Yirmili
yıllarımı yaşayan genç bir öğretmenim. Yetmişli yıllar. Güzey yurdumun güzel
bir ilinin kuş uçmaz kervan geçmez uzak bir köyünde öğretmenim. O yıllarda köy
okulları nisan ayı sonunda yaz tatiline girerdi. Karneleri dağıtınca biz köy
öğretmenleri soluğu baba evimizde alırdık. Ta eylül başlarında seminerlerin
başlamasıyla bir görev yerlerine dönerdik. Evet, uzun bir tatil süremiz vardı.
Lakin köylerimizde sadece okul binası vardı çoğunlukla. Okul binası olmayan
uzak köylerimizde de vardı.
Köylerimiz
yola, suya kavuşmamıştı. Şehir merkezlerine ulaşımı ne siz sorun ne ben
söyleyeyim! Yol yok, vasıta haliyle yok! Sadece büyük köylerimizin bazılarında
sağlık ocağı vardı. Elektrik, telefon benzeri iletişim araçlarının esamisi bile
okunmazdı. Bir radyo ile zaman geçirirdik; dünyada olup bitenleri
izleyebilirdik. O bakımdan köy öğretmenlerinin tatili çok görülmemeli.
Günümüzün öğretmenlerin şimdiki durumları altmışlı, yetmişli yıllara göre düğün
bayramdır. Kırklı yıllarda tüm olanaksızlıklarda köylerde çalışan öğretmenlerin
şimdi cennet bahçelerinde dolaştıklarına inanıyorum. Uzak köy yollarında karda,
tipide şehit olanlar zaten cennetliktir. İnancım budur.
Yetmişli
yıllar diye girdim öyküme. Yaz tatili gelmiş. Doğduğum köydeyim. Köyümüz ilçeye
yakın. Hafta içinde en az bir kez ilçeye gidiyorum. Arkadaşlarla buluşuyoruz.
Biraz muhabbet. Birkaç çeşit gazete alıp köye dönüyorum. Güneşli güzel bir gün.
Köyde işler henüz fazla yoğun değil.
Sabahın
erken saatleri. Küçük şirin ilçemizdeyim. Ana cadde boyu yürüyorum. Sağda solda
iş yerlerinin kapıları açılmış. Çok az insan var benim gibi ilçeye gelen. Az
ileriden sesler yankılanıyor…
Bizim köyden genç bir kadın kaldırımda
duruyor. Karşısında beyi olduğunu tahmin ettiğim orman bakım memuru ses tonunu
artırarak konuşuyor. Kadının komşu köyden bir ormancıyla evlendiğini duymuştum.
Evet, ormancı köyümüzün eniştesi. Söylediği sözler yenilir yutulur cinsten
değil:
“Sen
evime geldin, evde bet bereket kalmadı! Ne biçim insansın sen! Yüzünü görmek
istemiyorum…” Adam ağzına ne gelirse sayıp döküyordu. Sokaktır, çarşıdır,
ayıptır, düşündüğü yok! Ağzından çıkan sözleri kulakları duymuyordu!
Ya kadın, kaldırımda
ayaklarının üzerinde adeta can teslim ediyor. Omuzları çöküyor. Resmen
küçülüyor, boyu kısalıyordu. Hani üzerinde durduğu kaldırım yarılsa metrelerce
derinlere gitmek ister bir hali vardı. O gün bu gün kadının üzgün, ezilmiş
halini unutamam.
Boşanma davaları varmış. Biraz sonra hâkimin
karşısına çıkacakmışlar. Birkaç saat sonra kadının akrabası köylümüz bir delikanlı,
hükümet konağının önünde ormancıya çift dalıp alaşağı edip hayli hırpaladığına
da tanık oldum. Nihayet eşler
ayrılmışlar. Yıllar sonra ormancının aklı dengesinin bozulduğunu ve bir
cinayete kurban gittiğini duydum. Kadın, köyümün zavallı bacısı daha sonra evlendi,
mesut bir yuva kurdu.
Özellikle
o olaydan sonra, yıkılan bir yuva haberi duysam yıllar önce ilçemde tanık
olduğum kaldırımın üstünde ezik haliyle susan kadını anımsar içim burkulur. Yuvalar yıkıldığı zaman daha çok kadınlarımız
acı çeker. Hele kadının ekonomik bağımsızlığı yoksa bu acı giderek katmerlenir.
Güzel
ülkemin güzel insanları arasında çok bulundum. Öğretmenlik yaptım. Yazılarımda
sürekli anlatmaya çalıştım. Halkımız gerektiği kadar aydınlanma yaşayamadı.
İnsanımızın okuyup aydınlanma yaşaması çok önemli! Niçin? Bir meslek edinmek,
para kazanmak, iş tutmak için de okumak gerekiyor. Ekonomik bağımsızlık için de
bireyin kendi parasını kazanması gerek. Günümüzde ekonomik bağımsızlığı olmayan
bireylerin özgür yurttaş olma şansları hiç yoktur. Eğer kadınlarımız okur,
meslek edinir kendi paralarını kazanabilirlerse eşlerinin ellerine bakmazlar.
