Ilık bir
ilkbahar öğlesinden sonrası. Beşinci dersteyim. Öğrencilerimle baş başa.
Ondalık sayılarla ilgili problemler çözüyoruz. Kapı çalındı. Nöbetçi öğrenci
okul müdürümüzün beni odasına çağırdığını söyledi. Dersimin bölünmesini hiç
sevmem. Acep ne ola ki, müdürümüz de mesai saatlerine azami dikkat eden bir yönetici.
Öğrencilerime kısa sonra sınıfa döneceğimi söyleyip müdürün odası bir soluk
vardım.
Müdür
beyin yüzünde buruk bir sevinç vardı. Hemen söze başladı:
“Öğretmenim
sizin için sevindirici bir haber. Fakat bizler için, okulumuz için pek hoş
haber değil söyleyeceklerim. Okulumuz sizin gibi bir öğretmeni kaybediyor.”
Hayırdır, konu nedir
dememe kalmadı. İş disiplinine, yönetici duruşuna saygı duyduğum müdürüm sözüne
devamla:
“Girdiğiniz yurt dışı
sınavını kazanmışsınız. Elimdeki bu zarfta güvenlik soruşturması dokümanları
var. Er geç aramızdan ayrılacaksınız…”
Evet, yurt dışı sınavımı
kazanmam yaşamımda önemli bir yol ayrımına neden olacaktı. Altı uzun yıl çok
güzel okulumdan, öğrencilerimden, arkadaşlarımdan, sevdiklerimden ayrı
kalacaktım.
Elimde oldukça hacimli
bir zarfla sınıfıma girdim. Öğrencilerimle kısa bir an göz göze geldik. İçimi
tanımsız garip bir hüzün kapladı. Er geç seneye birlikte olamayacaktık.
“ Öğrencilerime, beni
azıcık kendi halime bırakın. Öykü kitaplarınızı çıkarın. Şimdilik kitap okuyun.
Bilahare problemlerin çözümüne devam ederiz…” diyerek sandalyeme oturup
zarftaki evraklara bakmaya başladım. Yazılardan
öte kaydı düşüncelerim. On sekiz yıllık öğretmenlik anılarım film şeridi gibi
bir bir hafızamdan geçmeye başladı.
Mesleğimin on dört yılını
köylerde yaşamıştım. Kent okuluna ne güzel intibak etmiştim. Çalıştığım okul
ilköğretim okulu uygulamalarının ilk örneklerinden biri oldu. Otuzun üzerinde
öğretmen kadrosu var. Okulumu niçin çok sevmiştim? Öncelikle öğrencilerimle
aramda en üst düzeyde bir sevgi bağı kurmuştuk. Öğretmen kadromuz elit bir
kadroydu dersem hiç yanılmam. Aynı kadroyu ilerideki yıllarımda maalesef
bulamadım. Okul müdürüne büyük saygım vardı. Saygı sevgi karşılıklı.
Müdürümüzün sözleri beni
hem heyecanlandırmış bir o kadar da hüzünlendirmişti. Evrakları incelerken bu
okulda birlikte çalıştığım müdürlerin tavırlarını da anımsadım.
İlk kez bir merkez
okuluna atandım. Kentin hayli uzağında mazisi eski olmayan varoş mahallesinde
bir okul. Orta yaşlı, esmer tenli, hafif göbekli bir müdür. Otuzun üzerinde bir
öğretmen kadrosu. İlk yıl beşinci sınıfı okuttum. Bir Gönül öğretmenimiz var.
Kendisini birinci sınıfları okutmaya adamış. Öğrencilerini ikinci sınıfa
geçirip yeniden birinci sınıf alıyor. İkinci yılımda, bana sınıfımı alır mısın
diye önerdi. Kabul ettim. Müdür bey sanki bize büyük lütufta bulunuyormuşçasına
bu durumu sıkça konu etti.
Okulda kendisinden daha
deneyimli öğretmenler var. Bir bakıyorum bu arkadaşlarla müdürün arası bal ile
yağ! Aralarından su sızmıyor! Şakalar, espriler gırla gidiyor! Aradan zaman
geçmiyor. Bu kez toprağa yakın kara bulutlar sarıyor bu beylerin atmosferini.
Birkaç hafta güneş gözükmüyor. Tekrar hava durumu normale dönüyor.
Spor kolunda birlikte
çalıştığım arkadaşım bilgilendiriyor beni:
“Sınıflarda satılan
dergilerle ilgili sıkıntılar yaşıyorlarmış!” Okullara dergi pazarlandığı
yıllar. Herkes bu pazarlamadan pay kapma peşindeymiş! Yıllarca köylerde
çalıştım. Ne bilirim dergi pazarlamanın inceliklerini. Müdürümüz sık sık
kendisinin “ağa çocuğu” olduğunu söyler, kıs kıs gülerdi. Benim dünyam
farklıydı. Öğrencilerim, edebiyatsever arkadaş grubum. Şiirler ve romanlar
üzerine sohbetler…
Spor kolunda büyük
başarılar yakalıyoruz. Kız takımımız il şampiyonu oldu. Takım Konya’ya gidecek.
