Ben
isterim ki, eğitim, sanat, spor benzeri alanlarda göğsümüzü kabartan, ulus
olarak tümümüzü mutlandıran haber ve olaylarla ilgili yazılar yazayım. Bilim
insanlarımız uluslararası ölçeklerde yüzümüzü güldürecek başarılara imza atsın.
Öğrencilerimiz girdikleri yarışlarda ilklerde yer alsın. Sporcularımız iştirak
ettikleri karşılaşmalardan başları dik ayrılsınlar. Ulusal Marşımızı
ezberletsinler diğer uluslara.
Olmuyor
dostlar olamıyor! Duyunca yüreğimizi titreten, ruhumuza acı veren o kadar çok
haber ve olaylarla karşılaşıyoruz ki, ne siz sorun ne de ben anlatayım. Lakin
aynaya bakıp eksiklerimizi görmeliyiz. Hoş olmayan sorunları görüp onlarla
yüzleşirsek işte o zaman akılcı çözümler üretebiliriz. Böylelikle yarınlara
güvenle bakma şansımız olur. İşte memleketimizde sıkça yaşanan hoş olmayan
olaylar manzumesinden bazı örnekler.
Bir
baba altı yaşındaki oğlunu elektrik süpürgesi ile dövüyor! Ve çocuk hastahanede
yoğun bakımda ölüyor! Neymiş çocuğun suçu; ödevini yapmıyormuş küçük yavru.
1969 Programı vardı ilkokullara dönük eğitim-öğretim çalışmalarının anayasası.
Bu programda ilkokul 1., 2., 3.sınıf öğrencilerine ödev verilmez, 4. ve 5.
Beşinci sınıflara ise günde yarım saati geçmeyecek süre için ödev verileceği
anlatılırdı.
Günümüzde
ise bu bilimsel görüşün tam zıttı uygulamalar yapılıyor. Oyun çağındaki
çocuklara çokça oyunlar oynatıp okulu, okumayı sevdirmek gerekirken birinci
sınıflar yarış atı gibi bir an önce okuma-yazma öğrenmeleri yarışına sokuluyor.
Kasım bilemedin Aralık ayında öğrencilerin okuma-yazması bekleniyor. Bu durum
öğrencileri daha küçük yaşta okuldan soğutuyor.
İşin
diğer bir boyutu var küçük yavrunun dövülmesiyle ilgili. Parçalanmış bir ailede
yaşanıyor olay. Günümüzde boşanma oranlarının arttığı acı bir gerçek. Bir aile
dağıldığında gökler ağlarmış. Lakin günlük yaşamın toplumun üzerine yıktığı
sosyal sorunlar boşanma olaylarının oranı yıl yıl artıyor ülkemizde.
Diğer
bir olay da aynı düzeyde acı. Son sınıf bir hukuk öğrencisi kendisine kopya
çekme izni vermeyen çiçeği burnunda bir akademisyeni hunharca öldürdü! Olayı
duymayanımız yoktur. Katil zanlısının geçmişi irdelenince hoş olmayan durumlar
karşımıza çıkıyor. Hukukçu olup adalet dağıtmaya aday bu yurttaşımız düşük
puanla Kıbrıs’ta bir fakülteye kayıt yaptırmış. Daha sonra Ankara Hukuk
fakültesine geçiş yapmış. Dördüncü sınıfa gelinceye kadar başarısız olduğu
derslerden farklı fakültelerde bir biçimde üst sınıflara geçebilmiş. Nihayet kara bitip gerçek bir eğitimciyle
karşılaşınca gemi karaya oturmuş. Ve acı son. Önce hunharca bıçaklama ve kurşun
sıkma bir korumasız insana…
Olaya hangi açıdan bakılırsa bakılsın; içler
acısı! Okula silah nasıl sokuluyor!
Öğrenci son sınıfa kadar gelmeyi nasıl başarıyor? Sistem yerlerde
sürünüyor! Olay irdelendikçe olumsuzlukların
olumlu çalışmaları önüne geçtiği kolaylıkla izlenebiliyor. Sistem alarm
veriyor!
Tanık
olduğun yaşanmış başka bir olayı anlatayım. Kent okullarının birinde yaşandı bu
olay. Okulun demir dış kapısı raylı sisteme benzer bir biçimde elle itilerek
açılıp kapatılarak çalıştırılıyor. Okul hayli hacimli; altı yüze yakın öğrenci
mevcutlu. Öğrenciler dış kapıyı ileri geri iterek oyunlar oynuyorlar sıklıkla.
Nöbetçi öğretmenler kapıyı oyuncak gibi kullanmaya izin vermiyor. Çünkü
küçüklerin sıkışma riski var. Bu risk maalesef bir gün gerçekleşti. Kapıyı ileri-geri
iterken bir küçük öğrenci demirlerin arası sıkışıp bacağı kırıldı. Yağmurlu bir
gündü. Öğretmen de o anda bahçede değildi! Kaza geliyorum diyordu ve geldi!
Yine
tanık olduğum daha acı bir olay yaşandı. Yine bir okul, yine dış kapı. Hem de
ağır demir bir kapı. Eğreti tutturulmuş. Küçük bir öğrencinin üstüne devrildi
kapı. Öğrencimiz maalesef öldü. Nöbetçi öğretmenler ve okul müdürü suçlandı.
Okulları değiştirildi, farklı okullara atandılar. Bu örnekler gibi nice acı
durumlara tanık oluyoruz. İşin en can yakan tarafı artık toplum kanıksadı
böylesi durumları.
Biraz
da gerilere gidelim. Kırklı, ellili hatta altmışlı yıllara bir bakalım. O
yıllarda ülkemizde okulculuk faaliyetleri nasıl yürütülüyordu? Emekli bir
öğretmene sormuştum.
Öğretmenim
sizin çalıştığınız yıllarda teftişler nasıldı? Harfi harfine öğretmenimiz şunları
anlattı:
“Çalıştığım
köy yakın komşu bir köy okuluna müfettiş gelmişti. Okulun sınıfların birinin
soba altlığına çakılı eskiyen teneke sökülüp yerinden çıkarılmış. Sobanın altında
ahşap altlık kalmış. Teftişe gelen müfettiş, okul müdürüne; müdürün ‘ Sayın
müfettişim tenekeyi daha geçen gün söktük. Paslanmıştı. Hizmetliye söylemiştim.
Altlığı onaracaktı…’ söylenmesine bakmadan soruşturma açmıştı. Müdür arkadaşa
maaş kesim cezası verildi. Bizim zamanımızda teftişler çok sıkıydı…”
Şimdi
niçin bu hale geldik? Belirtelim, günümüzde öğretmen teftişi yapılmıyor artık!
Devletimizin kuruluş amaçları ve Atatürk ilkelerini kendilerine ilke edinen
idealist öğretmen yetiştiren Köy Enstitüleri, daha da Öğretmen Okulları
kapatıldı. Ülkemizde ihtiyaç fazlası Eğitim Fakültesi açıldı. Kalite düştü… Teftiş
yapılmadığı gibi yönetici atamalarında bilgiye, tecrübeye ve liyakate önem
verilmiyor. Sonucu da hep beraber yaşıyoruz!
Yarınlarımızın
güvencesi çocuklarımızı ve gençlerimizi bilimsel yöntemlerle eğitirsek
yarınlara güvenli bakabiliriz. Sözün özü en iyi yatırım insana yapılan
yatırımdır.