Velilerime yıllarca özellikle kız çocuklarını
okutup onların meslek sahibi yapmak için tüm olanaklarını zorlamalarını salık
verdim. Velilerime ve kız öğrencilerime düz mantıkla şöyle anlatırdım:
“Eş
seçerken olaylar güzel gelişir. Fakat erkeğin alnında ‘iyi adam, kötü adam’
yazmaz. Elbette evlilik yolculuğuna çıkanlar yollarının ayrılmasını istemezler.
İşler iyi gitmezse eşlerin ayrılması zorunluluk haline geliyor. Böylesi durumda bir de kadınların ekonomik
bağımsızlığı yoksa işin bu yönü çok acıdır diye velilerimize hep anlattım.”
Anlatmamla
kalmadım. Çalıştığım okullarda, sınıflarımda böylesi durumlarda hep kadın
velilerimden taraf oldum. Hele mesleğimin ellili yıllarında aklaşan saçlarım,
yılların deneyimiyle kızım, gelinim yaşındaki genç velilerimle dostça iletişim
kurdum. Birbirilerimizin sırdaşı durumunda olduk. Karşılıklı güven ortamı
oluşturduk.
Biliyorum toplumun temeli
aile. Hoşgörü ve barış içimde mutlu yaşayan ailelerden dinamik toplumlar
oluşur. Tek amacım deneyimlerimi velilerimle paylaşmak öğrencilerimize
nitelikli eğitim verebilmek üzere üzerimize düşen görev ve sorumlulukların gereğini
yapmak.
Şehir
okullarında toplantılara kadın velilerim gelirdi. Maalesef çalışan kadın velim
çok azdı. Gencecik pıpıl pırıl insanlar kocalarının ellerine bakıyorlar. Üretim
adına, ailelerinin bütçelerine katkı anlamında bir çabaları yok.
Otuzlu
yıllarımı çalışıyorum. Aynı okulda beş yıl çalışarak bir sınıf mezun ettim.
Yeniden birinci sınıfları okutuyorum. Veli profilim iyice genç insanlardan
oluşuyor. Sınıf mevcudum kalabalık değil. Meslekte geçen yıllar içinde nice
deneyimler edinmişim. Elli altmış mevcutlu sınıflar okutmuşum. Çalışmalarımda
en ufak bir sıkıntı yok.
Kararlarımızı
demokratik yöntemlerle alıyoruz. İki adet sınıf annesi seçtik. Sınıf annesi
seçimi için üç adet aday vardı. Fazla zaman harcamamak adına oylama yapılırken
adayları dışarı çıkardık. Az oy alan velimiz elendi. Tüm bunları niçin
yapıyorum? Demokrasiye olan saygımdan. İş bölümü yaptık. Herkes görevini
bilecek.
Sene
sonunda okuma günü yapacağız. Eğitsel amaçları geziler yapıyoruz. Gezilere
gidip gelirken çocuklarımızın güvenliği için velilerden yardım alıyorum. Bu ve
benzeri durumlarda sınıf anneleriniz görev yapacak.
İki adet
sınıf annemiz var. Birisi çok aktif. Okul aile birliğinde de görev alıyor.
Çalışkan, güler yüzlü, özgüvenli bir insan. Diğer annemiz çok genç, muhafazakâr
bir aile kızı. İnce uzun boylu, narin
bir hanımefendi. Çok tatlı iki erkek evladı. Büyüğü benim öğrencim. Küçüğü de
zaman zaman annesiyle sınıfıma geliyor. Tam gün ders yapıyoruz. Öğlen teneffüsleri
uzun. Sınıf anneleri ve evleri okula biraz uzak olan velilerim çocuklarına öğle
yemeği getiriyorlar. Velilerimle hemen hemen her gün görüşebiliyorum. Öğrencilerin
performansları hakkında sık sık sohbetler ediyoruz. Eşlerinin işlerinden de
anlatıyorlar.
Sene
ortası geldi, ara tatile girdik. Zaman su gibi akıyor. İkinci dönem başladı.
Öğrencilerim okuma yazmaya geçtiler. Tüm enerjimizi mayıs ayının başında
yapacağımız okuma şenliğine harcıyoruz. Programımız oldukça yüklü. Gösteri
çeşitleri çok. Hepsi için farlı kılık kıyafet gerek. Sınıfça seferber olmuş
durumdayız. Provalara başladık.
Genç sınıf annemin neredeyse gülmesini unuttu.
Çalışmalara sessizce katılıyor. Bir sıkıntı olduğunu hissettim.
Diğer
sınıf annemize sordum durumu. Eşiyle sıkıntısı olduğunu anlattı. Şaşırdım. Aşırı hanımefendi, saygılı konuşan,
davranışları diğer velilerime örnek oluşturacak kadar düzgün bir insan. Beyi bu
güzel insanda ne eksiklik buluyor diye de ayrıca merak ettim.
Hemen duruma müdahil
oldum. Sınıf annemin eşini de tanıyordum. İlçenin merkezinde fotoğraf stüdyosu
vardı. Genç, yakışıklı, oğlumdan yaşı küçük bir gençti. Görüştüğümüzde gayet
saygılı konuşurdu.
