On yaşında
bir köy çocuktum. Köy okulları Nisan ayının sonlarında kapandığı yıllar.
Karnelerimizi aldığımız zaman biz köy çocukları için uzun çileli günler
başlardı. Uzun yaz boyunca sığırtmaçlık görevine başlardık. Çobanlık güzlerimiz
ta Eylül ayı ortalarına kadar aralıksız sürerdi. Günlerin yüz yıl olduğu,
akşamların geç geldiği günler..!
Karnelerimizi
alalı iki hafta geçti. Mayısı ortaladık. Çayırlarımız iyice yeşerdi. Buğday ve
arpalar boy attı. Ağaçlarımızda çiçekler yaprağa dönüştü. Yaylacılık günleri
başladı. Önce ortalama bir buçuk ay sürecek kışla diye adlandırılan aşağı
yaylaya çıkacağız. Cuma günü muhtarımız yaylaya çıkış iznini verdi.
Hazırlığını
yapan aileler üçer-beşer gruplar halinde yaylacılığı başlattılar. Biz de bu
kervana katıldık. Bir gün erkenden kap-kacak, birkaç kat yataktan oluşan yayla
eşyalarını kağnı arabasına yükleyip yola çıktık. Kağnı hızıyla ancak iki
saatlik bir yolculuktan sonra kışlaya vardık. Annem ve babam eşyaları yayla
evimize taşıdı.
Yayla
havası, oksijen bol. Rakım 2000 metreye yaklaşıyor. Karnımız zil çalmaya
başladı. Annem yaylacılığın ilk günü pişirilen mıhlama pişirdi. Karnımızı
doyurduk. Yaylaya birkaç gün önceden taşınanlar yerleşmişler. Bacaları tütüyor.
Bizim acilen yapmamız gereken önemli bir işimiz var. Yayla odunu hazırlamak…
Annem
eşyaları yerleştirirken babamla ben kağnı arabasıyla dağların eteklerine
yöneldik. Eski Yayla denen düzlüğü geçip iki yanı dik yamaçlı vadimize ulaştık.
Vadinin iki yüzü ladin, köknar, gürgen, kayın ağaçlarıyla kaplıdır. Karlı kış
günlerinde kar ve sert esen rüzgârların kırdığı ağaçların dallarını toplayıp
bir kağnı arabası odun devşireceğiz.
Öküzleri
salıverdik. Dağların doruklarında eriyen karlar vadimizde akan çayımızı
besliyor. Ak köpüklü çay çağlayarak akıyordu. Ormanın içlerine girip bulduğumuz
dalları kağnının yanına taşımaya başladık. Vadinin karşı yamacının
yukarılarında sığırlar yayılıyordu. Ara ara sahipsiz, çobansız yayılan
sığırları gayri ihtiyarı gözlüyorum.
İşimizi
hemen hemen yarıladık. Bir hayli odun devşirip kağnının yanına taşıdık. Bir
taraftan da yanı başımızda taze otları oburca otlayan öküzlerimizi gözlüyoruz.
Son bir kez daha ormanın içine vadinin yukarılarına yürüyüp bir kez daha odun
taşıyacağım. Yokuş yukarı yürümeye başladım.
Bir anda Uzun Kekrelik diye adlandırdığımız
vadinin yukarısındaki sığırlara taraf baktım. Hayvanlar aşağıya doğru umarsızca
koşuyorlardı. Sığırların normal koşullarda öylesine can kaygısıyla koşmaz. Pür
dikkat olayı izlemeye başladım. Aramızda fazla mesafe yoktu. Aman aman! Koskocaman boz bir kurt hayvanları kovalıyordu.
Allah ne verdiyle; ıslık
bağır-çağır ünlemeye başladım. Babamda olayı gördü. O da benden daha kuvvetli
hay-huy diyerek bağırdı, ünledi. Kurdun
şerrinden zavallı sığırları kurtardık.
Biraz daha odun toplayıp
kağnı arabamıza yükledik. Babam arabaya refakat ederken ben de sığırları
toplayıp yaylaya yollandık. Zaten akşam da yaklaşıyordu.
Yaylaya lejyonerler gibi
döndük. Hem bir araba odun getirdik hem de bir komşunun hayvanının telef
olmasını önledik.
Aynı
yılın ağustos ayı sonlarında yine aynı yerde kurtlarla ilgili bir olay daha gözlemledim.
Temmuz ayı başlarında dağların doruklarındaki son yaylaya göç başlar. Temmuz ve
ağustos ayları ortalama 2500 metre rakımlı dağların düzlüklerinde geçerdi
günlerimiz. Ben her zaman ki gibi sürümün başında çobanım. Sayısı 100’ü aşkın
koyunlarımı otlatma görevi benim üzerimde.
Havaların
açık olduğu günlerde biz çobanlar sürülerimizi yayla düzlüklerinde yayardık.
