Sonbahar mevsimine evrildi yine yer karamız. Sonsuz boşlukta bir zerre kadar bile olmayan mavi varlık dünyamız döner de döner. Aylar, mevsimler geçer. İlkbaharlarda doğa canlanır, yeşillere bürünür. Yaz gelir arkadan. Sıcak günler, tatiller, deniz, dinlenme ve alabildiğine özgürlük.

 

         Benim ruhumda mevsimler değişmiyor. Sonbaharı yaşıyorum sürekli. Kalbim bomboş, yıkık bir yayla evi gibiyim. Ruhum sert rüzgârlarla savrulan sararmış sonbahar yapraklarından farksız. Mutluluğa ait duygular kalbimi çoktan terk etti.

 

         Yeni bir yaşama başlama aşamasındayım. Uludağ eteklerinde yeni bir okula atandım. Çevreyi, okulu, birlikte çalışacağım meslektaşlarımı ve öğrencilerimi tanımakla geçecek günlerim. Babam yeni bir işyeri açtı Bursa’da. Ailemle yaşayan garip bir kadınım. Dul bir kadın. Eşinden ayrılmak zorunda kalan boşanmış bir kadın.

 

         Mutluluk denilen talih kuşu çok az tünedi gönlümün sarayında. Sakarya ilinde çalıştım Bursa’ya gelmeden önce. Yaşamımda hiç karşılaşmadığım arkadaşlık, hoşgörü, insanlık adına güzel bir insan tanıdım çalıştığım okulda. O, benim yaralanan ruhumu sağaltan Lokman Hekim’imdi. Öğretmenliğe yeniden döndüğümde sonbaharda yaprakları dökülmüş, kurumamak için direnen bir fidan gibiydim. Henüz yirmi dokuz bahar görmüş bir tazeydim. Fiziki olarak hiçbir eksiğim yoktu.

 

Yalnızlığımı fark edip kadınlığımdan yaralanmak isteyen kem gözler çok oldu. Oysa benim ruhum yaralı, kalbim paramparçaydı. Sığınacak sakin bir limana ihtiyacım vardı. İçimi dökecek, beni dinleyecek bir arkadaş edinebilsem azıcık yüzüm gülebilirdi belki.

 

Yanıma yaklaşıp şehvetle gözlerini gözlerimle buluşturan erkeklerden bucak bucak kaçıyordum. Çalıştığım okulun aynı katında sınıf kapılarımız bir birine bakan bir arkadaşla selamlaşmaya başladık. Şakaklarına aklar düşmeye başlamış, ömür denen yolun yarısını kat etmiş karşı cinstendi selamlaştığım öğretmen.

 

         Seksenli yılları yaşıyorduk. İlkokul üzeri altı yıl öğrenim görmüş öğretmenler ön lisans eğitimine tabi tutuldular. Arkadaşlar yeniden öğrenci olmuşlardı.  Girdikleri sınavlardaki yaşadıkları serüvenleri anlatıyorlardı. Sık sık aynı katta çalıştığımız arkadaşın adı konuşuluyordu. Bir de önceki yıllarda okuduğu şiirler ve başarılı teftiş raporlarından da öğretmenimizin sevilen, takdir gören biri olduğunu hissettim.

 

         O, herkesle aynı yakınlıkta ve aynı derecede uzaklıkta olmayı ilke edinmişti. Öğretmen odasında uzun sohbetlere katılmaz, zamanında sınıfında olmaya aşırı özen gösterirdi. Uzun öğlen teneffüslerinde okuduğu kitapların ve izlediği filmlerin gizemli dünyasını anlatması beni büyülerdi. Bir an kendimi anlatıların içinde bulur, ruhumun arındığını hissederdim. Böylesi anlatıları dinlerken iç dünyama döner geçen yılları yeniden yaşardım. Nerede yanlış yapmıştım?

 

         İnsan yeni bir ortama en kısa sürede intibak edebilen bir yaratık olarak da tanımlanır. Kafamın içinde ayrıldığım kent ve anılarım sürekli cirit atarken yeni durumlara alışmak hiç kolay olmayacak benim için. Mersin’deki günleri hiç unutamıyorum. Beş yıl yaşadığım güneyin güzel kentinde mutlu aile gemimiz yara almıştı. Hızla su alıyordu. Boğulmama ramak kalmıştı. Babam imdadıma yetişti. Çığlığımı duymuştu. İki bavul, kızım, babam ve ben ılık bir bahar sabahında Mersin’den ayrıldık.