Genç anneyle bire bir
görüştüm. Ne var ne yok dememe kalmadı başladı anlatmaya benim melek yüzlü velim:
“Öğretmenim, babam
yaşındasınız. Size güvenin sonsuz. Benim için babam kadar saygıdeğersiniz. Eşim
iş yerinde bir kız çalıştırıyor. O kızla gönül ilişkisine girmiş. Çok üzgünüm… Ayrılma
safhasına kadar ilişkilerimiz yara aldı.”
Dilimin döndüğü kadar bir
yuvanın yıkılmasının güzel olmayacağını söyledim. Fevri karar verip çabucak
ayrılma yoluna girmemelerini, kırıcı sözler söylememelerini önerdim. İki güzel
evlatlarının olduğunu. Ayrılıklarda en büyük acıyı çocukların yaşayacağını
anlattım. Zaman geçirmeden erkek velimle de görüşeceğimi ilave ettim. Aile birliğinin
sarsıntı geçirmesi engin denizlerin ortasında yara alıp batma tehlikesi
yaşaması kaçınılan gemiye benzer. Erken müdahale edilebilirse tehlike
önlenebilir inancındayım.
Zaman her şeye gebe.
Bakalım sonuç ne olacak diye merak ediyorum. Velimle bu konuyu ara ara görüşüyorum.
Genç anne eşine durumu bana anlattığını söylemiş.
Kazanova velim bir gün
çocuğunu almak için okula gelmişti. Beni görünce çabucak uzaklaşmak istediğini
fark ettim. Üstüne üstüne gittim. Selamlaştık. Başladı anlatmaya. Tabi bu arada
yüzü kızarmaya başladı:
“Öğretmenim, nasılsınız?
Öğrencileriniz çok şanslı. Sizin gibi tanınmış bir öğretmenleri var. Sizden çok
memnunuz…”
Velim konuşmak için
fırsat vermiyordu. Zaten zaman da uygun değildi. Ben de kısa konuştum:
“Oğlum yaşındaki genç
velilerimle sohbet etmek benim için farklı bir güzellik. Zaman ayırıp okula
gelmeni isterim. Çocuklar babalarını da okulda görünce daha da mutlu olurlar.”
Genç velim benden
kaçıyordu. Böylesi durumlarda dikkatli olmak çok önemli, kaş yaparken göz
çıkarmak da var. Sınıf anneme paydos saatinde okula gelmemesini, beyini
göndermesini söyledim.
Bir ders bitimi genç
babayla konuşma olanağı yakaladım. Yanlış bir yola girdiğini, gül gibi bir eşi
ve iki adet melek gibi çocukları olduğunu özellikle vurguladım. Empati yap.
Durumu sakin bir kafayla iyice düşün! Bu tür sözler söyledim. Çok fazla
konuşmanın yarardan çok zarar getireceğine inanıyordum. Genç arkadaşımın mahcup
bir hali vardı. Onun bu hali işlerin yoluna gireceğine dair bir ümit belirdi
bende.
Mayıs ayı yaklaşıyor.
Provalarımızı sıklaştırdık. Sene sonun yapılacak okuma şenliği etkinliği bir
sanatçının eserlerini sergilemek örneği bir durumdur. Öğrencilerimizi
meslektaşlarımızın ve tüm sevenlerinin karşısına çıkarırız. Ak ve kara o gün
belli olur. Her öğretmen böylesi şenliklerin eksiksiz ve başarılı geçmesini
ister. Günler uzamış. Ders bitiminden sonra provalara devam ediyoruz.
Yine böyle bir gün.
Paydos zili çaldı. Öğrencilerimle sınıfta bekliyoruz. Az sonra salona geçip
çalışmalara devam edeceğiz. Sınıf annelerimizle bazı velilerde okula gelip
çalışmalara eşlik ediyorlar. Benim genç sınıf annem yanıma geldi. Adeta yüzünde
güller açmıştı. Benimle bire bir görüşmek istedi, bir boş sınıfa geçtik.
Başladı anlatmaya:
“Öğretmenim çok
mutluyum. Dün akşam eşimle konuştuk.
Benden özür diledi. Çocuklarımı düşündüm. Barıştık. Aramızda hiçbir sorun
kalmadı. Bu mutluluğu yaşamamda sizden büyük yardım ve destek gördüm. Allah
sizden razı olsun.”
Okuma şenliğimiz güzel geçti. Konuklar
arasında genç sınıf annemim eşi ve aile büyükleri de neşe içinde şenliğimizi
izleyenler arasındaydı. Sınıf annelerim bana ve öğrencilerime bir sürpriz
yaptılar. Her öğrencime birer kitap hediye ettiler. Kitap almışlar. Benim kitaba,
insanımın okuma alışkanlığı edinme çabalarımı iyice hissetmişler. Gerek bir
ailenin dağılmaması ve gerek çocuklarıma kitap hediye edilmesi o yıldan
hafızamda kalan hoş bir güzellikti.