Ağustos ayının sonlarına doğru bozuk havalarda yayla düzlüklerinde bir günü
akşam etmek hiç olanaklı değildir. Yayla bozum günleri yaklaşmıştır. Günlerde
kısalmıştır. Sisli, puslu günlerde bir de sürekli yağmur yağınca ısı iyice
düşer.
Böylesi
yağışlı bir güne uyandık. Hedef yaylaların köy tarafındaki otlaklar. Derin
vadinin yamaçlarına taraf çevirdik sürülerimizin yönünü. Vadimiz dağların
doruklarındaki düzlüklere göre daha bir korunaklı sert esen rüzgârlara karşı.
Köyün tüm çobanları vadimizin iki yüzündeyiz. Benim bulunduğum yamaçlarda çok
seyrek ağaçlıklı. Buna karşın karşı yamaç ladin, gürgen, kayın ağaçlarıyla
kaplı.
Çobanlık
günlerinde zaman bir türlü geçmez. Hele yağmurlu bir günü bitirip eve dönmenin
mutluluğuna ermek bir güzelliktir. Sürümün başındayım. Neyse soğuk bir günü yine
bitmek üzere. Bu arada sis çekildi. Güneş yüzünü gösterdi. Güneşi görmek kızgın
bir çölde yeşil bir vaha bulmak gibi bir şey. Mutluyum… Sürümün yönünü
yaylalara taraf çevirdim.
Sırtım
ısındı. Çileli bir günü bitirmenin mutluluğu içindeyim. Vadinin karşı yüzünde 200’ün üzerinde
kalabalık keçi sürüsü ormanın derinliklerine dağılmış durumda. Ara ara keçi
sürüsünü de izliyorum. Sürü sahibi İlhan Ağabeyin iki tane de kocaman çoban
köpeği var. Köpekler sözüm ona sürüyü kurtlardan koruyacaklar…
Bir anda
babamla yayla odunu hazırlarken tanık olduğumuz bir kurdun sığıra saldırdığı
yerde köpek dalaşı oldu. Keçi sürüsünün en üst tarafında iki köpekten başka iki
köpek daha ortaya çıktı. İlk anda köpek zannettiğim hayvanlar iki azı kurttu.
Karşıdan sinema filmi gibi izliyordum olayı.
Kurtlarla
dalaş uzun sürmedi. Kurtlar farklı yönlere doğru koşmaya başladılar. Köpeğin
birisi bir kurdu, diğeri de diğer kurdu kovalıyordu. İlhan Ağabeyin köpekleri
iri yarı, güçlü köpeklerdi. Maalesef bu köpekler cüsselerine yakışacak düzeyde
bir başarı sağlayamadı. Köpeğin birisi rakibini biraz takip edip kovalamadan
vaz geçti.
Diğer
köpek kovalamasını sürdürdü. Kurt önde koşuyor, köpek 2-3 metre arayla takip
ediyordu. Yorulmuş olacak ki, kurt aniden yere çakılırcasına durdu. Köpek de
aradaki mesafeyi koruyarak o da durdu. Biraz sonra kurt koşmaya başladı. Köpek
de arkasından koşusunu sürdürdü. Bu kovalamaca aynı biçimde birkaç kez
tekrarlandı. Aralarındaki mesafe hiç değişmedi. Daha sonra köpek kovalamadan
vaz geçti.
Koskocam
köpek kurdun maskarası oldu. Oysa iri cüsseli köpekten ben daha fazla başarı
beklerdim. En azından birkaç kez kurda yakından saldırmalıydı. Maalesef beni
hayal kırıklığına uğrattı..!
İlhan
ağabeye köpeklerin kurtlarla ilk dalaştığı yeri tarif ettim. Sürülerimiz
yaylaya yaklaştığında İlhan ağabeyle yan yana geldik. Durumu sordum:
“İnşallah,
fena bir durum yoktur?”
“Maalesef
kurtlar bir keçiyi parçalamışlar! Senin tarif ettiğin yere gittiğimde
parçalanmış bir keçinin gövdesiyle karşılaştım!”
Yapacak
bir şey yoktu. Kalabalık keçi sürüsü. Ağaçlık, ormandan da yararlanan kurtlar
amaçlarına ulaşmışlardı…
Kurtlarla
mücadele köy yaşamının bir parçası olagelmiştir yıllarca. Bazen kurtlar
amaçlarına eremeden saldırılarında hayal kırıklığına uğrarlar. Babamla benim
sığırların imdatlarına yetişmemiz gibi. Çoğu kez de İlhan ağabeyin keçisi
parçalarlar ya da bir kuzuyu kaptıkları gibi ormanın derinliklerinde
kaybolurlar.
Bizim
yörelerde “Uyanık çoban kurdun nasibini elinden alır.” derler. Lakin ne kadar
dikkat edilirse edilsin. Kurtlar bazen bir kuzu bazen kendi başına çobansız
otlayan bir sığırdan nasiplenirler.