“Senelerce senelerce evveldi.
Bir deniz ülkesinde yaşayan bir kız vardı,
Adı Annabel Lee…” diye başlar Edgar Allan Poe’nun bir şiiri. Hazin bir aşk
öyküsü anlatılır bu şiirde.
Halklar yaşadıkları destansı aşkları Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Arzu
İle Kamber örneği yaşamlarda dillendirirler. Farklı yer ve diyarlarda aşk
öykülerinin anlatımları birbirleriyle örtüşür. Öykü sonlanır, sevgililer
hemhal olunca. Ya da Kerem ile Aslı örneği mahşere kalır kavuşmalar.
Aşık Garip ve büyük aşkı Senem’in öyküsünün tatlı bir sonla bittiği
yazılıdır ilkokul yıllarında okuduğum aşık kitaplarında. Şöyle de bir beyit
anımsıyorum: “Aşık garip gibi gülen olmadı/ Aşık Kerem gibi yanan olmadı.”
Allan Poe’nun lirik şiirinde iki sevgili deniz kenarında yürürler, mehtap
altında. Deniz, denizin ruhları dinlendiren sessizliği, doğa, kumsal
bakirdir. Güzelim Annabel’i çarpar denizden esen serin yel. Gelinimiz ölür,
sevgilisini tanımsız acılarla baş başa bırakarak.
Öykümüz bir kesiti betimliyor Algül yenge ile Demirhan amcanın yaşamından.
Algül yenge destansı aşk öykü ve şiirlerindeki güzelliklere özgü bir
güzelliğe sahip bir gelindi. Güzelim Algül yenge yaşadı, kadir kıymeti
bilinmeden, hayalimde kalan zeytin karası güzel gözleriyle. Köyümüze fazla
uzak olmayan bir köyden gelin gelmiş at sırtında. En güzel kadınlarından
biriydi yaşadığı yıllarda ulu dağ yamaçlarında kurulan yaylaların.
Dorukları bulutlarla sarmaş dolaş dağlarımızın ululuğu ve güzelliği dillere
destan. Yağmurlu havalarda bir başka ilginçtir serhat kentimizin sıra
dağları. Yamaçlarında güneş ışığının tüm renklerini görürüz. Bununla iş
bitmez, güneş ışığının yedi renginin yedi tonu yıl boyu gözlenir gök
kubbede güneş varsa. Maviler, açık maviler, yeşilin özellikle çimen yeşili
rengini sadece bu bölgemizde gördüm. Günbatımı zamanındaki kızıllık
hayallerimden hiç silinmedi.
Dağların doruklarındaki düzlüklerde pınarlar var kudretten suları. Bir
akarını bulup çıkmışlar bir taş dibinden. Temmuz sıcağında bile dişleri
sızlatır ölçüde soğuktur pınarlarımızın suları. İşte bu pınarlar bir yolunu
bulup akar vadinin derinliklerinden. Vadimizin bir yüzü ulu çam, ladin
benzeri iğne yapraklı ağaçlarla kaplı. Diğer yamacını kayın, gürgen, dağ
karaağacı benzeri yayvan yapraklı ağaçlar süsler. Ormanların içlerinde
yalçın kayalar görülmeye değer. Bu kayaların alt kısımlarından da soğuk
sular kuzu melemesi gibi tatlı tatlı akar da akar. Bu sular birikir
çayımızı oluşturlar.
Ormanlarımız yağmur çeker. Özellikle Doğu Karadeniz bölgemiz bolca yağmur
alır her mevsim. Bizin yöremiz yüksek dağlara komşu. Kışları kar yolları
keser. Dağların yamaçları, tepeler, vadinin derinlikleri hele düzlükler
adam boyu karlarla kaplanır. Ormanların kıyıma uğradığı yamaçların çay
kenarında son bulan bir çeşit geniş oluk biçimli kısımlarından çığlar kopar
kış aylarında. Çayın üzerinde biriken çığ birikintisi karların erimesi
haziran ortalarını bulurdu karın aşırı yağdığı yıllarda. Çocukluğumuzun
çobanlık yıllarında eriyen çığların içinden koskocaman boz bir kazazede
kurt çıkmıştı. Akbabalara iyi bir ziyafet oldu kuzularımızın azılı düşmanı
bu kazazede canavar.
Çayımızı eriyen karlar besler yıllarca. İlkbahar aylarında debisi aşırı
artan çayımız karşıdan karşıya geçmek isteyen sığır manda gibi hayvanların
suya kapılıp telef olmalarına neden olurdu. Bir kez az daha çayda sulara
kapılıp gidecektim. Can korkusuyla kendimi zar zor kıyıya attım. Suyun
akarı yavaş, vadinin oldukça eğimsiz kısmıydı kaza geçirdiğim yer. Karşıdan
karşıya geçeyim dedim mandaların ardı sıra.
Mayıs başlarında ilk yaylaya göç başlar. Dağ yamaçları, Dünya’nın hiçbir
yerinde çeşitliliğine, rengine ve güzelliğine rastlanamayan bitki örtüsüne
bürünürdü anımsadığım çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda. Hiç hayvan
tırnağı dokunmamış bu güzellikleri anımsayınca Bursa’da mor çiçekler açmış
şeftali bahçeleri miydi vadimizin küçük düzlükleri diyordum. Yoksa Isparta
güllerini mi görüyorum düşümde derdim. Hayır değil hiç biri. Bu pastoral
renk cümbüşü köy düğünlerindeki kızlar topluluğu. Allı yeşilli ve de mavili
entarileriyle halaya durmuşlar. Mavinin en mavisi, yeşilin en yeşili,
sarının en sarısı, beyazın hiç kirlenmemişi vadimizdeki çiçeklerde
saklıydı.
Çayırların oluşturduğu vadinin aşağılarında çayımızın akışı yavaşlar.
Akzambaklar benzeri beyazı köpükler kaybolur. Yeşilliklerin arasında akan
yeşil çay olur çayımız içinde alabalıkların yaşam bulduğu. Su durudur
aktır, berraktır. Temizdir. Çayımızın kenarında isten dışları kararmış kara
kazanlarda çamaşır yıkar yaylacılık yapan analar, bacılar. Etraftan
toplanan kuru dallardan hemencecik bir ateş tutuşturulur kazanların altına.
Bir iki yıkamakla tertemiz olur çamaşırlar. Suyumuz o derece güzel bir
sudur. Yıkanan çamaşırlar etraftaki taşlara serilir. Birkaç saat sonra bir
elde kazan, omuza asılı bir elde çamaşır bohçası yayla evlerine dönerdi
emekçilerimiz. Akşama karşı malla melalle uğraşmak, yemek derken güneş
batar karşıki dağların yücelerinden.
Güneş fazla etkili olmaz vadimizde. Dağların doruklarından kopup gelen ılık
mayıs ortası rüzgârı ancak mart sonu Akdeniz rüzgârları serinliğine denk
gelir.
Bazen vadinin yamaçlarından havalanan akbaba sesleri yankılanırdı.
Akbabaların alçaktan uçmaları ve sayılarının gitgide artması kötü habere
işarettir. Ormanların derinliklerinde çobanın gözetiminden çıkan bir sığır,
bir koyun kümesini kurtların tuzağına düştü demektir. Akbabalar da bu
ziyafetten paylarına düşen hisseleri için mücadele veriyorlardır.
Algül yenge bu vadide yaşadı. Çamaşırlarını bu vadide yıkadı nazik
elleriyle. Simsiyah saçları gözükürdü yazmasının altından. Ortadan ikiye
ayırdığı saçlarının ortasındaki teninin ak derisi bir kalın çizgi gibi
uzanır yazmasının altında kaybolurdu. Hilal kaşları, zeytin karası gözleri
henüz yirmi sekiz bahar görmüş. Tatlı tatlı bakışlarındaki sadelik bugün
bile gözlerimin önünde canlanır. Bu gözler mehtapta izlediğimiz mor, siyah
karışımı renklerle betimlenen göllerimizin dipsizliği gibiydi. Kaşları yay
örneği simsiyahtı ve araları genişti.
Yanaklarının rengi daha gelinlik günlerindeki kadar ala melek diye
adlandırılan kirazlar gibi parlak ve al renkliydi. Konuştuğunda ağzından
sözler değil ballar akardı. Tatlı dilli güler yüzlüydü Algül yengemiz.
Küçükle küçük büyükle büyük olurdu.Teni buğdaysı boyu olgunlaşmış
başaklardan biraz uzuncaydı.
En büyük mutluluğu evinin işlerini zamanında bitirmekti. Yayla evinde süt,
peynir, yoğurt, yağ gibi yayla ürünlerinin gereğini yapmak günlük işlerdir
yayla evlerinde. Çocuklarının bakımını yapmak ve akşama kalabalık sürüsüyle
evine dönen Demirhan amcanın yemeğini hazırlamak da yengemizin işiydi.
Demirhan amca yüzü bir türlü gülmeyen tıraşsız sakalıyla ilginç bir
erkekti. Yayla evleri yaylamıza çok yakındı. Sık sık O’nun bağırmalarını
duyardık. Köpekler havlasa eşine bağırırdı. Niçin köpeklere güzel yal
(köpek yiyeceğine verilen ad) yapmadın! Evden niçin erken çıkıp sürüyü
karşılamadın… Niçin gözün üstünde kaşın var gibi eften püften nedenlerle
kalbini kırardı yaylaların en güzel yengesinin Demirhan amcamız. Algül
yengem bazı günler annemin ziyaretine gelir mahzun mahzun kapımızı çalardı.
