Doksanlı
yıllarda öğretmen camiasında büyük bir hazan mevsimi yaşandı. Hazan mevsimi
güzeldir. Romantik, naif duygular yaşanır bu mevsimde. Gün gün doğa yeşil
giysilerini değiştirir. Gökkuşağına has renklere bürünür yapraklar ağaçlarda.
Önce yeşilin tonları değişir yavaş yavaş. Yapraklar gazellenir. Sert esmeye
başlayan rüzgârlarla uçuşan yapraklar toprakla buluşur. Nihayet dağların
başlarını ak karların yağmaya başlamasıyla kış mevsimi ve nihayetinde de yer
karasının turlarına devam etmesiyle mevsimler yaşarız. Yıllar geçer ha bire. Bu
döngü sürer gider normal akışında.
Camiamızda
yaşanan hazan mevsimi hiç güzel olmadı. Bir balon uçuruldu. “Bundan böyle
emekli olanlara kıdem tazminatı ödenmeyecek!” elbette aslı astarı yoktu bu
söylentinin. Lakin etkisi büyük oldu. Ellili, daha çok kırklı yaşlarını yaşayan
öğretmen arkadaşlarımız emekli oldu. Ülke erken emekliler cennetine dönüştü. Oysa
kırklı, ellili yaşlarını yaşayanlar çalıştığı işlerde deneyim kazanmış,
yaşamlarının en verimli yılları yaşarlar. Maalesef emekli olan meslektaşlarımın
çoğu kahvehanelerin sürekli müdavimi olup çıktılar!
Mesleki
anılarımdan oluşturduğum bu öyküm ellili yaşlarımı yaşadığım dönemle ilgili
yaşanmışlıklarımdan kesitleri kapsıyor. Emekli olmayıp çalışanlardan bir
öğretmen olarak geçen yıllar içinde kazandığım deneyimler ve her yıl okuduğum
mesleki ve genel kültür eserlerinden edindiğim birikimlerle gönlümce çalışmalar
yaptım. Benim gibi emekli olmayan az sayıda arkadaş da vardı.
Veli
profilim oğlum ve kızım yaşlardaki kuşaklardan oluşuyordu. Velilerime bir
ağabey, bir amca, dayı durumundaydım. Biricik amacım, öğrencilerimin bilgi
toplumuna erişmiş ülke çocukları düzeyinde bilgi, beceri ve davranış
edinmeleri.
İdealist
hedefler seçilip, dürüstçe ve iyi niyetle çalışınca ortalık güllük gülistanlık
oluyor. Yeter ki, öğretmen çalışmalarıyla paydaşlarına; okul idaresi,
meslektaşları en önemlisi de veli ve öğrencilerine güven versin. Bu güven
sağlandığında insanımızın yüzü gülüyor. Ses getirici başarılar elde ediliyor.
Başarı
kıstaslarım öncelikle başlıcaları nelerdir? Sevmek… Doğayı sevmek... Doğan
güneşin altın ışıklarını sevmek. Uçan kuşları, denizdeki balıkları, börtü
böceği sevmek. Gökteki bulutları,
yağmurların yağışını, şimşek çakmasını, denizlerin kabarmasını, dalgaların
yükselmesini sevmek.
Çocukları,
çocukların gülüşünü, onların yalansız, riyasız dünyalarını sevmek. Annelerin
çocuklarına sarıldıklarında gözlerinde oluşan ışığı sevmek. Nihayet yaptığın
işini aşk düzeyinde sevmek. Sınıfa güler yüzle girebilmek.
Gerisi
kolay. Nedir gerisi benim için? Görevi namus olarak kabul etmek. Namus
kelimesini yazarken ilkokul öğretmenimin sözünü anımsadım:
“Görev
namustur. Hakkıyla yapmayan namussuzdur.”
Birinci
sınıf okutuyorum. Yeni tanıştığım velilerime güven vermek adına neler yapmaya
çalıştım. Konuşmalarımda vurguladığım görüşleri şöylece özetleyebilirim.
Görevlerimizi gerektiği biçimde aksatmadan yapacağız. Çalışmalarım hakkında her
türlü sorularınıza açığım. Başarılı olmak adına yapamacağım hiçbir fedakârlık
yoktur. Bilmenizi isterim.
Toplantılarıma zamanında geleceksiniz. Son
yıllarda okul giderleri için sınıflarımızda paralar toplanıyor. İkinci bir görevimiz
var bu bağlamda; tahsildarlık yapmak. Toplanan her kuruşun hesabını sormanızı
isterim.
Öğrencilerimize
evlerimizdeki en nadide çiçeklerle ilgilenircesine ilgileneceksiniz. Kahvaltı
yaptırmadan çocuğunuzu okula göndermemeye özen göstereceksiniz. En haz
etmediğim davranış türü veli adına; çocuğuna harçlık verip okul kantininde
kahvaltı yapmasını istemeleridir.
Evlerde
okuma saatleri düzenleyeceğiz. Çocuklarımızı öykü, masal, şiir kitapları
okutarak uyutacağız. Velilerimle kısa sürede tanışıp kırk yıllık dost gibi
olduk. Bana en ufak sorunlarını bile anlatır hale geldiler.
Okuttuğum
sınıflarda sınıf kitaplıklarını zenginleştirmeye azami özen gösterdim.
Velilerimin mali durumlarını zorlamamak adına ekonomik durumları iyi olan
velilerime mektuplar yazdım. Sınıf kitaplığı oluşturmak için birer fitre
paralarına talip oldum. Sağ olsunlar beni kırmadılar. Paralar geldi. Birkaç
takım kitap aldım. Halk olarak törenlere müptelayız ya. Sınıf kitaplıklarını
törenle açtık. Sınıf annemize kurdeleyi kestirdim. Şanda şöhrette gözüm yok.
Yeter ki öğrencilerim ve velilerim okumayı sevsinler.
İlçe
Halk Kütüphanesi’ne sınıfça velilerimi de davet ederek geziler yaptık. Kütüphanemizin bulunduğu iş merkezinde düğün
salonları vardı. Tuhaftır, velilerimiz düğün salonlarını biliyorlar fakat
kütüphaneyi ilk kez fark ettiklerini söylüyorlardı. Çoğusunu kütüphaneye üye
yaptık. Almanya’da öğretmen olarak çalıştığım yıllarda yaptığım uçak
yolculuklarında Alman yolcularla da uçtum haliyle. Onlara özenirdim. Uçuş
esnasında ellerindeki kitapların büyülü dünyasına dalıp sessizce yolculuklarını
tamamlarlardı. Halkımız niçin onlar gibi olmasın?
Birinci
sınıfı okuttuğumu söylemiştim. Sınıfımı araç gereç yönünden de donanımlı hale
getirdik. İnternet bağlantılı
bilgisayar, projeksiyon gibi anaçlarla donattık. Bu çalışmalarda bana yardımını
hiç eksik etmeyen adaşım İbrahim öğretmenim ve ilk öğretmenlik yaptığım ilçem
Araklılı velimin yardımlarını unutamam.
Birinci dönemin sonu yaklaşıyor. Öğrencilerim
okur-yazar oldular. Kendime has uygularım var. Karne verileceği hafta veli
toplantısı yaparım. Velilerime anlatırım: İki haftalık dinlence sırasında,
çocuklarını sinema, tiyatro gibi etkinliklere götürmeleri salık veririm.
Çarşıya her çıktıklarına onlara muhakkak kitap alıp hediye etmelerini söylerim.
Okumaya yeni geçtikleri için öğrencilerime sadece kitap okutmalarını salık
veririm.
Her
biri benim için ayrı bir değer olan öğrencilerimden birisi de Ali’mdir. Ali,
arkadaşlarına göre biraz yapılı, tonton yanaklı, yeşile çalan gözleriyle,
konuşkan sevimli bir öğrencimdir. İyi okuyanlar arasındaydı. Tatilde annesiyle
birlikte, annesinin ailesini ziyaret için İsparta’ya gideceklerini söyledi.
İki
hafta çabuk geçti. Yine sınıfımdayım. Her ne kadar öğrencilere kitap okumayı
salık versek bile tatil dönüşü öğrencilerimizi umduğumuz düzeyde bulamayız. Böyle
olmasına karşın kısa sürede çalışmalar istenilen düzeye gelir.
Ali’nin
durumu çok farklıydı. Birinci dönemdeki Ali’m[r1]
gitmiş. Onun yerine okumayı adeta unutmuş, karamsar bir öğrenci gelmişti. Konuşmalara
girmiyor. Teneffüslerde arkadaşlarının oyunlarına katılmıyordu. Durumunda bir
rahatsızlık olduğumu hissettim. Öğrencimle bire bir konuştum. Söylediklerine
üzüldüm:
“Öğretmenim,
biliyorsunuz babam İstanbul’da çalışıp hafta sonları evimize geliyordu. Artık
babam gelmez oldu. Bize kim bakacak!”
Hemen
anneyi aradım. Okula davet ettim. Kızım yaşında çalışan bir velimdi. Durumu
konuştuk. Henüz ayrılma safhasına gelmemiş olduklarını ve de eşiyle sıkıntılar
yaşadığını anlattı.
Böylesi
durumlarda eşler arasındaki sorun zamanında çözülmesi önemlidir. Bu durum
kanserin erken teşhisi gibidir. Erken teşhis kanseri yenmede ne kadar önemliyse,
kopma noktasına gelmemişse eşler arasındaki sorunlar; gerekli müdahaleler
yapılırsa olumlu sonuçlar alınacağına inanırım.
Özellikle
hiçbir kadın kolaylıkla yuvasının bozulmasını istemez. Hele ortada çocuklar
varsa. Anne ayrılma taraftarı değildi. Babanın telefonunu aldım. Öğrencimin
durumunu anlattım. Baba ile birkaç kez görüştüm. Öğrencilerimin mutluluğu için
olanaklarımı sonuna kadar zorlarım. Bir aile dağılırsa gökler ağlarmış.
Genç
anne-babayı okula davet ettim. Bir hafta sonu okulda buluştuk. Ortam pek güzel
değildi. Hava parçalı bulutluydu. Konuştukça, güneş bulutların arasından
ışıklarını salmaya başladı konuşma yaptığımız odaya. Hazırlıklıydım. Gençlere
şu öyküyü okudum:
“Yeni
evli bir çift vardı. Evliliklerinin daha ilk aylarında bu işin hiç de hayal
ettikleri gibi olmadığını anlayıvermişlerdi.
Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi. Âmâ şimdilerde
küçük bir söz ufak bir hadise aralarında orta çaplı bir kavganın çıkmasına
yetiyordu.
Bir akşam oturup ilişkilerini gözden geçirmeye karar
verdiler. Her ikisi de boşanmayı istememekle beraber işlerin böyle
gitmeyeceğinin farkındaydılar.
Erkek '' aklıma bir fikir geldi ''dedi. ‘Bahçeye bir ağaç
dikelim ve eğer bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım. Kurumaz da büyürse bunu
bir daha aklımızdan geçirmeyelim. Bu süre içerisinde ayrı ayrı odalarda
kalalım.''
Bu ilginç fikir hanımının da hoşuna gitti. Ertesi gün gidip
bir meyve fidanı aldılar ve birlikte bahçeye diktiler. Aradan bir ay geçti. Bir
gece bahçede karşılaştılar. Her ikisinin de elinde içi su dolu bidonlar
vardı...”
Öykü
bittiği zaman üçümüzün de gözleri yaşardı. Velilerim bana teşekkür ettiler. Bir
pastahaneye gidip kahve içtik. Bir hafta sonu cumartesim böyle geçti.
Ali’nin
kısa sürede performansı arttı. Hele bir gün öğlen yemeği dönüşü babasıyla
sınıfa geldi öğrencim. Ali’yi hiç o kadar mutlu görmemiştim. Gözlerinin içi
gülüyordu. Bak öğretmenim, “Babamın kanatları altındayım. İşte babam
yanımda…”der gibiydi.
Mesleğimin
son yıllarında böylesi güzellikleri de yaşamak tanımsız mutluluk kaynağım
oluyordu.