1
Ülkelerde
kanun hâkimiyetinin toplum yaşantısına ne derece etki yaptığını somut
örnekleriyle anlatmak istiyorum. Bu konuyla ilgili örneklemelere girmeden önce
bilgi çağını yakalamış, çağın gereklerine göre idare biçimini tasarlamış
ülkelerde yurttaşların kanunlara uymakla kendilerini mutlu ve huzurlu
hissettiklerini belirtmek isterim. Bunun zıttı durumlarda yaşayan demokrasiden,
insan haklarından nasibini almayan ülkeler de ise bireyler kanunları çiğnedikçe
başarılı iş yapmışçasına kendilerine bir övünç payı çıkardıkları da bir acı
gerçek.
Balık
baştan kokar örneği, ülkede yönetimin en üst basamağında olanların kanun
tanımamazlığı toplumun en alt birimlerine domine etkisi yapıp daha fazla etki
yapıyor.
“Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz.”
Sözünü duyduk bu ülkede. Bir ülkenin cumhurbaşkanı böylesine çiğ söz ederse alt
kadelerde çalışan memurların neler yapacağını varın siz düşünün. Evet, bu
meşhur sözü eski başbakan, daha sonra da cumhurbaşkanı olan Turgut Özal
söylemişti.
Ülkemizde
bunun gibi daha nice kof sözler duyduk. Bir örnek daha: “Benim memurum işini
bilir.” Bu sözü de aynı yöneticimizin ağzından duyduk. Böylesi sözlerin
ülkedeki etik değerleri nasıl olumsuz etkilediğini gördük. Ahlaki değerler yıl
yıl erozyona uğradı. Kokuşmuşluk aldı başını yürüdü! Kısır döngü yıllarca devam edegeldi! Toplum
bir ay ve bir yılda yozlaşmaz. Eğer gerekli düzenlemeler yapılmazsa bozulma,
kokuşma sürer gider. Zararını da ulusça öderiz maalesef. Ödüyoruz da…
Ne ekersen onu biçersin. Ülkenin en üst düzey
yöneticileri kanunları delmekle ilgili yeşil ışık yakarlarsa ülkede yalan,
riya, rüşvet, üçkâğıtçılık, yalakalık alır başını gider. Siyasetçiler bir gün
kara dediklerine, ertesi gün ak derler. Maalesef böyle siyasetçiler el üstünde
tutulur. Makam, mevki sahibi olurlar.
Oysa biz ulus olarak
böyle değildik. Dürüstlüğün, sözünde durmanın gereği yapılırdı ülkemizde de. Doksanlı
yıllarda Almanya’da altı yıl öğretmen olarak çalıştım. Her yıl iki kez ülkeme
gelip tekrar Almanya’ya dönüş yapıyordum. Kırklı, ellili, altmışlı yıllarla
ilgili ülkemizdeki ahlak anlayışının ne kadar övünülecek düzeyde olduğunu
büyüklerimizden sürekli duymuşuzdur. Bu konuyla ilgili bir hikâyecik da ben
anlatmak istiyorum.
Sene ortası Noel tatili
nedeniyle Türkiye’ye geldim. Uçağımız saat: 21.00’te Atatürk Havalimanına indi.
Bavullarımızı aldık. Bir otobüsle Topkapı Otobüs Garı’na gidiyoruz. Otobüste
yurtdışından gelen yolcular var. Donanımlı, yaşlı bir yolcu yaşadığı bir olayı
anlatmaya başladı:
Kırklı yılların sonundayız.
Bir İngiliz diplomat, boğazda balıkçılardan taze balık almış. Paranın para
olduğu yıllar. Balık iki buçuk liralıkmış. Diplomat elli lira uzatmış
balıkçıya. Kıtlık yılları balıkçıda elli lirayı ödeyecek para nereden olsun. Balıkçı,
diplomata dönüp anlatabildiği kadarıyla şöyle söylenmiş:
“Ekselans paranızın
üstünü verecek miktarda param yok. Siz balıkları alıp gidin. Benim yerim belli.
İleride bir gün bozuk para ile gelip borcunuzu ödersiniz.” İngiliz diplomat
durumu şaşkınlıkla karşılamış. Balıkçımızın soylu davranışına hayran olmuş. Ya
şimdi durumumuz aynı mı? Şapkalarımızı önümüze koyup düşünüp durumumuzun muhasebesini
yapmamız gerekmez mi?
Aynı yıllarda Almanya’ya
döneceğim. Yanımda ağırlıkları otuz kilo gramı geçmeyen iki tane bavulum var.
Topkapı’ya vardım. Küçükçekmece’de ablamlara uğrayacağım. Gece yarısında da
havaalanına gidip Almanya’ya uçacağım. Bavullarla dolmuşlara binmek sıkıntılı
oluyor. Bir taksi kiraladım. Ablamlara gidiyorum. Küçükçekmece’ye vardık.
Taksimetre otuz dört lira yazdı. Şoför arkadaşa kırk lira verdim. Paramın üstünü alacağım.
Şoför başladı karnından
konuşmaya. Ne dediği de pek fark edilmiyor. İki bavulun var. Gecenin bu
saatinde… Yumuşak davransam adamcağız basıp gidecek. Ses tonumu artırarak
paramın üstünü hemen ödemesini söyledim. Neyse fazla uzatmadı. Paramı
ödedi. Asık suratla yanımdan ayrıldı.
Ablamla, eniştemle hayli
sohbet ettik. Gece yarasına doğru havaalına gittim. Nihayet Almanya’ya uçtum.
Hamburg Havaalanına indiğimizde sabah açılıyordu. Burada da başımdan geçen bir
olayı istemeden anlatmak durumundayım. Havaalanında yolcu bekleyen gurbetçi
yurttaşlarımıza rastladım. Bekledikleri yolcuların uçaklarının gelmesine daha
saatler var.
Çalıştığım yere gitmek
için Alton’a tren istasyonuna gitmem gerekiyor.
Yurttaşlarımın vasıtaları var. Metrolarla aktarmalı gidip zaman
harcamaktansa yurttaşlarıma yaklaştım. Beni Alton’a istasyonuna götürmelerini
istirham ettim. Adamlar ne desinler bana:
“Tabi hemşerim, neden
olmasın! Otuz Markını alırız!” Taksi çağırsam en çok on, on iki Mark ödeyerek
amacıma ulaşabilirdim. Sanki dağ başında çaresiz kalmışım. Kaptıkaçtıcılık,
üçkâğıtçılık sanki insanımızın DNA’larına nüfuz etmiş! İnsanımız böyle mi
olmalı! Yurttaşlarımın korsanca davranışları hiç güzel değildi. Metro ile tren
istasyonuna gittim. Trenle de çalıştığım küçük kentime vardım.
Oturduğum ev hayli yakın.
Gece
yolculuğu, yorulmuştum. Bavullarla yürümeye üşendim. İstasyonun yanında taksi
durağı var. Bir taksi çağırdım. Oldukça yapılı bir kadın sürücüye denk geldim.
Kadın gayet uygarca yanıma yaklaştı. Bavullarımı kaptığı gibi taksisinin
bagajına yerleştirdi. Evime vardığımız zamanda bavulları yine kendisi indirdi.
Tarifede yazılı ücreti aldı. Bana da iyi günler diliyerek yanımdan ayrıldı.
Altı yıllar içinde her
yolculuk yaptığımda kendi ülkemde hoş olmayan nice durumlarla karşılaştım. Gece
yarısı Almanya dönüşü Atatürk Havaalanı’na indiğimde sıkıntılar başlardı. Pasaport
kontrolünden geçmek Sırat Köprüsü’nden geçmekten daha zordu. Pasaport kontrol
eden polislerin yüzlerinden düşen adeta bin parça! Sanki ülkenin tüm vergilerini
ödüyorlar. Suratlar bir karış! Biz yolcular adeta birer potansiyel suçluyuz.
Durumu abartmıyorum.
Olgular aynen anlattığım gibiydi. Olaylar bir bir yaşanıyordu. Gümrükten geçip
eşyalarını aldıktan sonra bu kez taksicilerin çemberinden hasarsız kurtulmak
pek olası değildi. Fahiş fiyatlar ödemeler hep sıradan olaylardı.
Bizimle birlikte
yurdumuza gelen yabancıların yanında mahcup oluyordum. O insanlar sessizce,
bulundukları kuyruk sırasında olanları hayretle ve şaşkınlıkla izliyorlardı. Yüz
kişi bizde pasaport kontrolünden ancak iki saate yakın sürede geçebilirdi. Aynı
sayıdaki yolcu topluluğu Hamburg Havaalanında en çok yarım saatte pasaport
kontrolünden karşı tarafa geçebilirdik. Bizim görevlilerimizin asık yüzlerine
karşı Alman havaalanı görevlileri güler yüzle hoş geldiniz diyerek bizleri
karşılarlardı.
Almanya’da kanunlara
uymamak, kanunları delmek gibi olaylara karşılaşmak olası değil. Trafik saat
gibi çalışır. Trenler, otobüsler tarifede yazdığı saatler arasında sektirmeden
seferlerini sürdürürler. İşçi arkadaşlarımız sık sık anlatırdı. Mesai
saatlerinde işleri aksatmak kimsenin haddine değildir.
Yalan söyleyen
politikacılar toplum tarafından dışlanır. Yalana kanunsuzluğa hiç taviz
verilmez. Halk okuyor, aydınlanıyor. Görev ve sorumluluğunu bildiği gibi hak ve
hukukunun da bilincinde. Kimse hakkı olmayan bir şeye tenezzül etmediği gibi
hakkının gasp edilmesine de kesinlikle karşı çıkıyor.
Bizler de atalarımızın
yıllarca hakka hukuka saygılı yaşamlarına layık bir biçimde yaşayabiliriz.
Öncelikle yeterince aydınlanma yaşamaya kaçınılmaz bir biçimde gereksinimimiz
var. Bu olgu yadsınamaz. Yurttaşlar
olarak görevlerimizi, sorumluk ve haklarımızı yetesiye içselleştirdiğimiz
oranda güzel yurdumuzda kanun hâkimiyetinin sağlanmasında en büyük görev özgür
düşünceli yurttaşların üzerine düştüğü bilincine ermiş oluruz.
Yeter ki, bol bol
okuyalım bilinç düzeyimizi yükseltelim. Arkadan demokrasi, insan hakları,
barış, bir arada huzur içinde yaşama olgularına kavuşma ümide ete kemiğe
bürünür bu güzel topraklarda da.