Her faninin yaşamında sanatın yadsınamaz bir yeri vardır. Ama az ama çok. Tüm âlemlerin yaratılışı da başlı başına bir sanat. Mehtaplı gecelerde gökyüzünde yıldızların akla zarar gizemli hallerinde ne büyük anlamlar ve güzellikler saklı. Yüce dağlar, dağlarda esen rüzgârlar, akarsuların, deniz ve göllerin, ormanların sessiz müziği, daha nice doğa olayları başlı başına bir sanat. Yemyeşil çimenler, çimenlerin arasına boy atan çiçeklerin tanımsız güzelliği birer sanat harikaları. Gücenmesin bana denizleri süsleyen adalar, kıyılardaki koylar, çöllerdeki yemyeşil vahalar… Evet, bunlar yüce yaratıcının bizlerin hizmetine sunduğu gerçek sanat örnekleri.

 

         Biz insanların da tensel ve tinsel özelliklerimizle bir sanat şaheseriyiz. Ya insanların ürettiği sanat eserleri ve sanat türleri. Ki, ben o sanat türlerinden en çok yazın türlerine aşığım. Öncelikle şiire elbet. Şiire ilgim ne zaman ve nasıl başladığımı anımsıyorum diyemem. Güzel yurdumun doğayla, doğanın müziğiyle doyasıya yaşandığı yeşilin bol olduğu uzak bir köyünde doğdum. Babamın kavalının yanık melodilerinin övgüsünü çok duydum. Bunun yanında evimizde uzun kış gecelerinde okunan âşık kitapları vardı. Destansı Kerem Aslı hikâyeleri ve Kerem’in şiirleri okunur, bazen de babam bu şiirleri türkü tarzında seslendirirdi. Müziğe ve şiire tutkunluğumun çocukluk yaşanmışlıklarımın etkisi olmuş yargısına kolaylıkla varıyorum.

 

         Şiirin binlerce tanımı vardır elbette. Bir tanımda benden gelsin bu yüce sanat dalına. Öğretmenlik günlerimde coşkulu duyguların en etkili, tanrısal bir yücelikle, tanımsız bir güzellikle anlatma sanatıdır diye tanımlardım edebi sanatların bu harika türünü.

 

         İlkokul öğretmenliği çocuklara ailede verilen kişilik gelişmesi ve eğitimi ile ilgili davranışların okulda devam ettirildiği bir yüce meslektir.  Sağlıklı, özgüvenli kuşakların yetişmesinde okullarımızda kazandığımız ve öğretmenlerimizce kazandırılan davranışlar bizim hayata tutunmamızı sağlar. Hayatı kazanmak, mutlu yaşamak sadece maddi olanakların sağlanması ile olanaklı olmuyor. Beden sağlığımız için beslenme, temizlik ne kadar gerekli ve önemliyse ruh sağlığımız için de güzel sanatların gereği de o kadar önemli.

 

         Öğretmenlik mesleğini icra ederken şiirden çok yararlandım. Gerek kendim, gerek başarılı şiir okuyan öğrencilerime şiirler okuttum. Sınıfı kümelere ayırdım. Kümelerle şiirler okuduk. Şiir yazma denemelerimiz oldu. Öğrencilerime okumayı sevdirme bağlamında şiirin bana sağladığı katkı ve güzellikleri hiç ama hiç unutamam. Okuldaki etkinliklerde ve özel hayatımda şiirsiz günüm geçmedi desem yeridir. Hafızamın derinliklerine nakşedilmiş şiirlerle süslü şiirsel anılarla devam edeyim yazıma.

 

         Güneşli bir mayıs sabahı. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutlamak için öğrenci ve öğretmen kadrosu ve de velilerimiz, davetliler okulun bahçesinde toplandık. Törende günün anlam ve önemi konuşması bana verildi. Konuşmaya son yıllarda moda olan, “sayın …., sayın….., sayın…” sayınlı tümce ile başlanır. Tam şark işi! Mikrofonu elime aldım, söze direkt, F. H. Dağlarca şiiri ile başladım:

 

Mustafa Kemal

Mustafa Kemal'i gördüm düşümde,

Daha, diyordu.

Uğruna şehit olasım geldi hemen

Sabaha, diyordu.

Al bir kalpak giymişti al,

Al bir ata binmişti, al,

Zafer ırak mı ? dedim,

Aha, diyordu.