 

         Yaşamımın daha baharı sayılacak bir yaşta yuvası yıkılmış, mutluluk hayalleri sönmüş bir kadındım. Çok sevdiğim yaşam nedenim olan mesleğimden öğretmenlikten de istifa ettim. İçimde sevgi denen bir duygu kalmamıştı. Öğrencilerime yararlı olamazdım.  Babamın dizlerine yattım yol boyu. İçin için ağlıyordum gözyaşı dökmeden. Nasıl geçti o pembe yıllar?

 

         İki yıllık Eğitim Enstitüsü son sınıf öğrencisiydim. Mezun olup öğretmen olmama kısa bir süre kalmıştı. Babam da bir öğretmendi. Çok kitap okur, güzel sanatlara uçsuz bir ilgi duyardı. Ut ve tambur çalar, annemle karşılıklı şarkı söylerlerdi. Birbirlerini severek evlendiklerini anlatırlardı. Benim de sesim güzeldi. Sanat müziğine özel bir ilgim vardı. Samime Sanay, Emel Sayın düzeyinde şarkı okuduğumu söylerdi arkadaşlarım. Babam öğretmenlikten ayrılıp Sakarya’da devlet sektöründe yeni bir işte çalışıyordu.

 

         Siirt’te okuyor, baba vatanı bu ilde dedemlerle birlikte oturuyordum. Okulun bitmesini, mezun olup yeni bir yaşama başlama heyecanı tüm benliğimi sarmıştı. Son dersten çıkmış dedemlerin evine doğru yürüyordum. Müstakil evlerin bahçelerinde renk renk güller açmıştı. İlkbaharın tüm güzelliklerini yaşıyorduk. Arkamdan tok bir erkek sesi duydum. Sokaklarda yürürken bana laf atan sözlere yabancı değildim. Bu ses çok yakınımdaydı. Geri dönüp baktım.

 

         “Yasemin, birazcık durup beni dinler misin? Sana söyleyecek sözlerim var…” Donup kalmıştım. Bir çift mavi göz beni yakından süzüyordu. Göz göze bakıştık kısa bir süre. Yoluma devam etmek istedim.  Dağınık sarı saçlı, beyaz gömleğinin iki düğmesi açık uzun boylu benim yaşlarımda bir genç gülümseyerek sürekli gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Konuşmaya devam etti.

 

         “Aynı okulda okuyoruz. Ne tesadüf seni kısa süre önce fark ettim. Adını ve Arap kökenli bir ailenin kızı olduğunu öğrendim. Biliyor musun, ırkının tüm güzel özelliklerini taşıyorsun. Simsiyah saçların, zeytin karası iri gözlerinle hep benimlesin. Sürekli seni düşünüyorum. Tahammülüm kalmadı artık. Aşkımı tüm evrene haykırmak istiyorum. Seni seviyorum.”

 

         Böylesi sözleri ancak filmlerde duymuştum. Duyduklarım gerçek miydi yoksa rüyada mıydım?  Titriyordum. Kalbim duracak sandım. İlk kez yüz yüze aşk cümleleri duymak kanımın akışını hızlandırdı. Yüzümün yanıp tutuştuğunu, boğazımın kuruduğunu hissettim. Konuşacak gücüm yoktu…

 

Kader miydi bu? Sanki o anı bekliyordum. Normalleşmem fazla zaman almadı. Beyaz atlı prensim yanı başımdaydı. Söze ne gerek vardı? Mavi gözlere bigâne kalamadım. Tatlı bir tebessümle yoluma devam ettim.

 

         Günler çok çabuk geçti. Geriye baktığımda okulu bitirip diploma aldıktan kısa süre sonra nişanlandığımı hayal meyal hatırlıyorum. İki genç öğretmen sivil hayatı tanımadan yollarımızı birleştirdik. Prensim Mersinli tanınmış varsıl bir ailenin çocuğuydu. Kayınpederimin himmetiyle eşimin doğup büyüdüğü ile atandık. Örnek bir çift olmuştuk. Nereden bilebilirdim kendimi dünyanın en mutlu gelini olarak hissedip geldiğim bu Akdeniz kentinden beş yıl sonra gözü yaşlı ayrılacağımı…

 

  devam edecek…

 

 

 

 

 

 

        

 

 

( Sen Bilmeyeceksin!.. başlıklı yazı sahara tarafından 8.01.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu