Siluetinde göğün,
Resmederken dokusunu ölümün…
Kirli tırnaklarında sessiz şehrin
Ölü beyitlere tapan ahalisi yine
Bunca imgenin de örtüsünün altına
gizlenmiş
Bir yenilgi işin aslı.
Ve rengi değişti şimdi işin
Tüm bulutların menşei nasıl ki
kaygılı
Varlık rehavete koyuldu koyulalı
Laneti sunan bedellerin
Esiri olmadan
Kaçıp gitmeli yalın ayak
Koştuğumuz düşlerin de fitilini yakıp
Ve yakmadan yıkmadan birbirimizi
Şehre taziyelerin sunan
Bir belediye reisi gibi.
Resmettiğimiz tüm acıları
İnfilak eden ruhun
Kezzap yemiş hücrelerinde
Kemirgen ve kafir ritüellerin
Metaneti doğurgan tabiatın
Satır arası varlıkları
Bizler ki canlıların en kibirlisi
Ve yas’a dayalı başımızın
Yaşla şereflendirdiğimiz
Her mücbir an’ını
Unutmadan gitmeli.
İçimize teyelli ne çok şiir
Oysaki göbek bağımız yine onların
İhaneti:
Şiir mi doğurduk?
Şair mi doğduk anamızdan?
Belli işte:
Sevginin ve kalemin ittifakı.
Hadi, süzelim en delici
bakışlarımızla
Evreni kutsayan aşkın
Revnak ve kaygan dokusunda
Sular gibi gürül gürül akan
Tıpası kayıp madem vecizelerin
Neye delalet bunca söylem?
Neyin inkarı
Açık ara farkla kaybolduğumuz düzlem?
Göğün merdivenlerine konuşlu her
özlem
Sona varmayı değil
Sonu dahi dillendirmeden…