Çocuk olan evde gıybet olmaz derler büyüklerimiz. Bu
görüşün gerçekliği tartışılmaz. Yalansız sevimli halleri, ara ara muzipçe
davranışları, gülmeleriyle evlerimizin sürekli neşe kaynağı olmuştur
çocuklarımız. Lakin yıllar geçiyor. Daha dün kucağımıza alıp sevdiğimiz
çocuklarımız bir de bakıyoruz büyümüş, evden uçuvermişler. İki çocuğumuz
büyüdü, evlendi ve kendi yuvalarına taşındılar.
Mütevazı
dairemizde bir Köroğlu bir Ayvaz kaldık sayılır. Neyse ki, üçüncü evladımız
doğdu ikinciden tam 10 yıl sonra. O da büyüdü. Okudu, asker oldu, çalışmaya
başladı. Henüz bizimle. Evimizde bir delikanlımızın olması hoş bir duygu. Hele
askerlik yemin töreninde oğlumuzu ziyaret etmek yaşadığımız heyecanlı günlerin
en faklı olanıydı. O gün diğer asker ailelileriyle yaşadığımız duygu yoğunluğu
bir farklı güzeldi.
Delikanlımız
bir kedi alacağını söylüyordu sık sık. Apartmanda hayvan besleyerek
komşularımızı rahatsız eder miyiz kuşkusuyla olaya fazla sıcak bakamıyorduk
açıkçası. İki sene önce soğuk bir aralık akşamında günün geç saatlerinde
oğlumuz eve geldi. Aaa… ne o! koltuğunun altında bir kafes içinde şirin mi
şirin bir yavru kedicik.
Sevimli
konuğumuzu kafesinden çıkardık. Dışarısı soğuk. Zavallı üşümüş. Meraklı ve
ürkek bakışlarla etrafı gözlemeye başladı. Okşadık, sevdik. Okşandıkça horultu
sesini duyduk. Ne kadar sevimli ve bakıma muhtaçtı. Daha birkaç aylık yavruydu
kediciğimiz.
Kısa
sürede evimizin neşe kaynağı oldu. İhtiyaçlarını gidermeyi öğrenmesi zaman
almadı. Oğlumuz işten eve dönünce hemen kedisine koşar, hayvanı sever okşar. Onunla
mutlu olur. İş yaşamının yorgunluğunu üzerinden atar.
Kedimiz gün
gün büyüdü. Şimdi koskocaman oldu. Sokak kedileri kadar bir büyüklüğe ulaştı. Önceki
yıllarda küçük bir kanarya kuşumuz vardı. Evimize şakımalarıyla bir güzellik
katıyordu. Adını Boncuk koymuştuk. Boncuk hasta oldu. Ötmez oldu. Sessizleşti.
Bir gün sabaha uyandığımızda kuşumuzu kafesinde ölü bulduk. Evimiz gerçek bir
yasa boğuldu. Bir canlı ölmüştü yanı başımızda.
Eşim ve
ben köy çocuklarıyız. Çocukluğumuz ve gençliğimiz köyde, köylerde geçti. Her
köylü gibi hayvan besliyorduk. Kapımıza bir sürü gelirdi. Koyunlarımız,
kuzularımız, koçlarımız vardı. Bazı yıllar babam koyunları satar keçi alırdı.
Sadece bu
hayvanları mı besledik köyde? Elbette hayır. Sığırlarımız, mandalarımız ve bir
çift öküzümüz ahırı doldururdu. Bitmedi. Kümes hayvanı beslerdik. Tavuklarımız,
kazlarımız, onlarla beraber de ayrıca iki kocaman çomar köpek ve evde de bir
kedimiz vardı. Hayvanları severdik. Onlar bizlerin can yoldaşlarıydı. Her türlü
hayvansal besinimizin canlı kaynaklaraydılar. Hepsinin yeri başkaydı.
Uzun kış günlerinden
sonra ilkbaharın gelmesi; karların erimesiyle çayırlar yeşil rengine bürünürdü.
Güneşin altın ışıklarını gönderdiği doğamızda şırıl şırıl akan dereler, bir
tarafta kuş sesleri, doğanın eşsiz müziğine karışan kuzularım meleyerek
annelerine koşmasının seyrine doyulmaz. Köyde canlı bir yaşam sürüp gider.
Çayır-tarla, bağ- bahçe işleri bir tarafta. Diğer tarafta hayvanlar, onların
sevimli halleri.
O günler çok gerilerde
kaldı. Anne-baba ölünce köydeki yaşantımız bitti. Koyun kuzu melemeleri, köpek
havlamaları, tavukların gıt gıdak, kazların gak gak sesleri uzayın
derinliklerinde kayboldu gitti. Yıllarca o güzelim ağzı var dili yok hayvanları
beslemiş miydik? Yoksa hepsi bir rüya mıydı köy yaşantımız? O günleri
anımsayınca hüzünlenirim. Ne diyeceksin! Bir devrandı geçti anne-baba ve küçük
büyük baş hayvanlarla yaşanan köy günleri.
Şimdi evimizde sevgili
“bir kedimiz var” Barış. Evden çıkarken kapıya kadar uğurlar bizleri. Yalnız
kalmanın hüznü sarar benliğini. Boynunu eğerek arkamızdan çaresizce baka kalır.
Odalarda kapalı kalmaktan çabuk sıkılır. En büyük zevki balkona çıkıp çevreyi
seyre dalmaktır. İkinci katta olan dairenin balkonundan aşağılarda dolaşan
sokak kedilerini merakla gözerler.
Gündüzleri sessizce uyur.
En iyi arkadaşı oğlumuzun eve döndüğünü sezer, kapıda onu bekler. Aralarında
sarmaş dolaş başlar. Barış, bazı günler tehlikeli işler de yapar. Balkonun
dışına sarkan çamaşır iplerine çıkar. Aşağıya düşer diye yüreğimiz ağzımıza
gelir.
İlkokul yıllarında tanık
olduğum ve ruhumun acıtan bir olayı anımsarım Barış’ı severken. Mevsim kış.
Doğa bembeyaz karlarla kaplıydı. Delikanlı bir komşumuz, yakaladığı bir kediyi karların
içine fırlatıp attı. Ve köpeği saldı zavallı hayvanın üstüne. Kedicik kaçıp
kurtulamadı. Köpek kediyi bir anda belinden yakaladı, Kısa sürede boğdu
öldürdü.
Ben ve kardeşim,
gözlerimizin önünde kedinin boğulup öldürülmesini ağlayarak izledik. O sadist,
ruhsuz adamın davranışını hala anlamış değilim.
Es kaza Barış balkondan
aşağıya düşüp sokak kedilerinin saldırısına uğrasa kendisine zarar gelmeden
imdadına koşacak zaman bulur muyum? Böylesi karamsar duygularda sarıyor ruhumu
ara ara. Dayanamam Barış’ın kötü hallere düşmesine.
O, evimizin neşe
kaynağıdır, bizden biridir artık. Çocukken ruhumuza işlemiş hayvan sevgisini
onunla gideriyoruz. İsmiyle de insan olarak, insanlık olarak özlem duyduğumuz
huzur, hoşgörü, dostluk duygularının anlam bulduğu barışa olan özlemimizin
canlı canlı sembolüdür.