 

Ses düzeni de eksiksizdi. Şiir hala ezberimde. Abartısın söylüyorum:  Ana sınıfı çocuklarımızdan konuklara kadar tüm dinleyenler şiir bitinceye kadar nefes almadılar dersem yeridir. Konuşma metnimde güzeldi. Sunumum çok beğenildi. Şiir…şiir… şiir…

 

         Otuzun üzerinde öğretmen kadrosu olan başka bir okulda çalışıyorum. Çalışma disiplinine, genel kültürüne büyük saygı duyduğum müdürümüz, organize ettiği etkinliklerle okulumuzun kapılarını çevreye sonuna kadar açardı. Okulda drama, müzik, folklor, şiir okuma benzeri etkinlikler yapılırdı. Yine böyle bir etkinlikteyiz. Salon velilerimiz, davetliler ve aile bireyleriyle meslektaşlarımızla dolu. Benim görevim belli. Şiir okuyacağım. İzleyenleri Azeri şair Resul Rızanın Ataol Behramoğlu çevirisi şu şiirle selamladım.

 

BEN İSTERİM

Ben isterim ki

Bulutlar ağlasın

Çocuklar ağlamasın.

Hiçbiri öksüzlük

Yetimlik duymasın.

Ben isterim ki

Konuşsun her çiçek

kendi dilince

Silahların

kesilsin sesi.

Ben isterim ki

soğuğa, karanlığa

kapansın kapılar,

Gözler kapanmasın,

Sözler kapanmasın.

Ben isterim ki,

Yangınlar sönsün,

Umutlar sönmesin.

Erişsin her meyve

kendi çağında.

Yüreklere

acı söz değmesin.

Ben isterim ki,

eğilsin dallar

bereketten.

İnsanoğlu

başını eğmesin

utançtan ya da güçsüzlükten.

Ben isterim ki

gözyaşı gibi

aksın pınarlar

berrak, duru

toprağın üzerinde.

Pınar gibi

akmasın gözyaşı

yeryüzünün hiçbir yerinde.

Ben isterim ki

Her şey eğilsin

insanın önünde

insan insana tutsak olmasın.

Ben isterim ki

sevinç, mutluluk

bol olsun.

Yürekten yüreğe,

ülkeden ülkeye

açık yol olsun...

 

Şiir çok beğenildi. Davetliler arasında bulunan İl Milli Eğitim Müdürü’müz sahneye kadar gelerek beni tebrik etti. Daha sonraki yıllarda barış, dostluk manifestosu olan bu şiiri farklı okullarda öğrencilerimle ne çok paylaştım…

 

Sıradaki şiirle ilgili bende ne çok anılar saklı. Altı uzun yıl Yurtdışı öğretmenlik çalışmam oldu. O yıllarda biricik kızım, Almanya’ya benim için aşağıdaki şiiri göndermişti. Asıl gurbet ay yıldızlı bayrağımızın göklerde dalgalanmadığı, ezan seslerinin şehirlerde yankılanmadığı diyarlardır. Yaşayan bilir böylesi gurbetin ne acı olduğunu. Mektuplaşmanın güzelliklerinin yaşandığı yıllardı o yıllar. Şiiri okuyunca memleketimin muhteşem havasını, yemyeşil ovalarını, masmavi denizlerini ve sıladaki yakınlarımı bir kez daha anımsayıp ne çok efkârlandım betimleyemem. Bu şiir de hala ezberimde.

 

         Gurbet bitti. Anavatanda güzel bir okulda çalışıyorum. Pırıl pırıl öğrencilerim, çok saygıdeğer genç velilerimle Öğretmenler Günü kutlaması yapıyoruz sınıfımda. Öğrencilerim güzel bir program hazırlamış. İzliyoruz. Öğretmenler Günlerinde uçsuz güzellikler ve tanımsız hüzünler yaşarım. Mezun ettiğim öğrencilerimi, onlarla yaşadığım güzel günleri anımsar Orhan Veli örneği kederlenirim.  Velilerim ısrar ettiler “öğretmenim sizden de bir şiir istiyoruz.” 

 

Sevdiğim insanları kıramazdım. Dokunsalar ağlayacak bir ruh yapısıyla şiire başladım. “Yağmurun yağdığı saatlerde: / Uzun yollara bakıyorsun, uzun…” Şiirin arkasını getiremedim. Bedri Rahmi’nin arkadaşlarının ısrarı üzerine kendi eseri “kara dutum çatal karam, çingenem…” şiirini okurken ağladığı gibi ben de ağladım. Gurbet günlerimi, evlenip aramızdan ayrılan kızımı anımsadım bir an…

 

Yağmurun yağdığı saatler

 

Yağmur yağdığı saatlerde:

Uzun yollara bakıyorsun, uzun.

Gözlerinde aynı hasret aynı iç çekişinle

Susmuşsun...

Yine bahar, yine kar çiçekleri,

Yine bir şarkı söylenmede mahzun...

Öyle unutmuşsun ki kendini,

Bırakma ellerimi bırakma, ne olursun!.        

                         Muzaffer İlhan Erdost

 

         Bu şiir ve şiirlerle bezeli yazılarım sürecek.

 

( Şiirlerle İç İçe Geçen Yıllar başlıklı yazı sahara tarafından 8.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu