Şimdiye kadar yazılarımda hayat arkadaşımın yaptığı iş hakkında hiç birşey belirtmemiştim. Beklememin nedeni ise hikayelerimin pazıl gibi tüm parçalarının yavaş yavaş yerini bulmasını sağlamaktı. Gurbetten, hasretlikten bu kadar çok bahseden ben, askeri camianın içinde yer almıştım, dile kolay tam yirmi sekiz yıl.
Şimdi doğusuyla batısıyla türkiyenin bir çok yerinde görev yapan biz, zorluklarla geçen yaşamımızın en tatlı hayaline ulaşmanın mutluluğu içindeyiz. Yıllarca hayalini kurduğumuz tatil planları, eşimin emekli olmasıyla birlikte tekrar gündeme geldi.
Devrelerin geleneksel hale gelen bu toplantıları bu sefer Alanya'da gerçekleşiyor. O çocuk yaşta ranzalarında uykuya dalanlar, postallarını parlatıp hazırlayanlar, elbiselerine yatak ütüsü yapanlar varya şimdilerde göbekli halleriyle, başlarındaki kırlarla, yeni imaj yapıp sakallarıyla hatta o sırım gibi saçları dökülmüş kel halleriyle hala içlerinde o yılların yaramaz çocukluğunu barındırıyor olmalı. Bu buluşma hayecanı eşimin içini kıpır kıpır ediyor biliyorum. Belki de diyeceksinizki şu orduevleri ve kamplarda niye toplanmyorsunuz. O kadar tartışmalı bir konu ki, ne siz içinden çıkarsınız ne de ben. Hikayelerimin içinde sıkça yer alacak, şimdilik kendi adıma tek söyleyeceğim biz böylede çok iyiyiz.
Şimdi yola çıkma zamanı, mayıs ayının prıl pırıl günlerinden birindeyiz lâkin ikinci baharımızı yaşarken içimizde bir burukluk var neden? Ah çocuklarımız olmadan nasıl tadını çıkartırız bu tatilin, hep bir yanımız eksik kalacak sanırım. Ne yapalım canları sağolsun.
Balıkesir'den hareket ettiğimizden beri eşim sık sık uyarıyor, şu yolu takip etmeyi bırak etrafına bak biraz. Sanki kendi olsa ben arabayı kullanırken ne yapardı? hiçte farklı olmazdı işte. Debriyaj, fren derken yan koltukta sanki diken üstünde otururdu, usta şöförüm kara kaşlı sevgilim. Neyse dediği gibi şu güzelim manzaranın keyfini çıkarmalı. Asma bahçelerinin o sırlanlığı her toprak parçasının değerlendirilip ekildiğini görüyorum. Acaba hangi fabrikalarda üretilip işleniyor bu üzümler. İhraç ediliyor mu çeşitli ülkelere. Hangi pazarlarda yerini buluyor Fransa ile boy ölçüşüyor mu. Köylüm emeklerin zayi olmasın diye geçiriyorum içimden, onca merak ettiğim soruları düşünürken.
Yolluklarımızı ise mola vermeden atıştırıyoruz. Zaman değerli bizim için ama kurbağalar gibi devamlı su içersem hatta oğlumun dediği gibi sünger gibi çekersem, dostane ilişkim olan helaya uğramam şart oluyor. Şikayet etmekten geri kalmıyor eşim her zaman olduğu gibi.
Akdeniz sınırlarına giriyoruz, dağlar o başı dumanlı dağlar, türküler yaktıran, şiirler yazdıran dağlar. Her an şair yanımı tetikleyen bu görsel zenginlik içimi şenlendirirken bir anda da hüzünlendiriveriyor. Mavi en sevdiğim renk mi yoksa yeşil mi yok hayır doğada bulunan tüm renkleri seviyorum. Nasıl ayrım yapabilirim ki? Deniz olabildiğince sakin, huzur bu olmalı diyorum. Gökteki bulutlar kaç figüre bürünüyor kim bilir. İşte bildim o bir tavşan bize göz kırpıyor adeta. Uçan irili ufaklı kuşlara özenip, yamaçlardan korkusuzca atlayan paraşütcüler. Bir cesaretim olsa lâkin nerde. Ben şu lunaparkta gondola bile zor binerken. İndirin beni diye bağırsam ne fayda. Tabii bu turizm açısından büyük bir sektör. Napolyon aklıma geliyor, bu Fransız komutan boşu boşuna dememiştir o unutulmaz sözü para para para. Adım atıyorsun para, çiş yapıyorsun para, ören yerlerini geziyorsun para anlayacağınız cebi şişkin olarak çıkacaksın yola. Üzülüyorum elimde değil hadi bana nasip oldu, kendi yağımızca kavrulup bir şeyler yapıp geziyoruz. Ya köyünden mahallesinden başka bir yeri göremeyenler ne yapsın? Televizyonda izleyip fikir mi üretsin.
Şimdi anlatmanın tamda zamanı sanıyorum. Tatilimizin son günlerine yaklaşırken arabamıza misafir ettiğimiz otostopla gezenleri ele alsak. Olympus'dan ayrılırken iki Türk genç tatilci kaldırdı baş parmaklarını. Hemen durduk şansa bak, Eskişehir'de ikamet ediyorlarmış hatta oğlumla aynı ünüversitede görev yapıyormuş çıtı pıtı hanım kız, erkek arkadaşı da onun aksine kavak gibi uzun, tasarımcıymış kendisi. Muğla istikametine dönerken ayrıldık yol arkadaşlarımızdan.
Neyse bir süre sonra yeni bir otostopçu ile karşılaştık, tek başına sırt çantasını yüklenmiş genç adamı görünce yine duruyoruz, bu cesaret nerden geldi bize bilmem. Oğlumun yurt dışına çıktığında başından geçen olayları bize anlatmasının bir etkisi sanıyorum. Yardımsever bir tutum ile yaklaşıyoruz da, lakin şu korku filmleri de aklımızın bir köşesinden çıkmıyor hani. Çat pat ingilizcesiyle anlaşıyor eşim, ben ise her zaman işaret dilini benimseyenlerden. Bir lisan insana ne çok şey katıyor, birkez daha anlıyorum. Roma hani şu İtalya'daki Roma'dan almış ismini sarışın Ukraynalı genç. Ah bizim arabanın içinde artık kokmuş bir teke var. On yedi günden beri otostopla gezen bu çapar oğlanı Türk hamamlarında mı bir keseleyip yıkasak yoksa şu ünlü roma hamamlarında mı yıkasak. Sonuç ise ortaya mis kokularıylarıyla Yunan tanrıları gibi vucuduyla o baştan çıkartan bakışıyla içleri hoplatacak bir erkek sihirli bir değnek değmişcesine çıkıverecek ortaya. Tövbe tövbe ne diyorum ben kendime gelmeliyim. Yusuf peygamberin yüzünü görünce şu ellerini doğrayan kadınlardan farkım olmazdı o anda sanırım. Neyse en iyi çözüm camları açalım, bizim şu esmen kolanyasından ikram edelim. Misafirimize hem kolanyayı tanıtırız hem de kokudan bir nebze kurtuluruz. İşaret diliyle gösteriyorum çabuk öğreniyor, sür Roma sür bizim meşur Balıkesir kolanyasından sür. Bıraksak bırakamıyoruz yol müsait değil Kaş'a kadar zavallı burnumuzun çektiği ızdırap başka nasıl anlatabilirim bilmiyorum.
Terk etmek mi? Biz hiç tanımadığımız Ukraynalı turisti bırakamazken, evcil köpeğiniden vazgeçen acımasız insanın, arabasının gazını kökleyip ardında koca bir toz bulutu bırakıp gidişine şahit oluyoruz. Daldan dala mı atlıyorum ama bunca yol kat ederken onca olayla karşılaşıyoruz ki, bunu söylemeden geçemiyorum. Dört nala koşan zavallı "Golden Retriever" cinsi köpeği nasıl unutabilirim. Biz insanlar ahh insanlar.
Günümüz teknolojisinden sıkça faydalanıyoruz. Cep telefonuna yüklediğimiz navigasyon programının yardımıyla hiç bilmediğimiz adreslere ulaşıyoruz da ama şu sesiyle yön veren kadınla bizim karakaş bir kavgaya tutuşuyor sormayın gitsin. Bacım hadi artık konuşsana, ses yok dilini mi yuttun, çıt yok daha gidecek miyiz. Hiç bir zaman hanfendiliğinden taviz vermeyen bacı güncellemesi yapılmadığından dolayı bizi uğraştırıyor. Ben de için için sevinmiyor değilim, en azından benle uğraşmaya hali kalmıyor taze emeklinin.
Gidiş ve dönüş anında yaşadığımız olaylar anlatmakla bitmiyor. Sonra diyeyim işi varış noktamız olan Antalya'ya bağlayayım. Ağzım iki karış açık seyreyledim bu turizm şehrini. O devasa otelleri, sanki bir masal ülkesindeydim. Dağ taş bunca turist kafilesini ağırlamak için otellerle donatılmış. Yazık ki yazık bakirlliği zorla alınan, kolu kanadı olan ağaçları yok edilen şu kentler ne katakullilerle bu hale geldi. Biz insanoğlu ne istediğimizi biliyor muyuz? Kendimi sorguluyorum hemen şu herşey dahil otellerde, ekmek elden su gölden geçirdiğim anlarda mutlu olmuş muydum? Eteğini silk kalk, sofrayı kuran kaldırsın. Benim gibi bir çok kadın için bulunmaz nimet. Ee bir de kumarhaneler olaydı, tövbe yarabbi taş olacağım şimdi. Yavru vatana akın akın giden bu sektörü kaçırmak enayilik mi, bu da ayrı bir konu. Ülke ekonomisi açısından bakınca iyi bir getirisi olur muydu?
Elimizde cep telefonları durmadan anı biriktiriyoruz. Eşimin yüzünde gülücükler, devreleri yanında pek bir mutlu. Otelin etkinliklerinde yer alıyor kadim dostlarıyla, veleybol oynuyorlar Ruslara karşı. Yeniliyorlar ama olsun neşeleri eksilmiyor yine de.
Otel Türk gecesi düzenliyor çiğ köftesinden tut döneri, dolması, sarması aklınıza ne gelirse. Biz kadınlar kendi aramızda muhabbet ediyoruz. Bazen çocuklardan dem vuruyoruz, bazen terörden, ne canlar yandı diyoruz. Politika mı biz uyku uyumuyoruzki inanalım yalana dolana.
Ha tutturdukları bir geyik muhabbeti var bizimkilerin, Rus kadınlar. Gerçi şu uçak düşmeseydi daha iyi olurdu dostane ilişkiler. Lakin anlamak bazen zor şu erkekleri, içimizde bir kırgınlık oluşuyor. Boyunlarına kement takacak halimiz yok ya, kalan sağlar bizimdir.
H. Çiğdem Deniz.
(
Kalan Sağlar Bizimdir başlıklı yazı
çitlembik tarafından
30.05.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.