Takımın başında çalıştırıcı olarak arkadaşımla benim gitmem gerek. Müdürümüz kendisi
gitti!
Aynı yıl basketbol
takımımızla il ikincisi olduk. Kros yarışmalarında ildeki tüm kupaları
okulumuza kazandırdık. Puanlı atletizmde Aydın’da kız takımımızla Türkiye
ikincisi olduk. Müdür beyimizin eşi o günlerde doğum yaptı. Bu durum olmazsa
Aydın’a gitmemiz de suya düşerdi. Durum buydu.
Denebilir aklında ne
kaldı, “ağa çocuğu” müdürle ilgili? Söyleyeyim. Erkek erkeğe bir sohbet
sırasında, “Hancı mısın, yolcu musun?/ Kocan çirkin sende güzel./ O kavatın
harcı mısın?” sözleriyle bir türküsü söylediğini anımsıyorum…
Okulumuz, mahallemizde
kiralık bir binada öğrenim yapan ortaokulla birleştirildi. Böylece ilköğretim
okulu olduk. Müdürümüze yol göründü. Eğitim enstitüsü mezunu olan ortaokul
müdürü yeni idarecimiz olarak görevlendirildi. Bu arada kendisinin bir fakülte
bitirdiğini, istemeden öğretmenliğini seçtiğini sohbetlerinde bahseden bizim
ağa çocuğuna bir okulda müdürlük verildiğini duyduk.
Ülkemizde yönetici
olmanın tek yolu vardı yıllarca çalıştığım Milli Eğitim camiamızda. Öncelikle
ağzın iyi laf yapacak! Ve iktidar partisiyle iletişiminde başarılı olacaksın!
Amirlerine saygıda kusur etmeyeceksin!
Kelime hazneni, evet efendim, tabi neden olmasın, emriniz olur…benzeri
sözlerle sürekli zenginleştireceksin!
Ne diyeyim olaylar
istemeden anlattığım ve anlatacağım mecrada yürüyordu! Ben isterdim ki, okul
yöneticileri görevlerinin işlerinin uzmanı liderlik vasıflarına sahip kişiler
olsunlar.
Okul kadromuz daha kalabalıklaştı. Fizik
olarak ağır sıklet bir grekoromen güreşçisi stiline sahip yeni müdürümüze
ilköğretim okulu kispeti çok geniş gelmeye başladı.
Yaptığı kurul
toplantılarındaki konuşmalarıyla birleştirici olamadı. Sert ve otoriter bil
dille disiplin sağlamaya çalıştı. Sınıf öğretmenlerine yukardan bakar tavırlar
sergilemeye başladı. Spor koluyla çalışmalarıyla ilgili olarak bana ve
arkadaşıma karşı söylemleri bir garipti:
“Ben köy muhtarı değilim.
Sizler için benden para çalışmaz…”
Spor kolu olarak otuza
yakın öğrenciyle çalışıyorduk. Basketbol ve atletizm dallarında lisanslı
takımlarımızla il ve ülke çapında başarılar kazanmıştık. Sınıflardan spor kolu
için yönetmeliğe uygun olarak para toplanırdı. Müdürümüz bu paralardan
bahsediyordu! Gün ola harman ola.
Pehlivan yapılı
müdürümüzün bir bayrak töreninde konuşması var evlere şenlik. Okulun önünde
öğrenci, öğretmen tören için hazırlanıyoruz. Ülkü öğretmen marşımızı söyletmek
için öne çıkıyor. Müdür Bey, bir hışımla içerden çıkıyor. Yüzünden dökülen bin
parça! İşaret parmaklarını avurtlarına takıp başladı bağırmaya:
“Okul kurallarına uymayan
talebeler görüyorum. Onların ağızlarını yırtarım!”
Öğrenciler iyice sus pus oldu. Bizler dona
kaldık! Bir eğitimci böyle konuşmamalıydı… Ortaokul ve öğretmen okulu
müdürlerimin tavırlarını anımsadım. Gerçi o insanlar da sertti. Yüzleri pek
gülmezdi. Lakin bire bir sohbetlerinde çok sevecen tavırlar sergilediklerine
tanım olmuştum. Hele öğretmen okulu müdürümüz son sınıfta dersimize giriyordu.
Bir derste söylediklerini hala anımsarım:
“Yakında öğretmen
olacaksınız. Yönetici olmanızda mümkün. Yönetici olduğunuzda öğrencilerin
karşısında güler yüzlü olmak doğru değildir. Ciddi olmalısınız…” Altmışlarda,
yetmişlerde yöneticilerimiz gerçekten tatlı sert tavırlar sergilerlerdi.
Kısa süre içinde okulun öğretmen
kadrosunun büyük çoğunluğu başka okullara atanmak adına dilekçeler verdik! O
yıllarda sene içinde atanma dilekçeleri işleme konabiliyordu.
İlköğretim okulu
oluşumuzun üzerinden henüz bir ay geçmişti. Okul bahçesinde nöbetçiyim. Bahçe
cıvıl cıvıl. Hava oldukça serin. Yine de öğrencilerin şen şakrak halleri
görülmeye değer. Yaşamlarının en sorunsuz yıllarını yaşıyorlar. Çocukluk
yılları…
Sırtında koyu kahverengi
bir pardösü, başında siyah bir fötr şapka, kravatlı bir bey sağı solu nazar ederek
bana doğru geliyordu. Selamlaştık. Kendisini takdim etti. Okulumuza müdür
olarak atandığını söyledi. Kral öldü, yaşasın yeni kral!
Özgüvenli duruşu, sakin
hali, düzgün konuşması ve kılık kıyafetiyle tam bir yönetici görüntüsü
çiziyordu yeni müdürümüz. Kendisine müdür yardımcımızın odasına kadar refakat
ettim. Çok kısa süre çalışma azizliğini yaşadığımız külhanbeyi tavırlı
arkadaşımızın ilginçtir; merkez ilçenin uzak bir ortaokuluna müdür olarak
atandığını duyduk.
İşte benim yurtdışı sınav
sonucumu müjdeleyen müdürümüz okul bahçesinde kendisini ilk kez benim gördüğüm
bu güzel insandı. Kendisiyle üç yıl çalışma şansım oldu.
Göreve başladığının ilk
haftasında kurul toplantısı yaptı. Yönetmelik gereği herkesin uyması gereken
görevlerini anımsattı. Okulda kurulan eğitsel kol çalışmalarını yeniden
düzenledi.
Tüm çalışanlara eşit
mesafeli oldu. Konuşmalarında önceki yıllarda karşılaştığım yönetici
tavırlarından daha farklı yöntemlerle konulara vakıf oldu. Güzel dilimizi
düzgün konuşuyordu. İkna edici ve bilgilendirici anlatımlarıyla herkesin
beğenisini kazandı.
Gerçi göreve başladığı
ilk aylarda bazı arkadaşlar ara ara sızlandılar… “Ne kadar kuralcı müdür! Her
konuda kanundan bahsediyor!” Zaman geçtikçe müdürümüz hakkında olumsuz diye
nitelenecek sözler duymaz oldum. Spor kolunda arkadaşımla büyük başarılara imza
attık. Öğretmenler arasında üst düzeyde birlik ve dayanışma havası oluştu.
Okul kapılarını çevreye
açtı. Çeşitli etkinliklerle velilerimize eğitsel ve eğlenceye dönük geceler
düzenledik. Bu arada farklı okullara atanmak isteyen bizler istemlerimizden
haliyle çoktan vaz geçmiştik.
Peki, neydi herkesin
saygısına mazhar olan müdürümüzün başarı sırrı. Yeşile çalan mavi gözleriyle
girdiği ortama güneş ışınları patlaklığında sıcaklıklar seçerdi. Görevinin
gerektirdiği bilgi birikimine sahipti. İdarecilik deneyimi vardı. Kırklı
yaşlarının ortalarında, sağlıklı ve dinamik bir yapısı vardı. İçtenlikli
tavırlarıyla görevini, öğrenci ve meslektaşlarını sevdiği belli oluyordu.
Abartısız biz öğretmenler de müdürümüzü sevdik, ilkelerini benimsedik.
Ne yapıyordu müdürümüz;
yapacağı toplantılara hazırlıklı geliyordu. Sözleri net ve açık oluyordu. Takım
elbiseli, düzgün kıyafetleriyle farklılık yaratıyordu. En önemlisi kanun, tüzük
ve yönetmelikleri harfiyen uyguluyor ve tarafsız bir yönetim anlayışı
sergiliyordu. Bu bağlamda kimsenin eleştirisel yaklaşımına olanak vermiyordu.
Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Allah size, mutlaka
emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle davranmanızı emreder.) [Nisa 58] kutsal kitabımızda böyle
buyuruyor.
İşi ehline vermek.
Günümüzde dünyada söz sahibi, bilgi çağını yaşayan ülkeler de yönetici seçerken
işi ehline veriyorlar. Yönetici seçerken bilgiye, deneyime liyakate önem
veriyorlar.
Neredeyse yarım asra
yakın meslek yaşamımda liyakate önem vererek yönetici atandığını görmedim bu güzel
ülkede… Ülkemizde. Müstesnalar kaideyi bozmaz diye bir deyim söylenir. Evet, beni
Almanya’ya yolcu eden müdürümüz çalışma disiplinine hayran olduğum; onunla
çalıştığım yılların güzelliğini unutamadığım saygıdeğer liyakatli, müstesna bir
yöneticiydi.