Anneme hiç sorunlarını anlatmaz, annem “ kızım her erkek insanın
kadir-kıymetini bilemez. Biliyorum sen melek gibi bir insansın” gibi beylik
sözlerle yengemizin nasırlaşmış gönül yaralarına melhem sürmek isterdi.
Bir yaşlı çoban anlatmıştı, iki inatçı keçi örneği bir çobanla Demirhan
amca kavgaya tutuşmuş. Rakip çoban çift dalmış bizimkinin sırtını yere
yapıştırıp boğazını sıkmaya başlamış. Biraz ileride koyunlarını güden çoban
kavgayı ayırmasa Demirhan amcamızın işi yaşmış. Kavgayı başlatan ve haksız
olan yine bağırgan çobanımızmış…
Algül yengenin en şanssız olduğu akşam beyinin koyunlarından birinin
kurtlara kaptırdığı akşamlar olurdu. Küfürlerin bini bir paraya düşer, iki
fidan gibi çocukları da nasiplerini alırdı bu hengameden. Ya dayak yerler
ye da sert sözleri dinlerlerdi üzgün ve mahsuncasına. Nazlı yengemiz en
ağır sözlere muhatap olurdu. Annesine ayan olurdu belki kızının üzüntüsü.
Kız evladı, boşanmak ne mümkün; kocanın evinden kadının ancak cenazesi
çıkar sal üstünde.
O ılık güzel günler yerini daha sıcak ve uzun günlere bırakır haziran
ortalarında. Çayımızın debisi azalır, dağların doruklarındaki karlar yerini
yeşilliklere bırakır. Üst yaylada otlaklar iyice yeşerir, yayla düzlükleri
binbir renk çiçeklerle bezenir. Üst yayla çağırır halkımızı iki aylık konuk
edeceği günler için.
Üst yaylaya göç günü daha gece yarısından sonra yaylaların önünde ateşler
yakılır eşyaların kağnı arabalara kolay yerleştirilsin diye. Babalar
arabalarıyla, kadın-kız kızan sığır sürüleriyle bir an önce yaylalara
erişme yarışı başlardı. Çobanları unutmayalım, onlarda sürüleriyle bu göç
yarışına ortak olurlardı günün erken saatlerinde. Annem sonradan
anlatmıştı. Algül yengenin sık sık başı ağırırmış. O göç günü de başında
dayanılmaz ağrısı varmış. Üstelik küçük oğlu da erkenden uyanmanın
etkisiyle mi oldu mu bilinmez, aşırı ağlıyormuş. Çocukların aşırı ağlaması
bölgemizde pek hayıra yorumlanmaz. Algül yengemizde önünde sığırlar ve iki
çocuğu ile üst yaylaya yollanmış. Baş ağrısı kendisini aşırı rahatsız ediyormuş.
Bu olguyu daha sonra yaylacılık yapan kadınlardan çok dinledim.
Yaylaya göç günlerinde köydeki evimizde kaldım. Evimiz köyümüzün en uzak
eviydi tüm mahallelerden. Evimizin karşısında sık iğne yapraklı ağaçlarla
kaplı ulu bir orman uzanır. Bu ormanda kuşlar en güzel şarkılarını
söylerdi. Çocukluğum işte böyle bir yerde geçti. Evimiz mahallelerden uzak
olduğu için babamlar eve bekçi olarak beni bırakmışlardı küçücük boyumla.
Kuşların sesini duyarak henüz uyanmıştım. Evimizin kapısından babamın adını
seslenen bir erkek sesiyle dışarı çıktım. Henüz yüzümü yıkamaya zaman
kalmamıştı. Kapımızın önünde bana hüzünle ve anlamsızca bakan Bekir Amca
duruyordu. Bekir Amca bir şeyler söylemek istiyor fakat bir türlü
konuşamıyordu. Nihayet “Dün gece yaylada Demirhan’ın karısı Algül vefat
etti. Git köye haber ver” dedi.
İçimi tarifsiz bir acı kapladı. Bir an gözlerim kapandı. Hiçbir şey
söyleyemez oldum. Güzelliği hafızama kayıtlı, vadimizin eşsiz güzel insanı
artık yaşamıyordu. Onun ölüm haberini köyümüze vermek çocuk omuzlarıma
kalmıştı. Aradan yıllar geçti. Henüz yirmi sekiz bahar görmüş, köyümüzde
yüzü hiç gülmemiş, Algül yengenin zamansız ölümünü anımsadıkça hala
gözlerim yaşarır.
İbrahim Yılmaz