel
araba alırken gayet başarılı bir biçimde irade kullanabiliyor.
Müfettiş geldi. Teftiş
çok güzel geçti. Goncalarım gönlümce okuyorlar. Müfettiş benim için idarede şu
sözleri söylemiş. Müdür yardımcısı arkadaş anlattı:
“Otuz altı yıllık bir
arkadaş. Hayret ettim. Sanki göreve yeni başlamışçasına enerjik ve çaba içinde.
Arkadaşa dikkat edin emekli olmasın.”
Sene sonunda velilerimin
yüzü gülüyordu. Güzel bir okuma bayramı yaptık. Haziran ortaları geldi
karneleri verildi. Sene sonu toplantıları ve seminer dönemine girdik. İlk kez
piknik yaparak sene sonu öğretmenler kurulu yaptık. Eğlenmek güzel. Hem piknik
beraberinde kurul yapılması tuhaftı. Sadece teftiş raporları dağıtıldı. Gerisi
şarkı ve sohbet. Gündem, çalışmaları irdelenmesi yok.
İki yıl önceki rapor notum,
100 tam nottu. Bu kez 99 olarak takdir edilmiştim. Otuzun üzerinde öğretmen
kadrosu içinde birkaç arkadaşımız 98 almıştı. Not önemli değildi. Önemli olan
öğrencilerimin başarılı olmasıydı. Öylece tatile girdik.
Meslekte otuz yedinci
yılı da gayet başarılı götürüyorum. Önceki yıllarda iki kez sağ kasıktan fıtık
ameliyatı geçirdim. Bu kez sol kasıktan fıtık çıktı. Ameliyat olmam gerekti.
Yıllar önce köyde baba evinde çok ağır koşullarda çalışmıştım. Çalışırken
Allah’ın verdiği gücümü sonuna kadar kullanırdım. Okullarda da fiziki çalışma
durumu olduğunda aynı biçimde işe dalarım. Okula demirbaş dolap mı gelmiş, masa
mı? Hiç üşenmeden taşınmasına yardım ederdim. Her neyse ameliyat gerekiyor.
Nöbetlerimi hiç
aksatmadan tutardım. Son sene müdürüme istirhamda bulundum özellikle soğukların
sürdüğü günlerde bana nöbet yazmayın. Yanılmıyorsam yirmi beş yıl çalışan
öğretmenlere yönetmelik gereği nöbet tutturulmaz. Müdürüm gülerek teklifimi
geçiştirdi. Emekli olmaya karar verdim. Öğretmenler odasında kısa bir toplantı
tertiplendi. Arkadaşlar şu şiirlerle veda ettim.
Ziller
Çalacak
Zil
çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir
Zil çalacak, ziller çalacak benim için,
Duyacağım evlerden, kırlardan, denizlerden;
Ta içimden birisi gidecek uça ese...
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.
Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir
Zil çalacak, ziller çalacak benim için,
Duyacağım iskelelerden, istasyonlardan bütün;
Ta içimden birisi koşacak ardınızdan....
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.
Sonra bir gün bir zil çalacak yine
Hiç kimseler kimsecikler duymayacak,
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...
Ta içimden birisi kalacak oralarda
Ben gideceğim. Zeki Ömer DEFNE.
Gözleri yaşaran arkadaşlarım oldu. Hayat bu,
ne diyeceksin. Her şeyin bir sonu var! Bunun gibi nice tatlı başlayan
ilişkilerde günü geliyor bitebiliyor. İstemesek de..!
Üçüncü ameliyat
geçirirsem gönlümce öğrencilerime yararlı olamam diye otuz yedinci yılın
sonunda emekli oldum. Yaz geçti. Artık benim için goncalarla bir arada
olamayacaktım. Onların en tatlı kuş cıvıltılarından daha hoş olan seslerini
duyamayacaktım. Okullar açıldı günler geçti. Bir gün arkadaşlarımı ve
öğrencilerimi ziyaret etmek adına okula gittim. Arkadaşlarla selamlaştık. Özlem
giderdik.
Zil çaldı. Sınıfımı alan
arkadaştan izin alıp öğrencilerimi ziyaret ettim. Geleceğimi duymuşlar. Sınıfa
girince hepsi ayağa kalktılar. Selamlaştık yerlerine oturdular. Zaman işte o anda durdu. Dünya dönmüyor, saatler
çalışmıyordu! Karşılıklı bakıştık. Bakışlarımızda çok anlamlar yüklüydü. Hepsinin
bakışlarında bir siten bir küsmüşlük vardı. Bakışlarıyla “Bizi niçin bıraktın..!”
diyorlardı. Hele birinci sınıfta komşu okula intibak edemeyip sınıfıma gelen
küçük goncamın sessiz, mahcup duruşunu, beni süzüşünü, o bakışları unutamam. Bu
yazıyı yazarken bile o bakışı bu an gibi anımsadım ve gözlerim yaşardı. Yaşama
yeniden başlamak olası olsa meslek olarak yine öğretmenliği seçerim demekten
öte bir sözüm yok.